8 Mayıs 2012 Salı

bizden.. bizden..

Haftasonunu yine dolu dolu yasadik. Cumartesi sabah önce sitede olusturdugumuz oyun grubuna katıldık sonra da Adacığın doğum gününün ikinci versiyonuna ışınlandık, bu kez bahçede çok güzel bir parti oldu. Ayaz bu aralar grupla iletişimden çok kendi kendine takılmayı seçiyor kalabalık içinde de olsa. Çanak çömleğe, temizlik, ütü ve yemek yapmak gibi ev işlerine ilgisi aynı yoğunlukla devam ediyor.

Akşam da bebeyi anneanneye havale edip kuzenlerle buluşarak biraz büyük insan muhbbeti biraz yaşlanmanın getirdiği nostalji yaptık. Herbirini ayrı ayrı özlüyorum. Eskiden her günümün birarada geçtiği kardeşlerim onlar benim. Kolay değil Ferduşum hariç diğerleriyle aynı evde yaşadık bir dönemler.

Anadolu yakasına her geçişimde içim huzur doluyor. Herkes orada, kuzenlerim, arkadaşlarım, aile büyüklerim. Büyüdüğüm yer orası. Şimdilik orada yaşamak hayal görünüyor tabii. İşler bu tarafta oldukça trafiği göze alamam.

Pazar da sabahın köründe yollara düşüp yine kapanan köprüden nasibimizi alıp en sonunda boğaza geldik. Kocamın ilkokul arkadaşlarıyla kahvaltı yaptık. Ayaz da katıldı tabii ve bütün kahvaltı boyunca sandalyesinde oturmayı başararak bizi sevindirdi. Bu arada yaklaşık 50 kesme şeker ve bir o kadar kürdan filan heba olmuş olabilir ama ne yapalım.

Oradan çekirdek aile künefe yedik. Kendisine balon veren dükkan sahibine "ben de yiycem ama ben de acıktım" diyerek insanları hayrete sürükledi biraz. Eh iştahlıdır oğlum nazarlar değmesin.

Sonra kendisini bu kez de babaannesine havale ederek biraz iş-güç hallettik. Sonra da ben babaannesine babası maça geçti. Yine inanamadım ama baştaki bir restleşmenin ardından gayet uslu akıllı benim maç seyretmeme müsade etti ve oyalandı, arada yemek filan yedirdim, ilgilendim tabii ama %60 oranında filan da maçları takip edebildim.

İşte böyle de bir haftasonu daha geride kaldı.

29 Nisan 2012 Pazar

tiyatro festivali.. haftasonu..

Şehir tiyatrolarının çocuk şenliğini de kaçırmadık tabii, komşularımızla üç büyük, üç küçük bugün oynayan "Boncuk" isimli oyuna gittik. Kağıthane Sadabat Sahnesi/ Küçük Kemal Çocuk Tiyatrosu Sahnesi'ndeydi oyun. Daha önce bu sahnede bir de "Uğur Böceği" oyununa gitmiştik. Sahne tahmin edeceğiniz gibi ufak. Bu tarz salonlara ne deniyor bilmiyorum ama şöyle, sahne zeminde, üç tarafında koltuklar var, koltuk sıraları yukarı doğru ve arkalıkları yok. Sorun değil tabii, çocuklar için düzenlenmiş. Oyunların her ikisi de 30'ar dakikaydı. İlkini seyrettikten sonra Ayaz iyi vakit geçirmesine rağmen "Tiyaro ne zaman başlayacak, perde ne zaman açılacak?" diye sordu. Canım benim, o perdenin büyüsüne kapılmış demek ki şu yazımda anlattığım oyuna gittiğimizde. Bu kez de daha giderken, "Örtülü tiyatroya mı gidiyoruz?" diye sordu.

Oyunlar pek süper diyemeyeceğim ama çocuklar yine de iyi vakit geçiriyorlar. Ancak ilk gittiğimiz oyundaki gibi büyülenmedi Ayaz'ım her ikisinde de. Artık iyice tiyatro kültürüne alıştı, sessiz ve uslu, elinden geldiği kadar katılımlı seyrediyor. Yalnız bugün ücretsiz olduğu için çok kalabalıktı, kucağıma almak zorunda kaldım ki ikimiz de pek rahat edemedik, sonlara doğru gitti merdivene oturdu da rahatladık.

Oyun başlamadan bir görevli gelip mahalle ağzıyla büyüklerin çıkıp çocukların oturmasını söyledi. Gerçekten bir çocuk 3-4 büyük gelenler vardı. Yerden göğe kadar haklı olsa da uslubu çok çirkindi. Böyle bir ortama hiç yakıştıramadım, sonra çok kibar bir hanım daha gelip o da aynı uyarıyı insan gibi yaptı ve sorun çözüldü. E tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır dememişler mi?

gecikmiş 23 Nisan yazısı..

23 Nisan'da abimlerin geleceğini düşündüğümüzden fazla bir etkinlik planlamamıştım. Bence önemli olan o günün çocuklar için güzel geçmesi ki Emir Hakkı gelseydi bu zaten Ayaz'a yeterdi. Ayrıca akşamdan gördük ki bizim sokakta geçen seneki gibi etkinlik olacak. Zaten sabah 9'da da şarkılar başladı. Şişli Belediyesi sağolsun, buraları panayıra çeviriyor. Bir sokak dolusu şişme oyuncaklar, ister zıpla ister kay, müzikler, pamuk şekerler, patlamış mısırlar ve kağıt helvalar dağıtılıyor. Baktık ki gelen giden olmayacak aldık oğlanı çıktık sokağa. Ne zıpladı ne kaydı ama etraftakileri seyretmek, özgürce dolaşmak ona yetti. Biraz aşağıdaki ilk öğretim okulunun bahçesinde de, hem tören vardı hem de yine oyuncaklar.. Oraya da gittik. Felekten bir gün çaldık.


Bir süre patlamış mısır peşinde koştuk ama malesef biz almadn bitti mısırlar. Biz de marketten aldık oğlumun isteği üzerine ne yapalım. Pamuk şeker de almadık ama kağıt helvaları baştan kaptık bu kez akıllanarak.

Akşam üstü uyandığında babaannesiyle konuşan oğlum "daha gelmedi Emir Hakkılar" dedi, meğer ona söylememişiz gelmeyeceklerini,  meğer hala beklermiş. Canım benim, acı gerçeği açıkladım tabii hemen..

Nedense günü pek bir şen şakrak geçirdim. Şunu anladım ki "23 Nisan'da tekrar çocuk olmak çocuğun olunca oluyormuş"

18 Nisan 2012 Çarşamba

anaokulu, kreş vs..

Planlar aklımızdaki gibi giderse Ayaz'ı Eylül'de okula başlatmayı düşünüyorum. Hem de tam gün. Tam gün dediğim de 4 gibi çıkacak okuldan eve gelecek.

Bunun için de biraz biraz araştırma yapmıştık ama haftasonu güzel bir etkinliğe katıldık süper oldu. Bümed'in düzenlediği anaokulu tanıtım günlerine gittik. Oradan dört okulu aklımıza yazdık. Hatta biriyle önümüzdeki hafta için randevulaştık.

Gelelim sadede.. Ayaz'ı daha önce bir kez hemen evin yanındaki belediyeye bağlı anaokuluna götürmüştüm, pek iyi bir tecrübe değildi. Dibimden ayrılmadı, aklı içerde kalsa da koridorda benimle olmayı tercih etti. O gün bugündür beynini yıkıyorum, okul mantığına alıştırmaya çalışıyorum.

 uyumak üzere oğlum

Bu kez açık havada yaklşık 10-15 okulun kurduğu standların ve aktivite masalarının olduğu bir ortamdaydık. Ortada kurulu olan masaya oturdu ve önlemini aldı. "Anne sen de otur". Oturmadım tabii ama yanında durdum, kendisi yaklaşık 20 dakika sonra beni sallamamaya başladı, biz de canım arkadaşım Burcu'ya emnet edip gezdik standları bir bir. Ayaz bir buçuk saat kadar o masada oturdu, arada gelip bizi bulup yaptıklarını büyük bir gururla gösterdi. Normalde beni gözünün ucundan kaybetmez. Bir ara kendisini orta alanda aranırken ve ağlamaklıyken yakaladım, saf anne olarak "buradayım oğlum, merak etme" dedim. "hayır sen değil, öğretmenim nerede?" cevabıyla kalakaldım. Evet farkındaydım ki Ayaz okul için hazır, hatta okul artık onun gelişimi için çok da gerekli ama bu kadar büyük ilerleme, harika. Beyin yıkama taktiklerim iyi tutmuş(kendine pay çıkaran anne).

o şekerlerin hepsini yemedi tabii ki

Ayşecim, Sinan ve Taylan, Murat ve Mert de geldiler ama çocuklar yoğunluktan birbirleriyle pek ilgilenemediler. Biran önce bu kuzuları da biraraya getirmeliyiz.

Ayaz'ı o masadan zor kaldırdık. Diğer masaları da keşfedince bizimle beraber dolaşmaya başladı. Günün sonuna doğru ilk masasına geri döndü ve uykuya hiç dayanamayan ve bütün gün uyumamış olan oğlum yavaş yavaş arıza çıkarmaya başladı. İlk seansta okula kaydını alıyoruz artık diyen öğretmenleri, daha başlamadan elimize tasdikname vermesin diye hemen ortamdan uzaklaştık.

Sonrasında trafiği de göze alıp bir güzel balık ekmek yedik, oğlanı da pusetinde uyutup bir de güzel çay-tatlı keyfi yaptık boğazda. Üstüne de canım Elifim, Mustafa ve çocukları Gökçe'yle Yiğit'le uğradı tam oldu.

Haftasonunu mutlu, Ayaz'ın okul hayatından umutlu noktalamış olduk. Ne de olsa pazartesi sendromumuz yok di mi ama :)

ilk oyun grubu..

Canım komşum Mehtap'la yaklaşık bir yıl planlayıp ancak harekete geçebildiğimiz, site içindeki çocuklarla oyun grubu etkinliğimiz sonunda gerçekleşti.

Mehtap sağolsun benim sıramı aldı, onun evinde toplaştık. Düşündüğümüzden de kalabalık oldu, hatta daha önce tanışmadığımız bir anne de iki kızıyla katıldı.

Saat 10:30'da buluşma başlayacaktı. Biraz erken gidelim yardım edelim dedik ama bizden önce Beyza ve annesi gelmişti. Ayaz tam da babaannesi burnunda tüterken bütün gün Beyza'ya Feyza dedi ve hatta diğer Beyza diyenleri de uyararak bu büyük yanlıştan çevirdi!

Muhteşem eküriler Ayaz&Demirkan birlikte oldukları her çocuk topluluğunda yaptıkları gibi devamlı birbirlerinin arkalarını kolladılar. Birine karşı yapılmış bir hareket varsa diğeri hemen desteğe gitti, bu hareket annelerinden gelmiş olsa bile.

Mehtap, Demirkan'ı arkadaşlarının geleceği ve oyuncaklarını paylaşcağı konusunda hazırlamış, Demirkan oldukça uyumluydu. Tabii C bloktan toplanıp gelen kalabalığı görünce ufak bir buhran geçirdi ama toparladı.

Benim oğlum herkes toplanınca ve biz de mamaları servis etmek için mutfağa geçince hemen peşimize takıldı ve aç olduğunu bildirdi her zamanki gibi. Ben burada yiycem talimatıyla tabağını doldurup mutfak masasındaki yerini aldı. Diğer çocuklar içerde, orda burda sosyalleşirken o mutfakta gayet cool bir şekilde kendi kendine, üstelik de döküp saçmadan yemeğini yedi. Böylece, her eve lazım çocuk profili çizerek, benim onun hakkında yapmak istediğim şikayetleri baltaladı. Hatta biraz sosyalleştikten sonra ben yine acıktım diyerek bir tur daha yedi. Sonra kalabalık gidince sadece biz ve Esila ile annesi Fazilet kaldığımızda bir porsiyon tatlı daha yedi. Ayaz'ın tek başına mutfakta olmasına dayanamayan Demirkan kendisini sık sık ziyaret edip, hatta bazen yemekte eşlik ederek süper bir ev sahipliği yaptı.

Valla birşey anlamadık, çocuklar ortalarda takıldılar, kah hamur oynamaya masaya oturdular, kah odadan oyuncak taşıdılar, kah birbirlerini kızdırdılar derken 2-3 saat su gibi geçti gitti.

Mehtapçığımın ellerine sağlık, bizi süper ağırladı. İki haftada bir organizasyonu yapıyoruz inşallah. Sonunda başardık, gittikçe daha aktivitesel işler yapabiliriz sanırım.

Ayrıca hiç resim çekmemişim, kendime teessüf ederim. Bir de yahu bizim sitede şimdiye kadar tespit edebildiğimiz 3 tane Eylül 2009 bebeği var, seri üretime geçmşiz de haberimiz yokmuş :)

13 Nisan 2012 Cuma

kısa kısa..

Çarşamba akşamı Ayaz'a dandik bir terlik aldık, sevdiği tiplerden ama marka filan yok. İdare etsin dedik. Eskileri küçüldüğü ve diğerlerini de sevmediği için terliksiz dolaşıyor. Gerçi yenilerini de giymiyor, az biraz yani. Biraz büyük görmüşüz çocuğu gittiler babasıyla küçüğünü almaya. Gitmişken de oradayken gördüğümüz kılıcı da almışlar. Ağzı kulaklarında geldi bizimki. Geldi de ne oldu? Baba kılıcın kabını çıkar dedi, babası da kabı yok ki dedi. Demesiyle susturulamayan bir ağlama başladı. Neymiş efendim o kaplı kılıç istiyormuş. Yok ne desek yok. Şeytan diyor al kılıcı at camdan aşağı.. Eski usul yani. Valla ne yaptım nsıl yaptım da sakinleştirdim hiç hatırlamıyorum. Al sana iki yaş sendromu, üstüne biraz evde uslu uslu otururken çalışmaya başlayan baba ve özellikle de anne.

Dün de işe giderken nereye gittiğimizi sen biliyorsun dediğimde, biliyorum kılıcıma kap almaya gidiyorsunuz deyince, akşam eve gelirken tam bir buçuk saat kaplı kılıç aradık. Neyseki değdi gözlerindeki ışıltıya.

Aslında hep böyle bartan tipler değiliz. Yokluğu da bilsin istiyorum ama elimizde değil işte bazen oluyor efendim. Ne yapmalı, nasıl yapmalı kararsız kalıyorum..

11 Nisan 2012 Çarşamba

Ayaz dedi ki; bebek alalim..

Ha buraya yazıyorum, Ayaz kardeş istiyor.
Dedi ki; anne bebek alalım, senin karnına koyalım..
Dedi ki; anne ben onu uyutacağım, masal anlatacağım, ninni söyleyeceğim..
Dedi ki; ben onu emziririm..
Dedim ki; o olmaz oğlum anneler emzirir, sen biberonla verirsin sütünü. ancak onun içinde büyümesi gerekir.
Dedi ki; tamam. ben ona hergün kahvaltı hazırlarım..
Ben: kahvaltı için biraz büyümesi gerekecek. o hep benim kucağımda olmak isteyecek, sen kızmaz mısın?
Ayz: kızmam, ben de kucağıma alırım.
Ben: peki sen onu uyutursun sonra ben de seni uyuturum olur mu?
Ayz: olur.
Ben: peki o sık sık ağlayacak, hep ilgi isteyecek, seni rahatsız edecek..
Ayz: ben ona keloğlan açarım..

Ne diyeyim, her şeye bir ceva,. dil pabuç..
Oğlum kuzum, ben sen iki yaşına gelene kadar tv izleme diye ne eziyet çektim ne keloğlanı diyemedim tabii.

Şuanda komşumuzun, kocacığımın ortağı ile eşinin ve tabii son olarak Hande&Onur'un bebek beklemesinin büyük payı var tabii.. Hepsine sevgilerimle..

hafta ortasindan haftasonu stresi..

Stres dediysem, heyecan demeliyim aslında.. Haftasonu için çok yoğun ve güzel planlarım var.

Kısmetse hem cumartesi(arkadaşlarımla) hem pazar(kocamla) öğleden sonralarını, Bümed'in düzenlediği anaoluku ve ilkokul tanıtım günlerinde geçireceğiz. Cumartesi sabah site içindeki çocuklarla sonunda organize edeceğimiz ilk oyun grubu toplantısını gerçekleştireceğiz. Hatta bende olacaktı ama Mehtap devraldı sağolsun. Bu yoğun dönemde çok iyi geldi. Pazar sabah da Okan Bayülgen'in konuk olacağı bir kahvaltı-sohbet toplantısına katılacağız.

Ayaz da tüm bu organizasyonlara dahil olacak. Cumartesi kendisini gündüz uykusundan mahrum etmeyi düşünüyorum, performansını merakla bekliyorum. Çünkü çocuklu başka arkadaşlar da gelecek. Onlarla vakit geçirsin hem de etkinliklere katılsın istiyorum. Pazar biz okullarla daha aktif olark görüşeceğimiz için pusetinde mışıl mışıl uyumasını tecih ederim.

Enterasan bir ırkmıyız bilemiyorum ama benim etrafımdaki tüm kadınlar böyle. Devamlı planlıyorum aklımda. Araba olmazsa ne olur, araba olursa ne olur. O gelecek mi, bu gelecek mi? O saatte ordan çıkarım buna yetişirim vs. Aklımın bir köşesinde hep bu proses çalışıyor. Bunun gibi bir çok şey daha. Dedim ya akışına bırakmalı, gerçekten bırakmalı ama nasıl?

10 Nisan 2012 Salı

dayaktan kurtulduk.. uykuda silbaştan..

Gibi gibi.. Oğlan işe gidiyorum dedim mi, kapıya geliyor beni yolcu etmeye iki pataklıyor gönderiyor-du. Bugün de geldi bir hışımla, ama vurmak yoktu annecim dedim. Dinledi sağolsun.

Pazar gecesi Ayaz'ı uyutma seansında önce bir konuşma yaptım kendisiyle. Neler yapması gerektiğini anlattım. Nerelerde okumuştum bilmiyorum ama şöyle birşey vardı; bu yaşlarda çocuklar olumsuzluk ekini pek takmıyorlarmış. Yani "terliksiz dolaşma" yerine "terliklerini giy" demek gerekirmiş. Büyükler için de geçerli olmalı bence. Olumsuzluk eki çok da faydalı değil. Her konuda tutmuyor bu tabii ama elimden geldikçe dikkat ediyorum ve işe yarıyor. İşte o gece de neler yapması gerektiğini anlattım neler yapmaması gerektiğini anlatmak yerine. Ağlama demedim de ağlayınca biz kötü etkileniyoruz, ağlamadan söylersen seni anlıyoruz ama her istediğini yapman mümkün değil dedim. Ağlamak yerine güzelce söyle, yine de yapmana izin vermeyeceksem daha çok sevebileceğin başka alternatifler buluruz dedim. Gülmeyin sakın çünkü anlıyor, hepsi anlıyor bunları. Çok faydalı oluyor Ayaz'la bu tür konuşmalar. Yarından itibaren tekrar kendi kendine uyuyacaksın dedim. Bu gece seninle dedi. Tamam bu gece benimle ama yarın bir masal bir ninni sonra seni öpüp iyi geceler dilerim dedim.

Dün gece biraz kanlı oldu, iki saatten fazla sürdü ama başardık. Ara ara sesim yükselse de kontrolümü kaybetmedim. En sonunda ne oldu? Kapıyı kapattım, tekrar yanına oturdum ve "dün konuşmuştuk, verdiğin sözleri tutacağını söylemiştin. bu gece artık tekrar kendin uyuyacağını söylemiştin. şimdi ne oldu sözünü tutuyor musun canım" dediğimde ağzından bütün gece çıkmayan "tamam" kelimesi döküldü sonunda ve onbeş dakika içinde uyudu bir daha hiç ağlamadan. Sadece biraz Ferber'den esinlenerek, 3 dakika sonra gelip seni tekrar öpeceğim dedim, sonra 5 dakika, sonra 7 dakika için gittiğimde uyumuştu. Ben yine de öptüm tabii.

Ayaz'da işler böyle. Tamam dedi mi tamamdır. Değilse demiyor zaten. O ilk iki saat süresince ne ben ne babası duyamadık tamamı. Ses çıkarmadan bekleyine ben de ona yarın gidip sulama kovanı alırız dedim. Çok sevindi. Babası bulup almış sağolsun. Haftasonu da bir çim adam almıştı da sulama kovasının hikayesi de oradan geliyor. Bekliyoruz bakalım saçlarının çıkmasını..

8 Nisan 2012 Pazar

bezleri attık.. külotlar giydik..


Bir dönemki favorimizin benim için en favori olan şarkısı.. Çok faydası oldu valla.
Yazın başladığımız ve iki ay sürdürdüğümüz ama öğretemediğimiz bezsiz Ayaz dönemi, ikinci denemede yaklaşık 30 aylıkken iki hafta içinde öğreterek başarıyla sonuçlanmıştır.

İlk denemedeki hatalarımı maddelersem;
  • Çocuğun hayatında önemli bir değişiklik yokken, normal rutini sürerken başlayın diye okudum, tam da bakıcısı ayrılmadan iki hafta önce başladım. İki haftada halledecektim aklım sıra. Olmadı tabii. Sonra da en düzensiz dönemlerinden birine denk gelmiş oldu. Bu arada tatillere gidildi vs.
  • Bezi bıraktınız mı bir daha da bağlamayın diye okudum, erken pes edip yok dışarı çıkarken yok  uyurken bağladım. Kafası karıştı tabii çocuğun.
  • Tek kişi bundan sorumlu olsun, altına yapınca tepki vermeyin diye okudum, karışmayan kalmadı maşallah.
Gelelim başarılı denememize;
  • Bir defa daha büyüdü. Bu farkındalığını arttırıp bezini istemesine sebep olsa da aslında farkındalığının artması mantığının ön plana çıkmasını da tetikledi.
  • Ben evdeydim, ben bakıyordum. Kırdım popomu oturdum evde. Ya da kısa yolculuklar yaptım. Oğlum benim evde olma düzenimden gayet de mutluydu tabii. Mutluluk sarhoşluğuna denk geldi.
  • Benden başka bir de baba evdeydi. Ona da ultimatomu verdim, bekledim bekledim sen gitmedin dedim. Ben artık bu işe başlıyorum, senden de hiç mi hiç yorum yapmamanı sadece başardığı zamanlar olumlu motivasyon yapmanı bekliyorum. Yoksa oğlan da ben de demorolize oluruz ha dedim. İstediğim karşılığı da aldım.
  • Gündüz-gece, içerde-dışarda bezi tamamen kaldırdık. Hiç bağlamadık. Evde bez kalmadı dedik.
  • Gece sütünü, suyunu herşeyini kestik. Bunu da anlattım oğluma, bak sonra altın ıslanır rahatsız olursun dedim. Tamam dedi sağolsun.
  • Dışardan gelen tüm yorumlara kulağımızı kapattık. Sonuçta bu işi yapacak bendim ve gerçekten hem donanımlı hem de tecrübeliydim.
  • Alıştırma külodunu sadece ilk günler dışarı çıktığımızda kullandık.
  • Evde halı filan kaldırmadım. Bu işe illa da yazın başlamak gerekmiyor. Kışın da avantajları var. Mesela, altına kalın şeyler giydirince zaten yerler çiş olmuyor. Olan sadece koltuklara olabiliyor. Onlara da alt açma bezli, polarlı, çarşaflı birkaç kat geçtin mi kurtuluyorlar.
  • Bir erkek çocuğu anası olarak kavanoz en iyi yardımcımdı ne yalan söyleyeyim. Hala da öyle.
  • Altına yapınca da önemli değil, dedim, fazla kurcalamadım, bi dahakine filan diye geçiştirdim.
  • Birara külodu attık, bezleri giydik diye değiştirdi şarkıyı ama onu da aa çok komiksin annecim diye geçiştirdim.
  • Bak o tuvalete yapıyor bu tuvalete yapıyor diye örnek göstereyim dedim ama o da bak bunlar da bezine yapıyor dedi, yemedi.
Sonunda oldu nitekim. Bezleri attık.. külotlar giydik..

7 Nisan 2012 Cumartesi

Ayaz bu aralar..

Malum durumlar nedeniyle, anneanneler, babaanneler devreye girince, Ayaz'ın zaptı raptı da iyice zorlaşınca, eski kurallar bir bir yıkılmaya başladı.
  • Maalesef bol bol tv izliyor. Günde 2-3 saati buluyor. Hepsi tv değil bazen de notebooktan izliyor çizgilimlerini(çizgilim=çizgifilm). Bunların bir kısmı pasif izleyicilik şeklinde, annem izliyor bir yandan da boyama yapıyorlar mesela. Bu ara favorisi "Keloğlan" ki bizim de kurtarıcımız kendisi.
  • Artık bezsiz bir ağabey oldu kendileri. Bunu ayrıca yazacağım.
  • Bilsikayarla birebir tanıştı. Artık oradan da çizgilim izliyor.
  • Deli gibi konuşuyor, bizle konuşuyor, kendi kendine konuşuyor, telefonla konuşuyor.
  • Bol bol şarkı söylüyor. Zaten müziğe kabiliyeti hep vardı, kulağı da çok iyi. İleride müzisyen olur da ne zaman başladınız derlerse anne karnında başladım diyebilir.
  • "Neden?" sorusunu çok seviyor.
  • Her gece kırmızı başlıklı kız anlattırıyor. Başka masal yasak. Takıntılı bir tipsin oğlum, bunu yavaş yavaş aşmalıyız ama nasıl?
  • Aynı soruyu defalarca soruyor. Sorular sorular doğuruyor, kendi tatmin olana ya da sıkılana kadar soruyor.
  • İki yaş olayını dibine kadar yaşıyor, yaşatıyor.
  • Her istediğini ağlayarak yapmaya, yaptırmaya çalışıyor.
  • Oturup bizimle bir güzel sohbet ediyor, bayılıyoruz. Öyle cümleler kuruyor ki ağzımız açık kalıyor.
  • Mutfakta beraber yemek yapmaya bayılıyor. Çok güzel kek yapıyor.
  • Temizlik ahh o temizlik. Ne yapsak önüne geçemedik. Hep temizlik yapılsın, mümkünse kendisi yapsın. Her cumartesi gelen Fatma Ablanın peşinde her odada onu izliyor, her gün o gelsin istiyor. O varken yüzümüze bile bakmıyor. "Fatma Abla bir daha sil, bezini yıka" bol bol kullandığı cümleler.
  • Temizlik deyince bir de tabii tüm çocukların ve tüm zamanların favorisi suyla oynamayı da not düşmeden edemeyeceğim.

bugünden örneklerle.. iki yas.. iki yas..

Verdiğim bu uzun aradan dolayı iki yaşın hakkını veremedim sanırım.
Hemen bugünden örneklerle anlatayım.

Saat altıda uyandığımız için saat dokuz olduğunda benim pilim bitmiş, saçlarım elektiriklenmiş, oğlanı gözümün önünden en uzak noktaya gönderme isteğim tavan yapmış haldeydi.

Önce sabahın köründe uyandırılıp süt yap anne, ben de geleyim anne, salonda içicem anne, buram acıyor anne gibi ağlama eşliğinde konuşmalarla talimatlarını bildirdi. Eksiksiz yerine getirmeme rağmen ağlamalar devam etti. Sonra terlik giymem, üstümü örtmem, kahvaltı etmem şeklinde devam eden sabahımız su isterim de su isterim, ütüme su koyacam istekleriyle son buldu. Babası uyandı, gereken ayarı verdi ve kahvaltı edip çipi benden uzaklaştırdı. Kendisine minnettarım.

Ne yapcağımı da bilmiyorum. Zaten çocuğun üzerinde bir hükmüm yok şuan. Ne desem ne tavırla yaklaşsam baltalanıyor dış güçler tarafından.

Gel de tutarlı ol çocuğa karşı, evde üç büyük olunca bakalım. Olmuyor işte.

Dedim ya zaman zaman.. Herşeyi akışına bırakmalı daha  geç olmadan.

6 Nisan 2012 Cuma

çalışan anne evde çalışınca..

Ben bile adapte olmakta zorlandım, yavrum ne yapsın? Başlangıçta haftalık bir program yapmıştım. İş için çalışma saatleri, birebir Ayaz'la ilgileneceğim saatler, ev için ayıracağım saatler ve tabii kalırsa kendim için ayıracağım saatler. Ayaz hangi günler babaannesine gidecek, hangi günler anneannesi bize gelecek hepsi belliydi. Herkes için optimum uygunlukta bir plandı. Herkeslerin onayı alındı ve evdeki hesap çarşıya uymadı. İşle ilgili saati günü belli olmayan bir süreç geçirdim, sık sık dışarılarda olmam gerekti. Eve kaçta geldiğim belli olmadı. Bu arada babaannesi Antakya'ya gitti, bir aylığına. Şimdi tam bir düzensizlik içindeyim. Dışarda da koşturmam gerekiyor evde de olmam gerekiyor. Biran önce kotarmam gereken birkaç kalem kaldı ama bir türlü bitmiyorlar.

Annesinin ve babasının evde olmasına alışmış olan oğlum da kapılara yapışıyor. Bağırıyor, kızıyor oldukça çok tepki veriyor derken yaklaşık iki haftalık bir süreçten sonra alıştı sanırım evde çalışmamıza. Bu hafta ilk üç gün de evde çalıştım. Özellikle dün oldukça verimli geçti. Arada takılsa da çok ısrar etmedi, çok tepki göstermedi. Yine de işe gidiyorum dedim mi dayak yemekten kurtulamıyorum. Bu vurma huyları da bu dönemle birlikte girdi hayatımıza ki bunlar ayrı bir yazı konusu..

Ayaz zaten uyumlu bir çocuk bu gibi konularda. Eskiden de işe giderken beni ağlayıp göndermişliği yoktur desem yeridir. Yalnızca arada bir on gün ağlamışlığı vardır, hiç ağlamazken o ara her gün ağladı ben de tavrımı hiç değiştirmedim, geldiği gibi aynen gitti ağlamalar. Tamam uysun da uyumlu olsun da yavrum, bir düzen verelim uysun. Düzen ister çünkü. En önemlisi budur onun için. Yarın ne olacağını bilmek ister. İşte o yok sorun da orada. Öyle olunca da Ayaz'ı zaptetmek oldukça zor oluyor. Bu da bir süreç geçecek neticede diyorum elimden birşey gelmiyor.

Oğlan uysun dedik de biz adapte olabildik mi sanki. Evde olunca evdeki diğer insanlar da beklentiye giriyorlar. E şunu da yap, buna da el atıver bekliyorlar. Ben desen, benim de yatağı da toplayayım, çamaşırları da atayım modundan çıkmam zor oldu. Tam olarak da çıkabilmiş değilim.

Şimdi önümüzdeki haftaya bakalım, şu kotaracak işleri halledelim, düzen kendiliğinden gelir inşallah, maşallah ve amin..

5 Nisan 2012 Perşembe

yine geldim buraya, yine actim bilsikayari..

bilsikayar = bilgisayar Ayaz'ın deyimiyle.. Şimdi efendim bir evde çalışıyorum, bir çıkıyorum dışarılarda çalışıyorum. Bugün mesela bir sunum hazırlamam, full konsantre olmam gerektiği için kaçtım evden. Takıldım kocamın peşine bir yerlerde konsantrasyonumun gelmesini bekliyorum. Umarım biran önce gelir kendisi..

Oğlum da ne yapsın tam evde çalışmama adapte olmuştu, hadi bugün işe gidiyorum deyince ağladı. Allah Keloğlan keleş oğlandan razı olsun, çıkış anını olaysız atlattık. Biraz dengesiziz yani e tabii çocuk da dengesiz oluyor.

Yine de hayatımda bir düz mantığımı yıkmama yardımcı oldu bu dönem. Şu işler bir bitsin de şunu yapalım, bu süre bir geçsin de bunu yapalım demeyeceğim artık. Ne yapabilirsen yap yanına kar kalıyor. Evde geçirdiğim bir beş aylık süreyi bazı açılardan çöpe attığımı anlayınca dank etti. İyi etti.

Ayrıca bir de bahar enerjisi geldi bana aman nazar değmesin. Havalar daha da ısınsın bak daha ne enerjik oluyorum. Ne de olsa yaz çocuğuyum..

gecen zaman vol. II, çocuksuz da gezeriz.. ilk uzun ayrılık..

Evde olduğumuz zamanı değerlendirdik tabii ki. Hem çocuklu hem çocuksuz :)

İşten ayrıldıktan yaklaşık bir buçuk ay sonra, karı koca ektik çipimizi, çıktık ikinci balayına.. Önce üç gün Paris, oradan her biri bir gün süren Frankfurt, Düsseldorf, Köln üçlüsünü içeren bir tur yaptık, bir de bunların arasına günübirlik Amsterdam sığdırdık. Paris'te bir arkadaşımızın, Almanya'da da başka bir arkadaşımızın yanında kaldık.

Resimler ve geziden detaylar serinin bir sonraki postunda..

Ayaz'dan bahsetmek istiyorum. Yirmialtı ayını doldurmadan ilk uzun ayrılığımızı yaşadık. Yokluğumuzda babannesinde kaldı kuzucuk. Daha önce de birkaç gece kalmıştı, sorun olmamıştı. Ancak bunların hepsi birer gecelik ayrılıklardı. Bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştir sanırım.

Paris'teyken sabah ve akşamları skype ile bağlandık. Daha sonra ancak günde bir kez telefonda konuşabildik. Tabii her seferinde "anne gel" demekten eksik kalmadı ama keyfi de gayet yerindeydi. Hergün çikolatalar senin, sakızlar benim tüm yasakları yıkmış. Günde bir yedi dediler ama bilemiyorum. Özellikle dede ve amca tarafından desteklendiğine emin bile sayılabilirim. Afiyet olsun.

Gezmişler, Ada Defne'yle buluşmuşlar, hatta o gün benimle telefonda bile konuşmadı. Herşey gayet rahatmış yani. Ayaz bana aşırı düşkün olmasına rağmen, böyle zamanlarda hiç zorluk çıkarmıyor. Hem kendi karakterinden kaynaklanıyor hem de bizim hiçbir zaman yalan söylemeyip kaçmamamızın da etkisi olduğuna inanıyorum. Yalan yok dediysek, bir hafta gezmeye gidiyoruz demedik tabii iş için gidiyoruz dedik çocuğum, burada biraz yamuk yapmış olabiliriz.

Ayaz'da durum şu, ben varsam beni ister ve gözden kaybetmez, ben yoksam gitmem gerektiğini kabulleniyor heralde ve sorunsuz keyfine bakıyor.

Bendeyse şöyleydi; ilk önce kendimi nasılsa hatırlamayacak, hem orada da çok iyi vakit geçirecek, hepimize değişiklik diye telkin ettim. Çalışan annelikten evde anne olmaya geçmenin verdiği his vicdanımı inanımaz rahatlattı. Nasılsa hep beraberiz diye düşündüm. Çalışınca zaten çalışıyorum, diğer tüm vakitlerimi oğluma ayırmalıyım duygusu var.

Ayaz'a dönersek, geldiğimizde yüzünde gördüğüm ifadeyi anlatmam imkansız. Mutluluktan delirdi. Sonra da hiç gitmemişiz gibi hayatımıza devam ettik. Üzerinde herhangi bir etkisini görmedim. Sanırım onda da artık evde olmamın verdiği mutluluk ağır bastı.

Ana fikir olarak, gidin gezin anneler/ babalar. Bünyeye de ruha da çok iyi geliyor. Bırakın veletleri de anneanneleri, babaanneleri, teyzeleri kim varsa biraz şımartsınlar. Hem çocuklar da tatil yapmış gibi oluyor hem siz enerji doluyorsunuz..

4 Nisan 2012 Çarşamba

hafta sonu.. ada vapuru.. ilk bisiklet turu..

Cumartesiyi pas geçerek pazardan başlamak istiyorum..

Hava durumuna rağmen, verdiğimiz sözü tuttuk ve arkadaşlarımızla Büyük Ada'da buluştuk. Tabii tek çocuklu çift olarak biz -biraz da Ayaz'ı ilk kez vapura bindirmek için, gerçi ilk kez Venedik'te binmişti ama o bizimkilerin yerini tutmaz- sabah 09.10 Kabataş vapuruna bindik. Diğer iki çiftimiz 10.30'daki deniz otobüsüyle aramıza katıldılar.

Arabanın serviste olmasının da etkisiyle otobüsle iskeleye gittik. Çok da iyi oldu. Sadece üniversite sınavının kalabalığına denk gelmiş olduk. Vapur yolculuğumuz olaysız başladı. Karşımıza da iki büyük oğlu ve Ayaz'dan sanırım bir yaş kadar büyük bir kızı olan bir çift oturdu. O anda iyice anladık ki Ayaz yabancılardan hoşlanıyor. Böyle bir tavırlar değişti bir hareketler değişti ki anlatamam. Sonra ben oğlumu biraz dışarı çıkardım, martıları besledik. Bayıldı tabii ama hava da soğuk ve rüzgarlı. Biraz da babası çıkardı, sonra tekrar içeri girince film koptu. Yaklaşık yarım saat ağladı, ne yapsak susturamadık, sonra da pusetinde uyuya kaldı.

hayvan dostu
ada kazasından sonra scarface

Vapurdan inerken hala uyuyordu. Tam rahat bir kahvaltı ederiz derken uyandı bizimki. Oturduk birşeyler yedik arkadaşlar gelene kadar.

Ada çocuklar için süper bir yer, bir defa araç trafiği yok, temiz hava bol bol, bu mevsimde çok kalabalık da yok. Olsa olsa bisiklet. Biz de durmadık, kiraladık bisikletleri, Ayaz babasının arkasında bebek koltuğunda zevkten dört köşe oldu. Yalnız biz tamamen çaptan düşmüşüz. Yorgunluktan bittik. Dönüşte bisikletleri verirken yine ağladı Ayaz'ım. Zaten bu aralar ağlamak en sevdiği kendini ifade etme şekli.

Neyse ki dönüşteki vapur yolculuğu oldukça eğlenceli geçti. Bu arada İstanbul'a bir geldik ki sağanak yağmur. İyi ki adaya gitmişiz dedik.

dönüş yolunda yorulmuş Ayaz
Not düşelim; Ayaz'a adaya gideceğiz dedikçe Ada Defne'ye gideceğiz zannetti paşam :) ne bilsin çocuğum ada ne demek yarım ada ne demek?

Cumartesi Notu: Ayaz'ın site içinden bir arkadaşının doğum gününe katıldık, Ayaz maşallah baştaki utangaçlığını attıktan sonra çok uyumluydu. Hatta artık kreş zamanı gelmiş yorumu da aldık sevindik.

27 Mart 2012 Salı

hafta sonu..

Hafta sonunu cuma gecesi itibariyle ele alıyorum..

Cuma gecesi Ayazımın Berrin Teyzesi eşi ve oğluyla bize yemeğe geldiler. Misafirler önemli tabii kendisi oğluma 22 ay gözü gibi bakmış biricik Berrinimiz. Biz de cumayı boşaltarak hazırlandık. Yalnız Ayaz'a söylemedik süpriz olsun diye. Akşam olup misafirler gelince Ayaz şaşırdı. Hem sevindi hem de duygu karmaşası yaşadı. Tam sekiz ay oldu tabii, bu arada dört bilemedin beş kez görüşmüşlerdir. Berrin'in adını hatırlamadı, daha doğrusu biraz karıştırdı biraz da gıcıklığına hatırlamıyormuş gibi yaptı. Hem içindeki o yoğun duyguyu hissetti hem de biraz unutmuş, geçmişte kalmış olduğunu fark ettirdi. Çünkü Berrin ayrıldıktan iki ay sonra Ayaz'ın doğum gününde karşılaştıklarında Ayaz neredeyse kaybettiği annesini bulmuş kadar sevinmiş, yanından ayrılmamıştı. Bu kezse samimiyetini kaybetmemiş ancak aynı şaşalı tepkileri göstermemişti. Beni de şaşırttı doğrusu. Yine de giderlerken gitmesinler diye ağladı, çok uykusunun gelmesinin de katkısıyla tabii ki..

Cumrtesi oğlum cuma gecesinin etkisiyle mi bilmem(çünkü çok daha fazla yorulduğu geceler de olmuştu) sabah onbirde uyanarak beni şoke etti. Ben de o saate kadar uyumanın tadını çıkardım tabii. Kocam uyanmış, üstelik evde temizlik var, süpürge sesleri filan vız gelmiş bize. O gün çalışmayı planlıyordum ama o saatte uyanınca havanın güzelliğinin ve Ayaz'ın gündüz artık uyumayacak oluşunun da etkisiyle çalışmayı pazara erteleyip, caddede Ada Defne, annesi ve babasıyla buluşmaya karar verdik. Bizim evimizin babası da karşıda bir toplantıya katılacaktı ne de olsa.. Ataşehir'e babayı bırakıp cadde de park yeri bulmamız bir buçuk saatimize maloldu. En sonunda kavuşup, yemek yiyip sahile parka götürdük çocukları anneler olarak. Babalarla, Ada Defnelerde buluşmaya karar verdik. Ancak dönüşte o kadar zor yer bulduğumuz sokakta arabayı bir çimento kamyonunun gazabına uğramış bulunca günümüzün kalanı biraz sefil geçti. Sonra OMG'de yemekle durumu toparlamaya çalıştık. Ada yemekte uyudu, evde de devam etti. Ayaz da yeni değişik oyuncakların özellikle de bunların mutfak aletleri cinsinden olmasının tadını çıkardı.

Pazar oğlumun da onayını alarak -bu kez arayı soğutmadan- Berrin'e götürmek zorunda kaldım. Çünkü çalışmam gerekti. Akşama ancak kavuştuk oğlumla ama diş ağrısından muzdarip hiç tadım yoktu. Öyle bir gündü işte..

16 Mart 2012 Cuma

gecen zaman vol. I


Güncel bir foto ile giris yapayim dedim.. Artik biraz bugunden biraz dünden bahsederek toparlayacağım, yoksa blogun sonu olacak..
Guncel foto derken tam da bugün, bu sabahın körü aktivitemizden bir resim. Suluboyalarla parmak boya yapmaya karar verince oglum ben de gel seni kedi yapayim dedim.. Ortaya bu tablo cikti..
Neler oldu baslayayım bir yerden diyerek, aniden işi bırakıp yazmaya karar verdim iki satırda olsa. Efendim ben Eylül 2011 sonu itibariyle işten ayrılıp bir süreliğine evde anne oldum. Hatta Ayaz'ın babası da evde baba oldu, yaklaşık bir ay öncesine kadar. Bir ay önce de ben kah evde kah ofiste kah dışarda oluyorum, babası da yepyeni bir baslangıç yaptı onun da düzeni pek belli değil. Oğluşum da ne yapsın 5 ay süren anne ve babayla keyfin ardından yeni düzene ayak uydurmaya çalışıyor, biraz da zorlanıyor tabii. Şimdi biz evde yokken ya da ben evden çalışırken annenne-babaanne ikilisi ilgileniyorlar Ayaz'la..
Buarada Ayaz bebeklikten çıkıp çocukluğa doğru yol almaya başladı. Dolu dolu günler geçirdik, hep beraber. Arada kocamla kaçamak bir yurt dışı da yaptık hani.
Bu da bir başlangıç yazısı olur hem anlatamadığım hem de anlatacağım yeni anılar için umarım..

26 Ocak 2012 Perşembe

Döndüm bennnn.. ilk tiyatro maceramızla karşınızdayız..

Evet yazamamdim uzun suredir.. Sonra bunları da yazacağım bir bir..
Şimdilik gündeme gelirsek; bugün ilk kez tiyatroya gitttik miniş oğlumla ve Ada Defne'yle ve Emir Hakkı'yla..
Ayaz'dan çok şüpheliydim. Benim kıpır kıpıroğlumun yerinde oturabileceğine pek inanasım gelmedi. Hatta Ferda'yla da böyle büyük büyük konuştuk heralde  Ayaz duramaz diye. Yuzumu kizarttı oğlum benim. Hep böyle şeylerde yalancı çıkarsın beni ne olur.. Negüzel seyretti, alkışladı, eşlik etti inanamadım. Ada ve Emir de kendilerinden beklediğimiz performansla çok güzel izlediler. Hatta Ayaz'ı salondan zor çıkardım. Tekrar başlasın diye tutturdu. Bir de Adacığımın "aa prenses topuklu giymiş" diyerek öneimli bir ayrıntının altını çizmesini unutamayacağım. Çocukların ne kadar dikkatli olduğunu ve çocuktur anlamaz demenin ne kadar anlamsız olduğunu atırladım bir kez daha.
Resimle için yeni blogunu açan sevgili Ferda'nın bloguna tık tık lütfen..