4 Nisan 2012 Çarşamba

hafta sonu.. ada vapuru.. ilk bisiklet turu..

Cumartesiyi pas geçerek pazardan başlamak istiyorum..

Hava durumuna rağmen, verdiğimiz sözü tuttuk ve arkadaşlarımızla Büyük Ada'da buluştuk. Tabii tek çocuklu çift olarak biz -biraz da Ayaz'ı ilk kez vapura bindirmek için, gerçi ilk kez Venedik'te binmişti ama o bizimkilerin yerini tutmaz- sabah 09.10 Kabataş vapuruna bindik. Diğer iki çiftimiz 10.30'daki deniz otobüsüyle aramıza katıldılar.

Arabanın serviste olmasının da etkisiyle otobüsle iskeleye gittik. Çok da iyi oldu. Sadece üniversite sınavının kalabalığına denk gelmiş olduk. Vapur yolculuğumuz olaysız başladı. Karşımıza da iki büyük oğlu ve Ayaz'dan sanırım bir yaş kadar büyük bir kızı olan bir çift oturdu. O anda iyice anladık ki Ayaz yabancılardan hoşlanıyor. Böyle bir tavırlar değişti bir hareketler değişti ki anlatamam. Sonra ben oğlumu biraz dışarı çıkardım, martıları besledik. Bayıldı tabii ama hava da soğuk ve rüzgarlı. Biraz da babası çıkardı, sonra tekrar içeri girince film koptu. Yaklaşık yarım saat ağladı, ne yapsak susturamadık, sonra da pusetinde uyuya kaldı.

hayvan dostu
ada kazasından sonra scarface

Vapurdan inerken hala uyuyordu. Tam rahat bir kahvaltı ederiz derken uyandı bizimki. Oturduk birşeyler yedik arkadaşlar gelene kadar.

Ada çocuklar için süper bir yer, bir defa araç trafiği yok, temiz hava bol bol, bu mevsimde çok kalabalık da yok. Olsa olsa bisiklet. Biz de durmadık, kiraladık bisikletleri, Ayaz babasının arkasında bebek koltuğunda zevkten dört köşe oldu. Yalnız biz tamamen çaptan düşmüşüz. Yorgunluktan bittik. Dönüşte bisikletleri verirken yine ağladı Ayaz'ım. Zaten bu aralar ağlamak en sevdiği kendini ifade etme şekli.

Neyse ki dönüşteki vapur yolculuğu oldukça eğlenceli geçti. Bu arada İstanbul'a bir geldik ki sağanak yağmur. İyi ki adaya gitmişiz dedik.

dönüş yolunda yorulmuş Ayaz
Not düşelim; Ayaz'a adaya gideceğiz dedikçe Ada Defne'ye gideceğiz zannetti paşam :) ne bilsin çocuğum ada ne demek yarım ada ne demek?

Cumartesi Notu: Ayaz'ın site içinden bir arkadaşının doğum gününe katıldık, Ayaz maşallah baştaki utangaçlığını attıktan sonra çok uyumluydu. Hatta artık kreş zamanı gelmiş yorumu da aldık sevindik.

27 Mart 2012 Salı

hafta sonu..

Hafta sonunu cuma gecesi itibariyle ele alıyorum..

Cuma gecesi Ayazımın Berrin Teyzesi eşi ve oğluyla bize yemeğe geldiler. Misafirler önemli tabii kendisi oğluma 22 ay gözü gibi bakmış biricik Berrinimiz. Biz de cumayı boşaltarak hazırlandık. Yalnız Ayaz'a söylemedik süpriz olsun diye. Akşam olup misafirler gelince Ayaz şaşırdı. Hem sevindi hem de duygu karmaşası yaşadı. Tam sekiz ay oldu tabii, bu arada dört bilemedin beş kez görüşmüşlerdir. Berrin'in adını hatırlamadı, daha doğrusu biraz karıştırdı biraz da gıcıklığına hatırlamıyormuş gibi yaptı. Hem içindeki o yoğun duyguyu hissetti hem de biraz unutmuş, geçmişte kalmış olduğunu fark ettirdi. Çünkü Berrin ayrıldıktan iki ay sonra Ayaz'ın doğum gününde karşılaştıklarında Ayaz neredeyse kaybettiği annesini bulmuş kadar sevinmiş, yanından ayrılmamıştı. Bu kezse samimiyetini kaybetmemiş ancak aynı şaşalı tepkileri göstermemişti. Beni de şaşırttı doğrusu. Yine de giderlerken gitmesinler diye ağladı, çok uykusunun gelmesinin de katkısıyla tabii ki..

Cumrtesi oğlum cuma gecesinin etkisiyle mi bilmem(çünkü çok daha fazla yorulduğu geceler de olmuştu) sabah onbirde uyanarak beni şoke etti. Ben de o saate kadar uyumanın tadını çıkardım tabii. Kocam uyanmış, üstelik evde temizlik var, süpürge sesleri filan vız gelmiş bize. O gün çalışmayı planlıyordum ama o saatte uyanınca havanın güzelliğinin ve Ayaz'ın gündüz artık uyumayacak oluşunun da etkisiyle çalışmayı pazara erteleyip, caddede Ada Defne, annesi ve babasıyla buluşmaya karar verdik. Bizim evimizin babası da karşıda bir toplantıya katılacaktı ne de olsa.. Ataşehir'e babayı bırakıp cadde de park yeri bulmamız bir buçuk saatimize maloldu. En sonunda kavuşup, yemek yiyip sahile parka götürdük çocukları anneler olarak. Babalarla, Ada Defnelerde buluşmaya karar verdik. Ancak dönüşte o kadar zor yer bulduğumuz sokakta arabayı bir çimento kamyonunun gazabına uğramış bulunca günümüzün kalanı biraz sefil geçti. Sonra OMG'de yemekle durumu toparlamaya çalıştık. Ada yemekte uyudu, evde de devam etti. Ayaz da yeni değişik oyuncakların özellikle de bunların mutfak aletleri cinsinden olmasının tadını çıkardı.

Pazar oğlumun da onayını alarak -bu kez arayı soğutmadan- Berrin'e götürmek zorunda kaldım. Çünkü çalışmam gerekti. Akşama ancak kavuştuk oğlumla ama diş ağrısından muzdarip hiç tadım yoktu. Öyle bir gündü işte..

16 Mart 2012 Cuma

gecen zaman vol. I


Güncel bir foto ile giris yapayim dedim.. Artik biraz bugunden biraz dünden bahsederek toparlayacağım, yoksa blogun sonu olacak..
Guncel foto derken tam da bugün, bu sabahın körü aktivitemizden bir resim. Suluboyalarla parmak boya yapmaya karar verince oglum ben de gel seni kedi yapayim dedim.. Ortaya bu tablo cikti..
Neler oldu baslayayım bir yerden diyerek, aniden işi bırakıp yazmaya karar verdim iki satırda olsa. Efendim ben Eylül 2011 sonu itibariyle işten ayrılıp bir süreliğine evde anne oldum. Hatta Ayaz'ın babası da evde baba oldu, yaklaşık bir ay öncesine kadar. Bir ay önce de ben kah evde kah ofiste kah dışarda oluyorum, babası da yepyeni bir baslangıç yaptı onun da düzeni pek belli değil. Oğluşum da ne yapsın 5 ay süren anne ve babayla keyfin ardından yeni düzene ayak uydurmaya çalışıyor, biraz da zorlanıyor tabii. Şimdi biz evde yokken ya da ben evden çalışırken annenne-babaanne ikilisi ilgileniyorlar Ayaz'la..
Buarada Ayaz bebeklikten çıkıp çocukluğa doğru yol almaya başladı. Dolu dolu günler geçirdik, hep beraber. Arada kocamla kaçamak bir yurt dışı da yaptık hani.
Bu da bir başlangıç yazısı olur hem anlatamadığım hem de anlatacağım yeni anılar için umarım..

26 Ocak 2012 Perşembe

Döndüm bennnn.. ilk tiyatro maceramızla karşınızdayız..

Evet yazamamdim uzun suredir.. Sonra bunları da yazacağım bir bir..
Şimdilik gündeme gelirsek; bugün ilk kez tiyatroya gitttik miniş oğlumla ve Ada Defne'yle ve Emir Hakkı'yla..
Ayaz'dan çok şüpheliydim. Benim kıpır kıpıroğlumun yerinde oturabileceğine pek inanasım gelmedi. Hatta Ferda'yla da böyle büyük büyük konuştuk heralde  Ayaz duramaz diye. Yuzumu kizarttı oğlum benim. Hep böyle şeylerde yalancı çıkarsın beni ne olur.. Negüzel seyretti, alkışladı, eşlik etti inanamadım. Ada ve Emir de kendilerinden beklediğimiz performansla çok güzel izlediler. Hatta Ayaz'ı salondan zor çıkardım. Tekrar başlasın diye tutturdu. Bir de Adacığımın "aa prenses topuklu giymiş" diyerek öneimli bir ayrıntının altını çizmesini unutamayacağım. Çocukların ne kadar dikkatli olduğunu ve çocuktur anlamaz demenin ne kadar anlamsız olduğunu atırladım bir kez daha.
Resimle için yeni blogunu açan sevgili Ferda'nın bloguna tık tık lütfen..

24 Ağustos 2011 Çarşamba

yine gidiyoruz..

Bu kez Antalya Karpuzkaldıran'a kampa gidiyoruz.. Bizim ekip işte canım. Babaanne ile dede önden gittiler, dört gözle Ayazçip'i bekliyorlar..

Ayazçip bizim daha doğar doğmaz oğlana takığımız isim. Çip kelimesi tüm aileye yerleşmiş durumda. Tam da bizim oğlanı anlatıyor bizim için. Çip demek, yaramaz değil ama afacan, inatçı ama sevimli, güleryüzlü ama işini bilen, eli işte gözü oynaşta bebiş demek bizim için. Ayaz demek..

Bir "çip" var bir de "çipos".. Ben arada uyduruyorum işte böyle kelimeler. Şimdi tamamen günlük hayatımızın içinde. Cümle içinde kullanalım "Bütün çip ve çiposlar parkta toplanmış".

Tatile geri dönersek yarın akşam çıkıp, bayramın son günü dönüyoruz kısmetse. Yine bavul hazırlamayı itinayla son güne bıraktım. Hiç endişelenmiyorum yalnız, çünkü artık üç bavulu yarım saatte hazırlayabilecek kıvama gelmiş bulunuyorum..

Dönüşte temizlik ve ütüler için de komşumun yardımcısını ayarladım ya üzerimden büyük bir yük kalktı..

Akşam ola hayrola diyelim..

Turunç'tan Ayaz enstanteneleri..








22 Ağustos 2011 Pazartesi

sütçüüüüüü...

Tarih dün akşam..

Israrla semizotu yemeyen Ayaz'a başka yemek de verilmeyeceği annesi tarafından bildirilir(O kadar da katı değilim canım, bir güzel salatalıklar, pideler yenmiştir, ne çok toktur ne de aç). Anne kırk yılda bir otorite kurmak ister.

Tabii o otorite anneannesi tarafından yıkılır. Ayaz köftelerle bir güzel beslenir. Annesi de o zaman süt yok, bu gece yatarken de gece uyanınca da süt içmeyeceksin der.

Yatılan yataktan üç kez "mama"-"yiyecek misin oğlum?"-"edet" diyaloğuyla mutfağa gidilir ama yenmez.

Dördüncü numarayı da nne yemez hadi bakalım yatıyorsu bir daha mutfağa gitmek de yok deyince, Ayaz yatakta ayağa kalkar, ayak ucuna yürür "Anneanne, anneanne... dütt düttt" şeklinde sen yapmazsan anneannem yapar edasıyla seslenir. Bak şu bücüre ya, gülsem mi ağlasam mı şaşırıyorum.. Tatlı uyanık..

Ama savaştım, otoriteyi yıkmadım-yıktırmadım. Sabah altıya kadar vermedim o sütü.

Ceza mı ceza, yapılan hareketle doğrudan da ilişkili bir ceza? İçim cız da etse bız da aklımı dinledim kalbimi değil. Bu kadar katı olmasa da biraz daha aklımı dinlemeliyim hepimizin ruh sağlığı için.

Zaten gece sütünü tekrar kesebilmek için bahane arıyordum iyi oldu..