31 Aralık 2010 Cuma

2010 - 2011..

Futbol sezonu başlığı gibi bir başlık oldu..

2010'da öğrenmeye başladığım, içimde yeşermeye çalışan bazı duygularımın 2011'de meyve vermesini bekliyorum ben yeni yılda.. Tüm bunlar da zaten bana bağlı ne güzel..

İste iste sonunun olmadığını anladığımız, daha kanaatkar olmanın daha çok huzur ve mutluluk getirdiğini farkettiğimiz, dingin bir yıl geçirelim istiyorum.

Oğlumun hergün biraz daha büyümesini sindirere sindire yaşamak, günlük koşuşturmacanın içinde kaybolup gitmeden, küçük mutlulukların farkına varmak, güzel anların tadını çıkarmak istiyorum.

Zaten olduğu için, normali bu gibi yaşadığımız, halbuki eksik olsa hayatımızı etkileyecek şeylerin farkınavarabildiğimiz, şükretmeyi bildiğimiz bir yıl istiyorum.

En sonda yazdım ama tabii ki en başta sağlık, huzur, mutluluk diliyorum hepimize..

28 Aralık 2010 Salı

Antakya gezisi.. kısa kısa..

Gezi ile ilgili ve muhteşem fotoğraflarla ilgili bir beyanım olmuş gitmeden önce. Maalesef resimleri hala aktaramadığım için telefonumdaki resimlerle başlayacağım.

Dalından henüz tam olmamış portakalı koparan ve tatmak üzere olan Ayaz'ım..

Himm.. Portakal ekşiymiş ama oğlum ekşiyi de sever..
Hatta bayılır..
Not: Pazartesi günü nenoşi ameliyat oldu. Çok iyi geçmiş. Kendisi de gayet iyi. En kısa zamanda tekrar ayağa kalkmasını bekliyoruz.

2010 en çok okunanlar..

2010 yılının şu son günlerinde birkaç liste var aklımda. Bunların ilkini düzen.. düzen yazısıyla yaınlamıştım. Bu kezse liste blogla ilgili olsun dedim. Çok sevdiğim arkadaşımız Ata'nın Hepsi Detay blogundan esinlendim. İlginç olan ise istatistiklere bakmayı şimdiye kadar akıl edememiş olmam değil mi? Liste benim için de süpriz oldu yani. İşte en çok okunan beş yazı karşınızda;

  1. Eğitim Notları IV - (Bebek Beslenmesi) : Hepimizin derdi bebişimiz ne yedi, nasıl yedi, ne yemeli, nasıl yemeli?
  2. Ayaz'ın Odası : Oda mevzusu oldukça ilgi çekmiş. Biz oğlumuzun odasını çok seviyoruz. Herhangi bir sorun da yaşamadık. Tekrar tavsiye edebilirim.
  3. Ayaz & Uyku Arkadaşı : Uyku konusunda en ilgi çeken yazının bu yazı olması beni şaşırttı doğrusu. Artık Ayaz'ın uyku arkadaşı ben ve saçlarımız efendim.
  4. haftanın menüsü.. : Demek sadece bebek yemekleri değil kendi midemize de düşkünüz.. Himm.. Yeni yılda yeni menülerle karşınızdayım. İlk menü şimdiden hazır bile..
  5. Odamız geldi.. : Bebek beslenmesinden sonra en ilgi çeken de bebeğin odasıymış demekki..

15 Aylık Ayaz'ın günlük düzeni..

Ayaz'ın günlük rutininden bahsetmek istedim. Eski notlarıma baktıkça, eski rutinleri de keşke yayınlasaymışım diyorum. Zararın neresinden dönülse kardır diyerek de oğlumun şimdiki rutinini yazmaya başlıyorum. Belki toparlayabilirsem eskileri de yayınlarım ara ara.

08:00 uyanıyor: Eskiden 07:00'dı yanımda yattığından beri uzadı bu süre. Aslında eski saati daha çok severdim, çünkü bir saat kadar birlikte vakit geçirebiliyorduk.
08:20 kahvaltı: Uyandıktan 20 dakika kadar sonra kahvaltı ediyor aslen. Ancak bir yarım saat/ 40 dakika beklemesi gerekiyorsa, uyanınca hemen ballı süt yapıp veriyorum.
10:00 meyve: Kahvaltıdan bir saat kadar sonra. Meyveyle birlikte demir takviyesini de veriyoruz ki c vitamini ile emilimi artsın.
12:00 öğlen öğünü: Hala içinde eti, herşeysi olan tuzsuz sebze çorbasını içiyor oğlum. Sebze püresini yiyor daha doğru olabilir. Hatta artık sebze yemeği kıvamında..
12:30 - 15:30 uyku: Bu kadar uyuyor mu? Evet! Tek uykuya indirdiğimizden beri yaklaşık iki buçuk-üç saat uyuyor.
15:30 uyandığında: İşte tam da buraya bir öğün eklemeliyim. Bu kuru meyve, meyve suyu, ballı süt, az miktar kek ya da kurabiye gibi bişeyler olacak sanırım.
17:00 yoğurt: Bir koca kase yoğurt yiyor sade olarak. Evde mayalıyorum.
19:00 - 19:30 akşam yemeği: Biz ne yersek onu yiyor. Çorba ve ana yemek oluyor. Yanında pilav varsa bayılıyor. Bazen ona uygun olmazsa heme köfte, makarna vs ile destekliyorum.
21:00 uyku: Genelde çeyrek kala gibi odaya çekiliyoruz. Uyuması ise yarım saati buluyor.

Şimdi düşündüm de yemek ve uyku rutini gibi olmuş. Aradaki aktiviteleri yeni yılın planlarını uygulamaya koyarken yazarım.

uyku serisi I

Kabul ediyorum ben bu konuda biraz ehlikeyfim. İpleri de oğlumun eline vermişim gidiyorum. Ancak gelişmeleri ve gerilemeleri de aktarmadan edemiyorum.

Geldiğimiz aşama; Ayaz artık bana sarılarak ya da sallanarak uyumuyor. Ancak maalesef ki hala saçlarımı severek ve benimle uyuyor. Ben varsam benimle o kadar. Ayrıca firardan sonra bizim yatağımızda bizimle(hatta benimle) uyuyor.

Oğluma artık uyku vakti geldiğini söylüyorum. Bunu söylemek için uyku saatine doğru onun çok uzatmayacağı bir aktivite yapıyoruz. Yani bütün hareketli oyunlar bitmiş, Ayaz koltukta ya birimizle kitap okuyor ya da önüne verdiğimiz hadi bununla oynayalım dediğimiz oyuncaklarla oynuyor oluyor. Tabii bu aktivitelerden sıkılma süresi genellikle 2 dakika olmakla birlikte en çok 10 dakikayı buluyor diyebilirim. Koltuktan iniyor. Koltukta oynamaya başlamadan önce de inmek istediğinde uyumaya gideceğimizi söylüyorum. Dolayısıyla indiğinde kaderine razı oluyor. Emziğini ya ben veriyorum ya da ortalığa koyuyorum, o da hemen gidip alıyor. Babasına el sallıyor, bazen de öpüyor(evde başkaları varsa onlara da el sallıyor) sonra bizim büyük yatağa gidip yatıyoruz birlikte. Bazen öncelikle kitap okuyoruz, her zaman değil. Bunu onun uyku durumunu gözlemleyerek yapıyorum. Biraz direnecek gibiyse, önceden kitap okuyorum ki biraz daha yumuşasın. Kitap okurken de hafif yatay, bana yaslanır pozisyonda olmasına dikkat ediyorum ki iyice mayışsın. Sonra yatıyoruz. O hemen benim saçlara yapışıyor. Ben de masal anlatıyorum ki genelde bu aşamada hemen uyuyor. Masalla uyumazsa da ninni söylüyorum. Tabii aralarda kalkmaya çalışıyor ve ağlayacak gibi yapıyor ama hiç istifimi bozmadan yatırıyorum tekrar tekrar, en sonunda sabitleniyor. Uzun uzun anlattım ki belki herkes bir ipucu çıkarır kendine göre.

Gece uyanmaları epeyce düzeldi. Ben yanında olduğum için hemen mama verdiğimde, su verdiğimde ya da ben yanındayım dediğimde, ya da saçımı yakaladığında geri uyuyor. Ne istediğini kestirebiliyorum çünkü çocuğunuzu iyi gözlemlerseniz bunlar gerçekten anlaşılıyor. Tek sorun mama istiyorsa ve mama yoksa hazırda, bir türlü tekrar uyutamıyorum. Öyle denedim, mama içmeden uyusun dedim ama olmadı. Ben de başka taktik geliştirdim.

Bebeğinizi/ çocuğunuzu gerçekten iyi gözlemlerseniz neye hazır olduğunu bundan sonraki aşamayı da görebilirsiniz. Örneğin eskiden Ayaz'ı gece beslemememi söylediklerinde bunun imkanı olmadığını biliyordum, onun bunu kabullenmeyeceğini de biliyordum. Şimdi de farkındayım ki artık gece beslenmesine ihtiyacı yok. Ancak Ayaz öyle dikte ederek yönlendirilebilen bir bebek de değil. Ben de artık gece kendim yatarken 23:00-24:00 civarı mama vermeyi ve bu mamayı da gittikçe sulandırarak vermeyi denemeye başladım. Gittikçe sulandırarak vermek zaten doktorumuzun da önerisiydi. Bir süre sonra bu gittikçe suya dönüşen öğünü atlayacağını düşünüyorum. Bir de sabaha karşı o uyanmadan bir öğün vererek(05:00 gibi), bütün gece uyumayı sağlarsam yakında bu beslenmeleri de bırakacak tahminim.

Şuanda öksürdüğü için yatakları ayırmayacağım ancak, önümüzdeki bir hafta/ on gün için de bu da plana dahil olacak. Zaten bu sürede bütün gece uyuma ve gece beslenmesinin düzene girmesi için ancak yetecek bir süre.

Sonra da yanına yatmadan uyumasına gelecek sıra. Bunu da o zaman anlatırım.

Yazdığım gibi çocuklar kendilerinin neye hazır olduğunu gerçekten belli ediyorlar. Onları gözlemleyerek harete etmek en iyisi. Tabii ikinci gelirse eğer, kendi kendine uyumayı çok daha erken öğreteceğimden-en azından dneyeceğimden emin olabilirsiniz..

bir de hastalık..

Antakya'dan döndükten iki-üç gün sonra Ayaz'ın burnu akmaya başlamıştı. Çok önemsemedim, biraz artınca da peditus verdim. Bu arada geçen hafta da 15. ay kontrolüne gittik, orada muayene de oldu tabii ki, bir sorun görmedi doktorumuz. Sadece kulaklarda hafif kızarıklık var, ateş çıkarda orta kulağa çevirebilir. Ateşi çıkarsa hemen getirin dedi. Böyle bir sorun da yaşamadık. Ancak haftasonu öksürüğü gittikçe arttı, en son pazar gecesi tabiri caizse "köhür köhür" öksürdü bir-iki kez. İyice ciğerler inmeden doktora götürelim istedik hemen. Aslında babası biraz panik yaptı diyebilirim. Bronşiyolit bile değil sadece başlangıcı olduğunu söyledi doktor. İki tane nur topu gibi öksürük şurubu verdi. Dün de şurupları vermeye başladık. Çok öksürmüyor, ancak öksürdüğünde de korkutucu bir ses çıkarıyor.

Bunun dışında, neşesi, keyfi, enerjisi gayet yerinde. İştahı iyi maşallah. Kulaklardaki kızarıklık da geçmiş. Başka bir sorun yok yani. Bir önceki yazıda bahsettiğim kızarıklıklarsa büyük ihtimalle sinek ısırığı, hatta en sonunda dün gece sineği de yakaladık. Başını vurduğu yerse şişmedi bile (hemen soğuk kompres yapmamızın büyük faydası oldu) sadece hafif morardı ancak aynı yerde bir de sinek ısırığı olduğu için dikkati çekmiyor.

Ne oluyor anlayamadım, sinekler, düşme bir de hastalık. Canım yavrum. Tüm bu kötü enerjiyi savuşturmak istiyorum senden uzaklara.. Bir de hiç hasta etmedik yavruyu diye övünüyorduk.. Bir haftasonunda başına gelmeyen kalmadı oğlumun..

25 Aralık 2010 Cumartesi

üzüntü.. kızgınlık.. hepsi birarada..

Ayaz biraz önce düştü. Yatakta zıplarken, öylece düşüverdi birden.. Başının üstüne. Yakalayamadım.. Çok uykusu gelmişti zaten, babasını beklemiştik.. Bugün öğlen uykusundan kalktığında yüzünde 4-5 tane kızarıklık varmış. Sonra iki tane de elinde olduğunu farketmişler anneannesiyle Berrin Teyzesi. Dün gece sivrisinek vardı odada bu mevsimde, ondan şüpheleniyorum ama birşey alerji yapmış da olabilir ya da başka birşey olabilir bilemiyorum. Doktoruyla konuştuk, bekleyelim dedi. Herneyse artık, babası da görsün diye bekledik. Tabii iyice uykusu gelen oğluşum da iyice hareketlendi ve sersemledi. Ben de boş bulundum ve olan oldu. Çok üzgünüm. Bir de bebekken hiç düşürmediğim için övünürdüm kendimle. Hiç boş bulunmaya gelmiyor işte bu işler. Çok kızıyorum kendime..

Sonra iki saat kadar uyutmadım, yatırınca hemen uyudu miniş. Şimdi gece nöbet tutacağım başında, bir sorun var mı diye.. Allah korusun..

Not: Geçen hafta ziyaretine gittiğimiz sevgili nenoşimiz de dün gece düşmüş ve kalça kemiğini kırmış.. Bugün bu kötü haberi de aldık.. Ne cumaymış.. Çok geçmiş olsun nenoşi, iyi haberlerini burdan yazmak istiyorum en kısa zamanda.

23 Aralık 2010 Perşembe

yeni mim.. emzirme reformu..

Kendi kendime cevaplayacağım ikinci mim oluyor bu. Ama bu kez Blogcu Anne isteyen üzerine alınsın dediği için kendi kendime sayılmaya da bilir.

(1) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
%30 olarak düşünmüştüm. Sadece %1,3 müş, inanamadım.

(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
Yaklaşık onüç ay emzirdim.

(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
Sadece dört ay ücretli doğum iznimi kullandım ki zaten (iki hafta planlamamıza rağmen Ayaz geç geldiği için)üç haftasını doğumdan önce kullanmıştım. Bunun sonuna bir de birikmiş izinlerimden ekledim, neticede oğlum dört aylıkken işe döndüm.

(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Evet bu konuda hiç sorun yaşamadım. Hatta süt iznimi günde iki saat kullandım, mesai saatleri içinde de başlangıçta günde üç kez süt sağıyordum.

(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Hayır kesinlikle karşılaşmadım.

(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Yaşamadım. Ancak ben bu konuda biraz çekingenim zaten. Gerektiğinde de hep örtü kullanarak emzirdim.

(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
Olmadı. Daha önce gittiğim eğitimlerde bu konuda oldukça detaylı bilgi verilmişti. Ayaz da ben de hiç sorun yaşamadık. Sanki o hep emiyor ben de hep emziriyor gibiydik daha ilk buluşmada. Çok şanslıydım.

(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Baskı görmedim. Ancak sütün yetmiyor sözünü duymamış anne hiç yoktur sanırım. Ayaz'ın kilosu hep %90-95 gittiği ve sadece anne sütü aldığı halde bile bu sözü duydum.

(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Emzirme Reformunu biliyorum ve en başından beri de destekliyorum. Bebeğini altı ay sadece anne sütüyle beslemiş ve çalışan bir anne olarak işyerim oldukça anlayışlı olmasına rağmen çok zorlandım. Üstelik tüm mükemmel koşullara rağmen süt sağma işini boş bulduğum toplantı odalarında yapmak zorunda kaldım.

(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli
Destekledim.

İşe başladıktan sonraki koşullarımı burada yazmıştım. Özet olarak işi eve yakın, işvereni ve yöneticileri de oldukça anlayışlı, şanslı biri olarak yine de zorlandım. Ayrıca herkes şanslı olacak diye birşey yok. Bu şansa bırakılacak birşey değil.

17 Aralık 2010 Cuma

düzen.. düzen..

Bazen bazı şeyleri akışına bırakmak gerekir. Akışına bırakmazsanız çok yorulursunuz. Özellikle de zihnen yorulursunuz. Bazense akışına bırakmamak, dizginleri ele almak gerekir. Planlı hareket edemezseniz çok yorulursunuz, hem zihnen hem de fiziksel olarak.

Hayatı kendim için, dolayısıyla da ailem için daha kolaylaştırmam gerek çünkü yıpratıcı olabiliyor.

Ayaz doğduktan sonra, hatta işe dönmeme az kala, ev işi-yemek düzenini oturtmam gerektiğini biliyordum. Aylar geçti, kendince bir düzen kuruldu ama olmuyor. Ben de dizginleri ele almaya karar verdim. Tam da yılsonu, herkesin yeni kararlar alması muhabbeti varken iyi oldu.

  • Bunlardan biri işte; haftanın menüsü.. Tabii ki dışarı çekacağız, tabii ki canımız dışardan birşeyler de söylemek isteyebilecek. O zaman düşündüm ki ya o günün menüsünü es geçeriz ya da işte o "kalanlar" yazan günlere ilave olmuş olur. Ayrıca kolay menülerle başladım ki kendimi zora koşmayayım ve sıkılmayayım.
  • Diğer plan; evdeki temizlik ve çamaşır günlerini bir rutine oturtmak. Ancak bunun bir kısmı yalnızca bana bağlı değil ve bir türlü organize edemiyorum. Yeni yılla birlikte son kez konuşacağım.
  • O hafta hatta o ay içinde kendi yapacağım, planlayacağım ev ile ilgili işlerimi yazma ve yazdığım süre içinde kotarma planım var.
  • En önemli olarak; Ayaz için oyun gurubu oluşturma ve bu grubu da organize etme, aylık rutine bağlama planım var.
  • Ayaz için aktivite listesi oluşturma ve Berrin'i de buna göre yönlendirme planım var.
Organize bir yıl planım var dostlar..

haftanın menüsü..

Bu hafta itibariyle bazı şeyleri daha programlı bir hale yola sokma çalışmalarıma başlıyorum. Yeni yıl kararları diyelim ama başlamak için yeni yılı bekleyemeyeceğim.
Bu planların ilki de haftanın menüsü stratejisi..

Bu fikir Pratik Anne'nin Hafta'nın Menüsü blogundan aklıma geldi. İyi ki de gelmiş. Hem burada hem de mümkünse orada paylaşacağım menüleri. Belki bu şekilde belki daha yaratıcı menüler oluştururum ve belki de bu düzende devam etme konusunda kendimi motive etmiş olurum. Menüler pazartesinden başlayarak yedi günü kapsamaktadır efendim.

Bu (20/12/2010) haftanın menüsü;

Pazartesi: domates çorbası, bezelye, pilav, salata
Salı: domates çorbası, mantı
Çarşamba: pazartesiden kalanlar
Perşembe: saray çorba, tavuklu&nohutlu pilav, cacık
Cuma: patates oturtma, salata
Cumartesi: kalanlar
Pazar: kurufasülye, pilav, komposto

Haftanın Menüsü

8 Aralık 2010 Çarşamba

Abbas Ailesi..

Artık bitanishes sitesinin de adını abbas olarak değiştirmem gerek sanırım. Ayaz ve ailesi yine yollarda. Yine Antakya ve babaannesi de tabii ki yine yanında.. Dörtlü olarak güzel bir geziye çıkıp, yiyip içip dönmeyi planlıyoruz. Artık kaç kilo alırım bilemem ama az gün kalacağız, belki buradan kurtarırız. Dönüşte üç kişi çekirdek aile olacağız. Babaanne biraz daha kalacak.
Ayaz yine uçağa binecek, bu sefer o kadar bebek de değil ve emmiyor da. Umarım emzik alır paşam. Orada hava nasıl, sobalı evde Ayaz'ı nasıl zaptedeceğiz gibi soruları öteledim aklımdan, bakacağız nasılsa bir çaresine. Şimdiden düşünmek insanı yoruyor sadece.
Dönüşte bomba gibi fotolarla buradayız.

30 Kasım 2010 Salı

Ayaz Firarda.. Sinemalarda..

Efendim dün ilan ettiğim üzere, gece ferberi uygulamak için oğlumla odasına çekildik. Burda normal uyku rutininden farklı olarak, normalde diğer odada ayağımda sallıyordum, normalde sadece ninni söylüyordum. Onu sakinleştirmek için yatağına oturttum, bir kitap okuduk. Sonra bir masal anlattım. Bu arada devamlı ninni de söyleyeceğimi, ninni bitince de onu öpüp çıkacağımı ve kendi kendine uyuyacağını söylüyordum. Masal esnasında stabil bir şekilde yatırmayı başaramadım. Devamlı ayağa kalktı. Yastığını aldı yatakta dolaştı. Oyun yaptı bu işi ve çok mutluydu. Ancak yatmak bilmedi. Niniye geçince de ben her yatırdığımda saçlarımı uzatmamı istedi. Saçları versem sakinleşiyor, yoksa ayağa kalkmak istiyor. Ancak bu saç olayı olmamalı bu yüzden vermedim. Yalnız emziğini verdim. Ninni de bitince tekrar yatar pozisyona getirdim, öpüp, iyi geceler dileyip çıktım. Babasının yanına gittim.

Bekleyiş başladı ama eminim ki yatmayacak, kalkacak filan. Üç dakika sonra da yanına gideceğim. Bu arada önce mızlanma sonra da ağlamaya dönüşen "anne.. anneeee" sesleri başladı, daha bir-iki dakika olmuştu ki (babası koltukta oturuyor ben de ayakta koridoru görebilecek şekilde duruyorum) babası geliyor heralde dedi ben de yok canım derken yükselen sesler üzerine koridora baktım ki kafa önde koşarak geliyor. "anneeee.. anneeee" diye koşarak gelen bir çip. Hemen koştum aldım kendisini. Sarıldım, öptüm, sustu. Yataktan atlamış, kaçmış, firar etmiş resmen! Tabii benim başımdan kaynar sular indi. Onu kucağıma almadan önceki birkaç saniyede acaba kafası, gözü mü yarıldı, kolu mu kırıldı diye düşünceler bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı geçti. Önce şok korku ve üzüntüyle canımın içini kucakladım, hemen sakinleşti zaten. Heryerini kontrol ettim. Asayiş berkemal. Zaten Ayaz'da gayet mutlu mesut. Engelleri aşıp annesine kavuşmanın gururunu yaşıyor.

Aklımız başımıza gelince gittik Ayaz'ı yatağına koyduk, göster bize nasıl indiğini dedik. Birkaç figür yaptı ama bir yandan da gülüyor, dalgasını geçiyor bizle.
sonunda diğer odaya ayakta ve kucakta sallanmak üzere terfi ettik. Uyumadı. Sonra babası gelip biraz aldı. Ben de zaten süt saati de geldiği için süt yapayım dedim. İçerden yine "anne.. anne.." diye bağırıyor. Babası da şu sözlerle karşılık verdi. "Ne anneymiş be, kavuşmak için yataklardan atladın". Orda artık biraz gevşedim, tabii gece de yatağına güvenemeyeceğimiz için yine yanımda yattı. Bizim odaya gittiğimizde sütünü içip çabucacık uyudu.

Bu macera da böyle gerçekleşti. Sona erdi diyemeyeceğim çünkü pes etmedim. Ancak oğluma önce odasında/yatağında uyumayı, kitap, masal ninni rutininden sonra uyumayı, sonra yatarak uyumayı öğretmem, en son da kendi kendine uyumayı öğretmem gerekiyor sanırım. İlk öce tabii yatağı alçaltılacak. Çünkü bir daha güvenip de bırakamam. Ayrıca biliyorum ki bri kez o yataktan inmeyi başaran Ayaz'ı hiç bir güç durduramaz.

Not: Yataktan nasıl inebildiği tam bir muamma. Hala çözebilmiş değiliz çünkü düşmemiş. Düşse ağlardı, hemen sakinleşmezdi, kalkıp gelemezdi, canı yandığındaki ağlamayı çok iyi bilirim. Başında çok hafif bir kızarıklık var ama acımıyor. Başka da bir belirti yok. Bu akşam takrarlayıp gözetlemeyi düşünüyoruz.

Diğer Not: Yatak da şurdaki kocaman yatak..

29 Kasım 2010 Pazartesi

Ferber..

Aslında aklıma yatan ama bir türlü cesaret edemediğim, Ferber Metodu'na bu akşam itibariyle başlıyoruz. Bunu sürekli bahaneler bulup erteliyordum ama bu kez sevgili kocamın da desteğiyle karar verdim. Artık treni kaçırdığımı düşünürken, daha önce bu yöntemi uyguladığını bildiğim blogcu anne'nin yazısını bir daha okudum. Ordan yola çıkarak da hayal alanım blogundaki yazıları okudum ve çok geç olmadığını görmüş oldum.

Bu hafta evden çıkmamaya karar verdik (çok sevdiğim yengemin doğum gününü de kutlayamayacağız bu nedenle ancak daha fazla erteleyemem). Bakalım bu gece bizi neler bekliyor?

25 Kasım 2010 Perşembe

diş..diş..diş..


Diş konusunu, tabii şimdiye kadar geldiğimiz haliyle toparlayıp yazmak istedim.

Ayaz, hareketli ama aslında tam da biraz erkenci bir kitap bebek olarak ilk dişini yaklaşık altı aylıkken çıkardı. Tabii sıralamada biraz şaşırmalar oldu. İlk önce alt santral kesici iki dişini, sonra alt lateral kesicileri, sonra üst santral kesicileri, en son üst laterallerden birini seri şekilde çıkardıktan sonra(yaklaşık 3 atlık bir süreçte) diğer üst lateral için dört ay kadar bekledi. Diş görünüyordu ancak ucu bir türlü çıkmıyordu.


Bayram tatilinden önce, oldukça uykusuz geçen bir geceden sonra bir de baktık ki diğer üst lateralin ucu da görünmüş. Zaten epeydir bekliyorduk kendisini. Bundan sonra diğerleri ne durumda diye kontrol ettiğimde taarruza geçmiş kabarmış bir sürü diş buldum. Aman dedim tam da tatile filan gidiyoruz. Şimdi bunlar bir de azı dişi, ateş filan eyvah eyvah. Normalde bu gibi durumlarda pek panik yapmam ama, evde olmama fikri beni ürküttü.

Nitekim gittik tatile, Ayaz'ım da daha önce yazdığım gibi dört günde üç azı dişi çıkardı. Birinci azılar. Diğeri de kabarmış şişmiş. Ayrıca üstte iki köpek dişi de çok şişmiş.

Ne oldu peki, uykusuz her gece oldu. Ne ateş, ne de büyük birşey yok şükürler olsun. İlk dört dişte görmediğimiz şunlar oldu ama; ishal olmasada sık kaka yapma durumu(günde 2'den günde 5-6'ya çıktı kaka sayısı), pişik(epeydir pişik kremi vs. kullanmıyordum, geri döndük bunlara), geceleri uyumama-uyuyamama sıkıntısı, yine geceleri oğluşumun inlemesi, acı/ağrı çektiği belli olan çığlıkları, ağlamaları. Üç azı çıktı ama hala da tam olarak çıktıklarını söyleyemem, bazısı tam görünüyor, bazısı ele geliyor. Sanırım bunların ağrıları ve belki de diğer kabaranların ağrılarıyla hala bir gün uyuyor, birgün uyumuyor, birgün keyifli, birgün keyifsiz. Kaka sayısı hala çok, pişik hala olabiliyor.

Kendisine yardımcı olabilmek açısından, dentinox yerine jel olarak calgel e geçtik. Tadı daha iyi olduğu için en azından sürdürüyor. Genelde günde 2-3 kezden çok sürmedim. Gündüzleri hiç sürmedim çünkü gerek kalmadı. Bol bol kemirebileceği yiyecekler verdim. Elma, havuç gibi şeyleri soğuk verdim. Tüm anne şevkatimle üzerimde uyumasına izin verdim. Sadece iki kez gece ağrı kesici verdim çünkü durumu çok acıklıydı. Anne olmak o kadar enteresan ki bu durumda bile kendimi sorguladım. Acaba kendi gücüm yetmediği için mi ağrı kesici veriyorum diye. İlaç taraftarı da olmadığım için(aşırı karşıtı da değilim gerçi) istemeye istemeye verdim. Sonra düşündüm de ne saçma. Bebiş orda ağrıdan inliyor, uyuyamıyor, perişan durumda. Ben bu yaşımda aynı durumda olsam ve ilaç içmesem kendime gülerdim. Oğlana da verdim işte. Olay bundan ibaret, bu kadar sorgulamaya gerek var mı.

Neticede Ayaz ve ben özellikle gece uyku saati yaklaşınca koala moduna geçiyorduk. Hala da durum çok değişmiş değil. Bir öyle bir böyle..

Dişlere selam ederim..

23 Kasım 2010 Salı

dişler, ah o dişler..

Bayram tatili öncesinden başlayarak oğluşum, 4 günde 3 azı dişi çıkararak rekora koştu. Hatta daha da genişletirsek, öncesinde de bir kesici diş çıkartmıştı ki 7 günde 4 diş çıkmış oldu. Öyle komikti ki nerdeyse hergün jel sürmek için ağzını açtığında yeni bir diş keşfettim.

Tabii bu yoğun tempoda, diş çıkarışı da ilk kez epey sorunlu oldu. Tabii Ayaz'ın performansına göre, yoksa diğer duyduklarıma göre oldukça sorunsuz da geçti diyebilirim. Geceleri hiç uyumadı, uyanık olduğu tüm zamanları da nereyi ısırsam diye aranmakla geçirdi. Uyumaya çalıştıkça inledi, mızmızlandı. İshal diyemem ama bol bol kaka yaptı. Benimde içim parçalandı. Arada bir güzel uyuduğunda ençok onun için ama tabii ki kendim için de çok sevindim. Bu sürenin tatile denk gelmesine de ayrıca sevindim. O kadar uykusuzlukla hergün işe gelmek ölümcül olurdu diye düşündüm. Ancak süreç hala bitmiş değil. Hala sütünü bitirdiğinde biberonları delicesine dişliyor, gece bol bol uyanıyor ve uyumak bilmiyor. Ben de o halde sabah işe geliyorum paşa paşa. Akşamları da Ayaz'ı yatırdıktan sonra gelen uyku dalgasını kovalayıp, geç yatıyorum, nasıl bir mantıksa. Bu da böyle bir süreç, geçecek. Ben anneliğin tüm zorluklarını bu şekilde karşıladım. Hiç bir zorlukta yılmadım ya da çok yakınmadım(uyku konusunda zaman zaman çileden çıkma durumlarına geldiğimi unutmadım tabii ki). Tabii ki böyle zorluklar var ama biliyordum değil mi? Yani bu zamanlar geçecek, yeni zorluklar gelecek. Yani bu dişler çıkacak mesela, sonra düşecek yenileri çıkacak. Bu çocuk elbet bi zaman bütün gece uyuyacak. Bu zamanların geçmesini beklerken, diğer tüm sevimli haller de geçecek, yerini yeni sevimli hallere bırakacak, veletler büyüyecek. Esas bunları kaçırmamak lazım. Acısıyla tatalısıyla doya doya yaşamak lazım. Mesela tüm o diş ağrısı varken ve bir türlü uyuyamazken benim üstümde yatınca, melek gibi uyuyan o pamuk haller unutulmamalı. Gece nasıl uyuyamadığımdansa ben meleğimin beni yatak olarak kulanınca huzur bulan o güzel yüzünü düşünmeyi tercih ediyorum.

Çok uzun oldu belki ama anlatabilmişimdir umarım..

Bayram & Ankara

Öncelikle herkesin geçmiş bayramını kutlamak isterim..

Bayramda güzel bir Ankara seyahati yaptık. Üçümüze ek olarak Ayaz'ın babaannesi ve dedesi de bize katıldı. Zaten orada da sevgili kocamın halası ve amcasında kaldık. Aynı apartmanda oturuyorlar, ve orada bir de torun büyütüyorlar. Pamir, Ayaz'dan altı ay büyük bir afacan. Çok hareketli maşallah. Sayesinde, gitmeden önce koltuğa tırmanma denemeleri yapan Ayaz'ım da döndüğümüzde düz duvara tırmanacak kıvama gelmişti.

Havanın güzelliği de bizim için süpriz oldu ve dere tepe gezdik. Cumartesi yola çıktık. Yolculuk oldukça başarılı geçti. Pazar günü hemen Anıtkabir'e ve ordan da mis gibi kokoreç ve özel sütünden dondurma yemek için Atatürk Orman Çiftliğine gittik. Gerçekten sütü de dondurması da harikaydı.


Pazartesi Beypazarı'na gittik ve İnözü Vadisi'nde yemek yedik. Her ikisi de mutlaka görülmesi gereken yerler. Beypazarı'nda eski yapıların korunmuş olması harika ancak keşke yeni yapılar da bu güzelliği bozmadan inşa edebilseler ve buralar gerçek bir şehircilik anlayışıyla gelişse de tarihi doku bozulmasa. Burada oğlum, dut şurubuna bayıldı ve amama amama diye dolaşıp durdu. Şunu da belirmeden geçmeyim, Beypazarına kadar gidip de İnözü Vadisi'ni görmeden dönmeyin. Çünkü hemen dibi ve muhteşem bir doğal güzellik. Tam bir kanyon. Beypazarı'ndan çıkar çıkmaz sola dönünce hemen orası oluyor, zaten tabelalar da gösteriyor.


Salı günü bayramın ilk günü olduğu ve kurban kesildiği için evde oturduk sonunda. Gerçi oturduk diyorsam, erkekler kurban işine gittiler, onlar dönüp bayramlaştıktan sonra kocamla ben 1-2 saat baş başa kısa bir kaçamak yaptık, birer kahve içtik.

Bayramın ikinci günü bu kez Ayaz'la birlikte Ömür Ablamı, sevgili Emre ve Efe'yi ziyarete gittik. Çok özlemiştim, çok iyi geldi.

Üçüncü gün Bayram ziyaretlerini bitiren bir çok Ankaralı ile aynı fikirde olmuşuz ki herkesin gittiği A.O.Ç Hayvanat Bahçesine gittik. Böyle bir kalabalık uzun süredir görmemiştim. Tüm yetkilileri kutlamak isterim. Hem bilet kuyruğu çok çabuk ilerliyordu hem de içerisi gerçekten temiz ve bakımlıydı. Giderken bu kadar büyük bir hayvanat bahçesi beklemiyordum doğrusu. Zürafa, zebra, aslan, kaplan gibi pek çok beklemediğim hayvan vardı. Bence genel olarak güzel ve bakımlıydı. Alan çok geniş ve ferahtı. Kalabalığa rağmen rahat rahat dolaştık. Ne olursa olsun doğal ortamlarından koparılan bu hayvanlar için üzülüyorum. İnsan gerçekten de en vahşi hayvan.

Ayaz bu geziden çok zevk aldı. En çok ilgilendiği hayvanlar, sırasıyla, köpekler, kediler ve balıklardı. Kçpeklerle birlikte uzun süre havladı, yanlarından ayrılmak istemedi. Keçiyi elleriyle besledi ancak bu sevdasından keçi elini yalayınca vazgeçti.


Bayramın son gününde de dönüş yoluna çıktık. Yollar yine kalabalıktı. Ayaz'ım süper performans göstererek genelde uyudu, uyumadığında da uslu uslu oturdu.

10 Kasım 2010 Çarşamba

sinirli oğlum..

Söz verdiğim üzere.. sinirli oğlum..

iyi uykular...

Uyku konusunda yazdım yakındım da peki bir girişimde bulundum mu? Hayır.. Öyle böyle idare ediyoruz. Biraz gece uykusuna yatış rutinini genelledim o günden bugüne o kadar.
Son günlerdeyse tüm sorunumuza ek olarak gece ya da sabaha karşı uyanıp bir saat kadar geri uyumamalar, daha sonra da bu uyumama seanslarına ağlayarak uyanmalar ve kolay sakinleşememeler eklenince artık bu işte bir iş var dedim ve dişlere yordum. Gerçekten de dişler çok kabarmış, şişmiş.
***
Büyükler dermiş ki, yiyen ve uyuyan bebek anlatılmaz.. Ancak içimdeki neşeyi paylaşmadan yapamıyorum.. Hala da inanamıyorum sanırım ki..
***
Dün öğleden sonra Ayaz Paşamın yanına giden babaannesi, çok hapşırdığını ve burnunun aktığını söyledi ve ilaç verelim mi dedi.. Ben de şifahen ilgili ilaçtan yarım ölçek verebileceklerini söyledim. Sonuçta akşam geldiğimde hapşırık da burun akıntısı da epeyce azalmıştı. Saat 21'e doğru uyuttum, ben de uyuyakaldım. 22.30 gibi huzursuz uyudu, sonraki 1,5-2 saat de 20 dakikada bir uyandı. Uyumadı yani. Ama rahatsızlığı var belli. Bu arada devamlı pışpışladım ama krize dönen uyanmalar da oldu. İlk krizde dişlerine jel sürdüm, ikincide mama verdim, üçüncüde -artık eşim de gelmişti- ilacını verdim. Gecenin gidişatı konusunda makus talihimi kabullenerek, bizim yatağı Ayazla benim yatacağım şekilde düzenledim. Sonra biraz salona geçtim, saat epey geç olduğu için de fazla oyalanmadan yattım.
***
Oldukça uzun girizgahtan sonra sadede geleyim. UYUDU.. Bütün gece uyudu. Tabii 2-3 kez mızmızlandı ama geri pışpışlayınca uyudu hemen. Sabah altı buçuk gibi uyanıp biraz bana sokulup şekerleme yaptı. Sonra ben kalktım, on dakika sonra o da uyandı, süper şirin ve dinlenmiş olarak. Ah yavrum, hep böyle uyusan ne şeker kalkarsın, tabii ben de :)
***
Sonuçta, hafif hastalık var, ilacın etkisi var, erken saatlerde bir türlü uyku tutturamamış olmanın verdiği yorguk var ama bu koşulların daha önce de sağlandığı oldu. Böyle bir uykuysa ilk kez görüldü.
***
Akşama da annem var, hazırlıklar var, önümüzdeki hafta bayram var. Bayramda gezme tozma var. Bugün yüzünden sırıtışı eksik olmayan bir ben var, dinlenmiş, dinamik, huzurlu. Darısı diğer gecelerimizin başına.

2 Kasım 2010 Salı

kendi kendimi mimliyorum..

1. Bir zamanlar “bebek günlükleri” vardı. Sizce bloglar onların yerini aldı mı?
Bebek günlüğü tutmuyorum çünkü blog yazıyorum. Yani bence aldı. Ancak yine de bir arkadaşımın bebeği için hazır formatta bir günlük tuttuğunu gördüğümde keşke ben de alsaymışım dedim. Belki ikincide yapabilirim, kalemle yazmaya bayılıyorum çünkü..

2. Blog yazarlığı ebeveynlik tarzınızı etkiliyor mu? Nasıl?
Yazarlık belki etkilemiyor, belki de az da olsa etkiliyordur. Ancak blog okurluğu kesinlikle çok etkiliyor. Daha hamile kalmadan önce anne-bebek bloglarını keşfettiğimde önümde koca bir derya açılmıştı.

3. Anne-baba-çocuk blogları blog dünyasını etkiliyor mu? Nasıl?
Anne-baba-çocuk blogları da diğer tüm blog grupları gibi bu dünyayı etkiliyor. Farklı kesimlerden farklı bakış açıları yakalanıyor böylece.

4. Çocuk büyütmekle ilgili olarak, bloglar olmasaydı kesinlikle farklı davranırdım dediğiniz bir şey var mı?
Düşündüm ama bulamadım. Ancak bloglar benim bir çok kişi ve kavramla tanışmama sebep oldu. Tracy Hogg, Montesori gibi faydalanmaktan vazgeçemeyeceğim kaynaklarla tanıştım. Bunlarla ilgili kendi uyguladıklarımdan vazgeçmek istemem.

5. Anne-Baba olmak meslek mi yoksa üstlendiğimiz toplumsal rollerden biri mi?
Kesinlikle meslek değil. Anne-baba olmak bir kere karar verdiğinizde bir daha asla vazgeçemeyeceğiniz bir yaşam biçimi. Artık benden/bizden çıkmış bir o var ki herşeyden değerli. Toplumsal rolden ziyade içgüdüsel olduğunu düşünüyorum. Tabii daha bu evrimi gerçekleştirememiş istisnalar kaideyi bozmaz.

6. Anne-baba-çocuk blogları, babaları nasıl etkiliyor?
Kesinlikle babaları belki de annelerden daha çok etkiliyor. Özellikle annelikle ilgili anlayamadıkları bazı durumların kendi dışlarında da böyle yürüdüğünü görmek onlar için kabullenmeyi arttırıyor bence. Annelik çok farklı biz hemen her aşamada bebeğimizle yaşama hazırlanıyoruz. Babalarsa esas bağı ancak bebeklerini kucaklarına aldıklarında hissediyorlar ve hayatları alt üst oluyor. Bunun sadece kendisi için olmadığını öğrenmek her insanı rahatlatır.

7. Bloglar yoluyla gerçekleşen bilgi ve deneyim aktarımı büyükanne-büyükbabaların bilgi ve deneyimini değersizleştiriyor mu?
Bence değersizleştirmediği gibi daha da değerli kılıyor olabilir. Hemen hepimiz bloglarımızda annemin sözüne döndüm cümlesini farklı versiyonlarla kullanmışızdır değil mi? Ancak değişen koşullar ve hayat onların bazı deneyimlerini miyadı dolmuş kılabilir.

8. Anne-baba-çocuk blogları sözkonusu olduğunda, blog yazmayı daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsunuz?
Sonsuza kadar :) Yazmayı ne kadar sürdürürüm bilemiyorum ama format ne kadar aynı kalır bilemiyorum. Yani 18 yaşındaki Ayaz'ın üniversite sınav stresini burada yazmamdan hoşlanacağını hiç sanmam..

9. Yazdığınız blog kapansa ya da kapatılsa bloglar yoluyla kurduğunuz sosyal ilişkiler devam eder mi?
Zaten henüz blogum vasıtasıyla kurudğum bir sosyal ilişki yok. Ama diğer platformlarda (başka bloglar, mail grupları) bu dünyayayla bağımı sürdürebileceğim için sorun olmaz sanırım.

22 Ekim 2010 Cuma

yine bir devrin sonu..

Emzirme hikayemizin sona erişini yazmak istedim. Sonuçta 12.5 ay tam tekmil em.di oğluşum ama içimde yine de bir burukluk var.

Hamile kalmadan önce emzirmek konusunda kesin kararlıydım ancak hani bunun bir kadın için ne kadar ayrıcalıklı olduğunun kesinlikle farkında değildim. Özellikle sürecin bitişi sırasında duygusallaşan anneleri kesinlikle anlayamıyordum. Saçma geliyordu. İç güdüseldi belki ama bir görevdi yapılmalıydı. Şimdi ise tamamen anlıyorum o anneleri.

Doğa o kadar ahenkli ki.. İçimizde bir nokta olarak başlayan hayat gelişimini tamamladıktan sonra bir yavru olarak karşımıza çıkıyor. Bizim hayatımızı geri dönülmez bir şekilde değiştiren o minikler yavaş yavaş annelerinden kopuyor. Aradaki bağ gittikçe azalıyor ve onlar da aynı oranla bir birey olma yolunda ilerliyorlar. Bize düşen her bağ koptuğunda onlara destek vermek ve hep yanlarında olduğumuzu hissettirmek. Belki biz de istemiyoruz ama doğanın gereği bu, bebeklerimizin de bizim de sağlıklı bireyler olmamız için bu aşamaları tadına vararak yaşamalıyız. Hem fiziksel hem de duygusal açıdan gelişmelerine ve bizden uzaklaşmalarına izin vermeli, desteklemeliyiz. Öyle insanlar tanıyorum ki 40 yaşına gelmiş hala anneleriyle göbek bağları kopmamış. Bunun ne denli kötü birşey olduğunu bilmemiz gerekiyor. Anneyle bebek arasındaki fiziksel bağ öncelikle göbek bağı kesilince kopuyor. Sonra emzirme süreci başlıyor. O kadar güzzel bir paylaşım ki. Bebeğin hem karnı hem de ruhu doyuyor. Sonra emzirme aralıkları artıyor gittikçe, sonra bitiyor. Zaten her anne zamanı geldiğinde kendisi de bu bağların kopmasını istiyor. Yani artık doğuralım diyoruz. Artık şu e.mme aralıkları artsa da bir dışarı çıksak, kendimize vakit ayırsak diyoruz. Doğa bizi herşeye hazırlıyor adım adım.. Keşke hayatlarımızın gidişini daha çok olayların akışına bırakabilsek..

Başa dönersek, bizim bırakma hikayemiz kısa ve kolay oldu. Bir-iki hafta önce Ayaz'ın doğum gününü takiben ben gayet hasta olunca, özellikle iki gün ve gece pek emziremedim çünkü kucağıma bile alacak halim yoktu. Hatta neredeyse hiç emziremedim. Bu arada zaten geceleri bir biberon(240 ml) mama takviyesine de başlamıştık. Sonraki günler de hala iyileşemediğim için ben de oğluşa oğluş da bana(emzirme hususunda tabii, diğer türlü gayet iyiydik) pek yüz vermedik derken, ben verdim o almadı. Dış olaylarla çok ilgiliydi. Hasta olduğum için de başbaşa kalamadık. Böyle böyle bitti. Burukluğum da bundan sanırım, halbuki pek de düşkündü kerata nasıl vazgeçiverdi bilemedim.

İki hafta kadar hiç emmedi, sonra bir gün sabah uyandığında kendisi istedi, süt de geldi.. Şimdi öyle bir e.miyor bir e.mm.iyor. Bitti diyebilirim.

Ancak gece mamaya devam. Şimdi mama mı inek sütü mü kararsız kaldım. Dişleri için de gece aslında hiçbirşey vermek istemiyorum ama bu zor. Bakalım gelişmeleri anlatırım..

14 Ekim 2010 Perşembe

demir depoları dolu olmayabilir ama demir gibi iradesi var..

Yukarıdaki söz babasının sözü. Doktorun şüpheleri nedeniyle istediği kan testinde maalesef sonucun demir depolarının eksik çıkması olduğunu daha önec yazmıştım. Oysa demir damlası vermeye devam ediyorduk, hiç bırakmamıştık. Doktorumuza kavuştuktan sonra, damlayı vermek artık zor da olduğu için şase formda toz olarak vermeye başladık.

Araştırmalarım ve tabii ki esas olarak doktorun da önerileri ile birlikte şunlara dikkat ediyorum.
  • Demir ilacını meyve öğünüyle birlikte veriyorum çünkü c vitamini demir emilimini arttırırmış.

  • Kalsiyum demir emilimini azalttığı için demir ilacı ile süt ve süt ürünü tüketiminin arasında en az bir saat süre oluyor. Meyve saatini de buna göre ayarladık(bunu zaten uyguluyordum).

  • Et yemeklerinin yanında yoğurt vermiyorum. Bu günlük yaşamda kendimizin de yaptığı bir hata. Sebebi için bkz. önceki madde..

  • Öğlen yediği sebze çorbasına mutlaka ıspanak ekliyorum. Çünkü ıspanak yemeğini pek sevmedi.

  • Mutlaka kırmızı mercimek ekliyorum.

  • Doktor kırmızı et balık, tavuk, hindi, kuru üzüm, kuru kayısı, bezelye, kırmızı mercimek ve ıspanağın demir açısından zengin olduğunu söyledi.

  • Akşam yemeğinden biraz sonra da atıştırmalık kuru kayısı veya kuru üzüm vermeyi düşünüyorum. gündüz bir araya sıkıştıramadım. Şimdilik böyle deneyeceğim.

İki ay sonra tekrar test yapılacak ve duruma bakılacak. Yine oğlumdan kan alacaklar yani.



Bu aralar..

Bu aralar oglusum;
Havlayan köpeklere "hav hav" diyerek eşlik eden annesine, kalın bir sesle "hövvv hövvv" diyerek eşlik ediyor.

Keyfi yerindeyken söylediğimiz kelimeleri taklit etmeye çalışıyor. Örneğin; ekmek=egme, dede=dede/dade, araba=aaba vb. şimdilik aklıma gelenler bunlar..

Dün akşam çorbasını içmesine ve dolmasını yemesine rağmen, yarımdan büyük somun ekmeğin içindeki hamur kısmı yavaş yavaş tırtıklayarak bitirdi. Tam bir ekmek canavarı..

İki gecedir babasının hasta olması dolayısıyla beraber yatıyoruz. Sanki başka zaman yatmıyoruz ya :) Bu sabah tepemde tamamen uyanık oturmuş bir çipin en sonunda sıkılınca beni dürterek "annee..anneeee..anneeeeaaaeeee" sözleriyle güne merhaba dedim.

Bol bol düşüyor. Özellikle uykusu gelince sarhoş gibi dengesini bulamıyor. Ama durdurmak ne mümkün!

7 Ekim 2010 Perşembe

Uyku devam..

Şimdiye kadar emzirdiğim için gece uyanmalarına da hiç el atmadım. Çalışan annenin vicdan muhasebesi olarak hiç çaba harcamadım, çok da şikayetçi olmadım. Sadece sorduklarında ya da konu açıldığında Ayaz da hiç uyumuyor derdim. Normali de böyle kabul etmiştim. Bunu yapa yapa hem kendime hem de oğluma büyük haksızlık etmişim. Onun da benim de uykularımızı almamız çok önemli. Üstelik onunki çok daha önemli. Durum gittikçe büyüdü sorun halini aldı.
Yani benim için sorun çok uyanmasından ziyade artık uyuyamaması, uyutulamaması ve tabii artık büyümesi oldu.

Oğlum kendi kendine uyuyamıyor çünkü biz ona öğretmedik. Çok önemli olduğu için bir daha dikkat çekmek istedim. Bence erken dönemlerde bizim durumumuzda çok müdahele etmemek doğruydu ama az müdahele edebilirdim. Ayrıca 9 aylık dönemde de daha çok üstüne eğilebilirdim. Saınırm uzun bir süreç beni/bizi bekliyor. Ama en büyük dayanağım, oğlum, çünkü o hep uyumlu ve düzenli bir bebek oldu, geceleri öyle olmakta da bana yardım edeceğine inanıyorum.

Uyuma/ Uyumama..

Nur topu gibi bir adet uyku propumuz var; ben!

Ayaz'ın gündüz uykuları hep düzenli olmuştu, az ya da çok ama mutlaka aynı rutinde. Gün geldi tamamen her uykusunu çok güzel uyudu, gün geldi birini kısa bir şekerlemeyle geçiştirdi, ya da dışarlardaydık uyuyamadı ama bunlar istisnada kaldı. Zaten gündüz rutini hep çok düzgün saat gibi işledi, easy gündüz için bizde gerçekten de kolay oturdu. Daha minicikken işe başlayacağım için bu konuda çok da titiz davrandım. Çalıştığım halde gözlemlerimle ve uzaktan takibimle değişikleri zamanında ve yerinde uyguladık, çok güzel bir şekilde bugüne geldik. Şimdi gündüz uykuları konusunda biraz sıkıntım var henüz çözemediğim. Yine bir geçiş dönemindeyiz sanırım bu yüzden biraz daha arada devam etmek faydalı gibi. Durum sanki şunu andırıyor; iki uyku fazla geliyor, tek uykuysa yetmiyor. Bu çaresiz anne de çözüm bulamıyor. Ayrıca artık,bu ara evrede gündüz uykularının geceyi de etkilediğine inanıyor.

Hemen bu noktada gece uykularına geçiş yapıyorum. Gündüz için o kadar titizlendiğim rutin işine gece için pek yüzvermedim ve hata yaptım. Düşünüyorum da gündüz ben olmayacağım için başka birinin ya da birilerinin insiyatifine mahal bırakmamak istememişim, gece zaten ben olduğum için de kendime fazla güvenmiş ve fazla yüklenmişim. Çünkü gece uyku sorunumuz hep vardı ve korkarım varolacak. Gerçekten hiç olmadığım kadar ümitsiz durumdayım çünkü bu konuda ne yapabileceğimi kafamda tam oturtamadım. Ayrıca desteğim ve dayanağım yok. Eğer bu sorunu bir noktaya kadar çözebilirsem belki destek bulurum ya da yine de bulamam. Hatta açıkça bulamayacağımı düşünüyorum. Bu kez herkese karşı duracak gücüm yok, ne zihinsel ne de fiziksel olarak. Zihinsel olarak sevgili kocacım yanımda olur onu biliyorum ama fiziksel olarak malesef.

Durum şöyle:
Gece uykusuna yattığı saat belli. Ancak bir uyku rutinimiz yok. Biraz var biraz yok. Bunun net olması gerekiyor sanırım.

Gece uykusuna ilk zamanlar hem babası hem ben yatırırdık. Bu ihale bir şekilde tamamen bana kaldı. Ne şekilde onu bilemiyorum bir türlü. Neticede baba artık istese de uyutamıyor. Nadiren de olsa anneanne ya da babanne uyuturlardı ki bu da artık mümkün olmuyor. Tamam ben çok mutluyum oğluşumu yatırmaktan ama akşam bir yere çıkalım desek uyutup çıkmamız gerekiyor. Ya da benim de yorgun, hasta, huysuz dönemilerim olabiliyor vs..

Geçen haftalarda ben hastalıktan baygın yatarken kayınvaldemler öğleden sonra gelip benim mamalarımı yapıp Ayaz'ı aldılar sağolsunlar. İyi hoş. Hatta gece de kalsın olmazsa dediler ki bu bir ilk olacaktı. Ben bunu pek istemedim çünkü gece uyandığında beni arayacağını tahmin ettim. Zaten buna bile gerek kalmadan uyku saatinde mecburen getiriyoruz diye aradılar, uyumuyormuş paşam. Yolda arabada uyuyakalmış. Sonuçta ne oldu, babaanne gece bizde kaldı.
Geçen haftasonu ise, akşam biryere çıkacağımız için yine babaanneye bıraktık. Sonuç, gece vakti dedesini pijamalarla araba turuna çıkarttıran bir çip olmuş. Üstelik bu kez arabada da hemen sakinleşmemiş, bir süre sonra ancak uyumuş.

Uyuduktan sonra pek sorun kalmıyor. Gece 2 civarına kadar birkaç kez uyansa da hemen uykuya geri dönebiliyor. Bazen de sadece bir kez uyanıyor. Üstelik bu zamanlarda tekrar uykuya dönmeyi bensiz de başarabiliyor, bir başkası vasıtasıyla tabii. Yakında bunu da bensiz yapamazsa hiç şaşırmam çünkü %99 ben koşuyorum.

Gece uyandığındaysa bensiz uykuya kesinlikle dönemiyor. Bensiz derken benim yanımda yatmadan demek istiyorum. Bir şekilde yanımda yatacak. He ben yanındayım diye uyanmıyor mu, uyanıyor, 2-3-4 kez daha uyanıyor.

Eskiden gece her uyandığında emzirirdim. Şimdi emzirme bitti, geceleri mama veriyorum, bir iki yudum alıyor. İlk verdiğimde gece öğünü gibi hepsini bitiriyor ki bunda sorun yok sanırım. Ama sonrakilerdeki mama ihtiyaçtan değil alışkanlıktan. Zaten m.eme verirkende genelde birkaç fırttan sonra bırakır, kollarımda iyice dalana kadar yatardı.

Gece uykuya yatma rutinsizliğimiz de şöyle; belli bir sırayla birşeyler yapmıyoruz ama nasıl uyuyacağı belli. Rutin kısmından ayrıca bahsedeceğim. Uykuya gitmeye itiraz etmiyor, birara ediyordu ama artık etmiyor. İyi geceler vs. dileyip geçiyoruz içeri biryerlere. Yine eskiden ayakta sallayarak uyuturduk. Şimdi kendi tercihi kollarını boynuma dolayıp, saçlarımla oynayarak iyice mayışıyor, hatta uyuyor. Sonra tam dalmadan kendini ayaklarıma bırakıyor sallıyorum, sonra yine kalkıp sarılıyor vs. bu arada bir yerde de uyuyor sonra iyice dalsın diye bekliyorum ve yatağına koyuyorum. Bu süre ortalama yarım saat sürüyor. Ama bazen de uyumak bilmiyor. İtiraz da etmiyor, sonra gece öğünü vakti geliyor bunu içip pat uyuyor.

Bazen 2-3 saat hiç sesi çıkmıyor, bazen 15 dakika sınra vikkk! Üst komşularımızın gürültülerinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Gece yarısına kadar uyanmalarında onların da payı büyük ama bu konuda birşey yapamıyorum. Çirkefleşsem de birşey değişmeyecek biliyorum bu yüzden efendiliğimle uyarıp duruyorum.

Gece geç uyanmalarında da bazen uykuya, derin uykuya diyeyim, çok zor geçiyor. Dün gece mesela 2.30 dan, 4.30 a kadar dalamadı bir türlü. Uyumak istiyor ama uyumuyor. Ağlamıyor da. Öyle takılıyor.

Sorunu tanımlayabildim sanırım. Oldukça da detaylı oldu. Çokkkk uzun oldu hatta. Şimdi halim yok filan ama bu duruma bir el atmalıyım. Buraya yazdım ki ilk adım olsun. Birkez de ne yapabileceğimi maddeler halinde yazmalıyım sanırım. Yukarıda da yazdığım gibi kafamda tam olarak bir çözüm bulamadım henüz. Bu yüzden işim zor ama tanımlayarak başlayalım bakalım. Çok dertliyim çok.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Ayaz'dan haberler..

  • Bir yaşına girmeden tam dört gün önce yürüdü :) biz babasıyla balkonda çay keyfi yaparken aramızda 2-3 adım atarak basit bir süpürgeyi bir ona bir bana taşıyordu. Biz de sandalyelerin arasını açtıkça açtık. Ayaz'ım hiç istifini bozmadan taşımacılığa devam etti. Bir baktık ki baya baya yürüyor. İlk önce kendisi de inanamadı ama sonra yürüyüş o yürüyüş, bir daha oturtmayı başaramadık..
  • Yürümeye başladığı ilk günlerde gece uykusu geldiğinde eline battaniyesini, oralarda bulunan bir yastığı artık gözüne neyi kestirirse onu alarak dolanıyordu. Ama ne dolanmak, tam sarhoşlar gibi yalpalaya yalpalaya, düşe kalka.. Durdurmak da mümkün değil, biz de oturup izliyorduk ne yapalım.
  • Hala yedi diş var.. Tavşan dişlerinin yanındaki bir diş haftalardır görünmekte ancak çıkmamakta direnmekte..
  • 9 aylık kan testlerinde demir düşük çıktığı için tekrar kan vermek zorunda kaldı, yine düşük çıktı malesef. Kendi doktorumuz yurtdışında olduğu için başka bir doktordan görüş aldım, ancak kendi doktorumuzla konuşmadan birşey yapmamaya karar verdik. Birşey yapmamak derken damla filan diyorum yani, yoksa dün hemen ıspanak yaptım :)
  • Bir yaş boy 79 cm, kilo 11.900 kg, yani % 90 larda devam ediyoruz şükür. Bir yaramazlık yok.
  • Bu aralar, kolbastı çalan ve dans eden bir eşşeğimiz ve onun durmadan çalışmasını isteyerek eller havada eşlik eden bir çipimiz var.
  • Bu aralar, annesine çokkkk düşkün bir Ayaz'ımız var.
  • Bu aralar, geceleri annesinden başka kimsenin uyutamadığı bir Ayaz'ımız var. Gündüz Berrin Teyzesi, babaannesi, anneannesi başarıyla uyutuyorlar. Ancak geceleri ben ben ben..
  • Kelimeler, anne(genelde kısa bir enne yada uzun uzunnn aenneeeaaaaaaa şeklinde), baba(çok güzel baba diyorken a-ba ya çevirdi), aç (kitabı aç, kutuyu aç, oyuncağı aç), mama, hav hav, pissss(pisi pisi manasında), anneannesine anneanne diyor ayrıca.
  • Bu aralar, kelimeler dışında çok güzel kullandığı uyduruk bir dili var, fısıldayarak konuştuğu uyduruk bir ikinci dili var ve ikisi arasında gerçekten fark var.
  • Bu aralar çok güzel bir sinirli bakışı var, güzelce bir foto çekip buraya da eklemeliyim.
  • Bu aralar, müziğe, dansa çok ilgisi var. Aslında hep vardı ama bu aralar daha başarılı :)

4 Ekim 2010 Pazartesi

Doğum Günü etkinlikleri

Oğlumun doğum günü partisini tam gününde değil de, cumartesiye denk geleceği için 18 Eylül'de yaptık. Artık doğum günü partisi mi, düğün mü ben bilemedim.. Davet etmek istediğimiz kişileri kağıda dökmeye başladığımızda bu işin içinden çıkabilmek için evin de dışına çıkmamız gerektiğini anlamış olduk. Çocuklar hariç 70 kişi kadar vardık sanırım. Sonuçta benim için de fiziksel olarak daha kolay, zihinsel olarak da hemen hemen aynı zorlukta bir aktivite olmuş oldu. Dışarıda yapınca tadını da daha iyi çıkardım. Yine de sonraki senelerde, küçük bir grupla evde kutlamak istiyorum. Belki iki ayrı gurup olabilir, aile ve arkadaşlar olarak ayrılabilir. Buna o zaman karar veririz.

Partinin temasını aylar önceden "Mickey Mouse" olarak belirlemiştik zaten. Hatta şirketimize çok yakın bir çocuk/bebek/ parti malzemeleri mağazasından süslemeler de almıştık. Bunları gelen çocuklara dağıtmayı düşündüğümüz, mickey ve mini taçları ve düdük sayısını arttırarak destekledik.Parti zamanını da özellikle Ayaz'ı ve gelecek çocukları düşünerek sabah olarak belirledik ve brunch daveti vermeye karar verdik. Sabah 10:30 gibi başladık, öğleden sonra 14:00 gibi hemen herkes dağılmıştı.



Biz sabah 08:30 gibi Baran'ın Ankaradan gelen halası ve yengesiyle ve tabii ki Ayaz'la birlikte süsleme ve masa organizasyonlarını halletmek için gittik. Baran da kardeşiyle birlikte hazırladığımız slayt gösterisi ile ilgili son rötuşları gerçekleştirdi. İşimizi bitirdiğimizde misafirler de gelmeye başlamıştı. Bu arada hazırlıklarla ve süslemelerle ilgili resim çekmeyi maalesef akıl edemedim.

Ayaz da Berrin teyzesine emanet ederek mekanın asma katında bulunan salonda koltuklarda bir güzel sabah uykusu çekti. Misafirler geldiğinde uyuyordu yani paşam :) Güzel güzel uykusunu aldığından oldukça iyi bir performans gösterdi. Genelde benden bağımsız masa masa kucaktan kucağa gezdi. Sonra pasta kesimi için anne-baba-oğul üçlüsü bir araya geldik.

Gerçekten çok güzel, keyifli, büyük şehrin cilvesi olarak uzun zamandır göremediğimiz arkadaş ve akrabalarımızı da gördüğümüz, onların da Ayaz'ı gördüğü bir gün geçirdik.

Günün sonunda paşamı babaanneye emanet edip onlara yolladım, çok uykusu gelmişti, zaten daha arabada uyuyakalmış. Biz de işleri nedeniyle biraz geç gelen arkadaşlarımız ve tabii Ayaz'ın arkadaşları Masal&Melodi, anneleri ve babalarıyla güzel bir keyif kahvesi içip sohbet ederek partiyi bitirdik.

Daha sonra kayınvaldeme geçen misafirleri görmek ve tabii oğlumuza kavuşmak için oraya geçtik. İlk doğum günün de böylece geçti oğlum. Hala bir senenin nasıl geçtiğine inanamıyorum.. Annesinin içinden kopup yavaş yavaş özgürlüğünü ilan eden bağımsız bir birey olmaya doğru yolculuğunu hayret ve hayranlıkla izliyorum. Unutma ki bu yolda hep istediğin zaman yanında istediğin zaman da arkanda yer alacağım. Seni çok seviyorum.

17 Eylül 2010 Cuma

İyi ki doğdun!

Canım oğlum, ne bugünkü ne de geçen yıl bugünkü duygularımı anlatabilecek kelimeleri bulabileceğimi sanmıyorum..
Geçen yıl bugün dünyadaki en büyük sevginin ne olduğunu gösterdin sen bize.. Şimdi heryerde sen, yanında olamasak da her zaman aklımızda sen.. Mutlulukların en büyüğü, bebeklerin en güzeli.. Hayatın hep şimdiki gibi mutlu, huzurlu, kısmetli, bereketli geçsin..
Seni çok seven annen..

31 Ağustos 2010 Salı

Tatilden devam..

Uçakla gidip geldik. İnişte ve kalkışta Ayaz'a emzik verdim bir sorun olmadı. Hatta giderken biraz oynayıp uyuya kaldı. Dönüşte hem aktarma sırasında hem de uçakta biraz daha huysuzdu ama çok da değil. Tabii tatilde tavan yapan şımarıklığın da etkisi gözardı edilemez.

Tam pansiyon olduğu için öğle yemeği yoktu. Ben de akşam verilen çorbalardan uygun olandan yanımda götürdüğüm kavanoza aldım, ertesi öğlen ısıtarak içirdim.

Sabah ve akşam meyvelerden Ayaz için bol bol aldım, aralarda devamlı meyve takviye ettim. Gün içinde denize girmenin ve açık havanın da etkisiyle, toplam 1 muz, 1 şeftali, 1 elma/armut, 4-5 kayısı, 4-5 erik, 2-3 dilim karpuzu afiyetle yedi miniğim.

Yoğurdunu hazır aldım. Orada yoğurt mayalamak filan gibi çılgınlıklara girişmedim.

Ayşam yemekleri bol ve çeşitli olduğundan Ayaz'a uygun olanlardan çeşitlemeler yaptım. Tabii tuzsuz ya da salçasız yeme durumu olmadı maalesef. Bu tür ekstra durumlarda pek takılmıyorum öyle şeylere.

Uyku düzenine mümkün oldukça sadık kalmaya çalıştık ama yine denizin etkisiyle daha erken uykusu geldi.

Akşam animasyonu keşfetmemiz biraz geç oldu. Bu gibi yerlerden ne anlayacağını kestiremiyorum ama her seferinde herşeyi anlıyor, ve tabii ki yardımımla ama zevkle katılım gösteriyor.

Kesinlikle çok sosyal bir çocuk. Umarım yanılmam.

Ayaz için çok fazla kıyafet götürmüşüm. Önümüzdeki tatil bu hatamdan ders alacağım.

Kıtafetten ziyade onun için; bıçak, kap-kacak, kavanoz, kaşık, su ısıtıcısı götürmüştüm. Bunlardan su ısıtıcısı dışındakilerin hepsini kullandım. Su ısıtıcısı zaten odalarda vardı.

Tatile çıkmadan bir-iki gün önce Ayaz'ın bir gözünde hafif kızarma vardı. Tatil süresince de artarak her iki gözü de kan çanağına döndü maalesef. Biz telefonda doktoruyla konuşarak bir damla kullanmaya başladık ama durum değişmedi. Babasında da olduğu gibi alerji olduğundan şüphelendik. Döner dönmez de doktorda aldık soluğu. Tabii aynı zamanda göz doktoruna da göründü oğlum. Son günlerin moda hastalığı virütik konjiktivitten şüphelenerek iki damlaya başlattı ki, bunlar da hastalık virütik olduğu için tedavi edemiyor yalnızca rahatlatıyor ve başka hastalıklardan koruyor. 5 gün süre vermişti, 15 gün oldu hala tam iyileşme yok. Gündüz iyi ama akşama doğru hafif kızarıyor ve kaşınıyor. Yarın kontrole götüreceğim.

27 Ağustos 2010 Cuma

Tatil, Tatil, İlk Tatil..

Aslında daha önce Ankara üzerinden Antakya olarak bir tatilimiz vardı ama tatil deyince deniz-güneş-kumsal üçlüsünü anlayan milletimizin en bi ferdi olarak ilk tatili bu ilan etmiş bulunuyorum. Çok da kızarsanız ilk deniz tatili deyiveririz olur biter canım..

Mini mini minnoşum Çevlik'te(Antakya) ayaklarını, Şile'de de tamamını zorla denize sokma denemelerini saymazsanız, denizle ilk kez tanıştı demek isterim. Çünkü bu gerçekten bir tanışmaydı. Babasıyla yavaş yavaş sokalım filan derken kendisinin gösterdiği heyecan üzerine çabucacık kendini denizde buluverdi. Sonra da su kuşu oldu çıktı :) Bunda tabii dalgasız çarşaf gibi denizin ve Ilıca'nın ılıcacık suyunun etkisinin büyük olduğunu düşünüyoruz.
En başa dönersek 11 Ağustos sabahın körü itibariyle bir haftalık tatilimiz için, anne-baba-babaanne-dede-Ayaz beşlisi olarak uçakla çeşme yollarına döküldük. Öğlen saatlerinde de süper otel Sheraton Çeşme'ye vardık. Güzel bir dinlenmeden sonra da kendimizi denize attık. Aslında herkes dinlendi, Ayaz'ım oğlum minicik bir kestirme yaptıktan sonra kendisini bomba gibi dinç hissettiği için uyandı ve biz oğlumla etrafı keşfe çıktık. Sonra da gidip diğer tembelleri uyandırıp denize götürdük. Ayaz'ın tatil macerasını alışık olduğum üzere maddelemek istiyorum :)
  • İlk giriş oldukça başarılıydı, annesinin kucağında başlangıç yaptı, simitle yüzme gelişme kısmını, simitsiz yürüyerek denizden çıkma da sonucu oluşturdu..
  • Resimde de görebileceğiniz simidini çok sevdi kendisi. Genelde pek ayrılmak istemedi ama biz suyla temasını arttırabilmek için zaman zaman ayırdık bu ikiliyi..
  • Tatilde herkese mavi boncuk dağıttı. Öpücük yolladı, laf attı, el salladı..
  • Superman kıyafetiyle acayip sükse yaparak otelin superman i ilan edildi ve herkes tarafından tanındı..
  • Nerdeyse her aileye bir çocuk düşen populasyonda, kendini gerek şirinliği gerek asabiliğiyle herkese tanıttı ve otelin sweatheart ı oldu..
  • Annesi ve babasının hergün yanında olmasından ve bonus olarak babaanne ve dedenin de bulunmasından mütevellit şımardı da şımardı..
  • Çok konuşur, çok bağarır oldu..
  • Akıllandı da aklıllandı.. (Bu akıllanma da anneye hem mutluluk hem de vicdan azabı oldu.. Bak biz yanındayız nasıl da gelişti gibi düşünceler annenin kafasını yedi ve yemeye devam ediyor.)
  • Yine de kısa bir aradan sonra uzun bir bayram tatili yapacak olmak annenin içini rahatlattı..
  • Televizyonla, hatta müzik klipleriyle tanıştı maalesef.. Ama şimdi 10-15 dakika seyrettirip, dans edip, oynayıp kapattırıyorum. Aklına esince kumandayı elime tutuşdurup aç diyor. (Aç diyemiyor tabii de aaeeeeıııhhh karışımı birşey diyor.)
  • Çarşaf denize alışınca daha sonra dalgalanan denize de hayır diyemedi.
  • Başlarda ağzı açık ayran budalası tabir ettiğimiz şekilde yüzse de biraz su yutunca ağzını kapamayı öğrendi.. Hatta daha sonra gülmekten kendini kaybettiği anlar dışında ağzını açmadı..
  • Denizde, yemekte, kahvaltıda, lobide hep herkesle muhabbet etti, güldü, öpücük yolladı, el salladı, yapmadığı cilve kalmadı. Hatta o sıra bize mızmızlanıyorsa bile yabancı biri onunla ilgilendiği anda hemen cici çocuk maskesini takıverip bizi de hayretlere düşürdü..
  • Unutmadan, bu şirinliklerin yanında gelene geçene elinde o an ne yiyorsa ikram etti. Almak isteyenlere tabii ki asla vermedi. Sadece yemeleri için verdi benim çocuğum canım, sadece ısırabilirler, hepsini verecek değil ya..
  • Tabii bu ikramları asla karşılıksız bırakmayan annesine alışık olduğu için insanlar ısırmayınca şaşırdı, onlar da bizimki hem ikram edip hem de vermeyince şaşırdılar, güldüler..

Kısa kısa bu kadar.. Bayramdan önceki cumartesi de Gümüldür'e doğru yola çıkıyoruz. Bu sefer babaanne-dede ikilisi önden gidiyorlar, orada buluşacağız. Biz arabayla gideceğiz ancak bu konuda endişelerim var. Bakalım Ayaz Paşa ne kadar sabırlı olabilecek?

Ayrıca buradan tüm Sheraton Çeşme personeline teşekkür etmek istiyorum, bebekli-çocuklu herkese tavsiye ediyorum.


27 Temmuz 2010 Salı

On ay, onuda biribirinden güzel ay..

Onuncu ayımız da bitti. Bazen ne kadar büyüdüğüne inanamıyorum. Daha dün sağından soluna dönemeyen miniğim, pıtır pıtır emekliyor, jet gibi sıralıyor, neredeyse yürüyor. Onuncu aydan kısa kısa..
  • Üstteki iki diş efendi, sonunda teşrif ettiler.
  • Bol bol çene düşmesi durumları baş gösterdi.
  • Özellikle sinirliyken konuşma hızına inanamıyorum.
  • Anne, baba, anneanne, dede, memme, mama, mımmmm kelimeleri mevcut, gerisi anlaşılmaz.
  • Efendim, bir kabın içinde olan makarnaları kaşıkla çıkarmaya çalışma, sıkılınca, elle boşaltma, o da yetmezse kabı başaşağı etme en favori oyunumuz..
  • Bu makarnaları anneyi gıcık ederek "ağzına atma oğlum" cümlesini duymak için ağzına atmak, yetmedi kabı ağzına boşaltmaya çalışmak bu oyunun en zevkli kısmı(ama ben de gıcık olmuyorum artık, ben de oyun yaptım bunu)
  • Hemen hergün dışarı çıkartmaya çalışıyorum. Akşamları dışarı çıkartamadığımda oyalamak zor oluyor. Ev artık yetmiyor oğluma..
  • Algılar müthiş açık, herşeyi kaydediyor.
  • Gece uykuları sanki biraz düzene girdi. Benim düzenli dediğim hali tabii iki kez uyanmak, bunlardan birinde de tam uyanamamak ama uykuyada tam geri dönememek suretiyle anneyi de bir saat uyanık tutmak şeklinde oluyor.
  • Aklına estikçe anneye yapışmak.
  • Ama keyfi yerindeyse de özgürlüğünü ilan etmek..

En sevdikleri.. Ennnn yaptıkları, aklıma gelenler işte böyle..

"Ne diysem O!" Durumları

Uzun bir aradan sonra buradayım. Hergün yazmak istiyorum ancak bir türlü fırsat bulamıyorum. Fırsat bulsam kafamı toplayamıyorum. Hazır tüm koşulları sağlamışken, iki satır anlatayım.

Ayaz bir şekilde bağırarak ve mızmızlanarak hatta uykular gelmiş keçiler kaçmışsa ağlayarak istemeyi öğrendi. Herkes diyor ki ağlayınca istediğini verme, yapma şöyle böyle.. Gel de sen yapma kardeşim. Kucağında vızır vızır vızırdayan canının içi varken, başın dönmüş acele içindeyken gelde sen verme o istediğini.

Bu konuda ben de babası da Berrin Teyzesi de çok dikkat ettik aslında. Hep ona anlattık, yapmak istediği şeyi neden yapamayacağını. Ağlatmadık dikkatini başka şeye çektik. Aylayınca vermedik ama yavaş yavaş bu noktaya nasıl geldik? Anlayamıyorum. Biri bana anlatabilirse de çok sevinirim. Sanmayınki devamlı bu halde. Gayet tatlı aslında da, böyle de yapıyor arada..

Geçen Pazar mesela ilk kez Ayaz'ı da yanımıza katıp, babaanne ve dedeyle bir düğüne gittik. Çok usluydu paşam. Bir ara elimde ekmeği görünce elini uzattı ve güzel bir ses çıkararak istedi. Bağırma filan olmadı. Hemen tebrik ettik kendisini dedesiyle. Geneldeyse "vuaaauuwww" gibi bir kükremeyle ister o ekmeği. İşte kükrediği zaman ne yapayım bilmiyorum. Vermesem kükremeler büyüyerek ağlama numarasına dönüşecek. Zaten sonuçta birşey istiyor ve sesini bana duyurmaya çalışıyor. Neden vermeyim. Sadece böyle yapmamasını, "ver annecim" :) demesini söylüyorum. Başka da birşey aklıma gelmiyor. Sabırla bağırmamasını, mızlamamasını, ağlamamasını söylüyorum, anlatıyorum, açıklıyorum.. Böyleyken böyle işte..

Denize giren ıslanır..

Tarihe not düşelim. Evvelki pazar(18/07/2010) Ayaz'ım denize girdi. Bütün olarak :) Deniz dalgalı olduğu için hoşlanmadı, hatta mis gibi yüzen Emircik de hoşlanmadı ve girmedi. Ancak dayanamadım, bir batırdım çıkardım, başına kadar.. Biraz serinlesin yavrucak dedim. Kıyamet koptu. Neyseki sakinleşmesi zor olmadı. Yolda ve plajda çokkkk çokkkkkkk uslu duran minnoşuma teşekkür ediyorum. Hatta dönüş yolunda annesi pirzolaları götürürken uyanmayarak bana keyifli bir yemek hediye ettiği için de ayrıca bir daha teşekkür ediyorum.. Çok tatlısın be oğlum..

13 Temmuz 2010 Salı

9. Aydan Devam..

Paşa pazar gecesi sabaha karşı 04:00 sularında uyuyarak annesinin haftaya süper zinde başlamasına sebep oldu! Dün gece de korkumuzdan babayı gönderip yanımda yatırdık. Yine bol bol uyanmalı bir geceydi. Bir sıkıntısı olduğu belli. Muhtemelen de dişler. İyice göründüler artık üst dişler ama bir türlü patlayamadılar.
***
Bu arada alttaki 4. de çıktı ama yazmayı unuttum.
***
İşler çok yoğun, geçen haftadan beri akşam altıda çıkıyorum. Ayrılanlar oldu, tatile çıkan oldu, işler elime bakıyor maalesef.
Aslında sonrası için alıştırma olur dedim ama hiç organize olamadım.

24 Haziran 2010 Perşembe

9 Aylık Ayaz Paşa..

Geçen hafta 9 aylık kontrolümüze gitmiştik. Maşallah miniş gittikçe minişlikten çıkıyor, koca adam olma yolunda. 10,640 kg olmuş paşamız. Boyu da 74 cm. Kilo %90'da boysa %75-%90 arası üst sınıra daha yakınmış. Bu durumda babasının sorduğu çılgın "Şeker çikolata verebilir miyiz? Az da mı olmaz?" sorusuna "Ne kadar geç tanışsa o kadar iyi olur bunlarla, daha çok küçük. Ayrıca kilosu %90'da diyorum siz düşünün" cevabını verdi küçük beyin doktor teyzesi. Ben bu tür şeylerden hiç tattırmıyorum bile doğal olarak ama çevremdekilere engel olamıyorum. Yani çocuğa, çay-kahve tattırmanın, çikolata, pasta tattırmanın ne gibi bir faydası olabilir ki. Ama gel de bunu onlara anlat. Bir herşeyden yesin furyası. Tamam yesin de abur-cubur yemese de olur. Hatta ömr-ü hayatında hiç yemese ne olur di mi ama. Sonuçta tüm hayatını etkileyecek temeller bu zamanda atılıyor. Abur cubur ikram edenler bu temellere dinamit yerleştiriyor bence.

Bu kontrolden sonra mesela ben Türk annesi genlerimden ve görmüş, örneklemişliğimden gelen, ısrar et yedir, yemeğini bitirttir hareketlerime elimden geldiği kadar gem vurmaya çalıştım. Baya da başarılı oldum. Zaten bu konuda içim rahat değildi ve böyle yaptığımda da kendimi kötü hissediyordum. Artık kandırma yoluna gitmiyorum. Tabii ki sevdiği şeylerin içine sevmediklerini karıştırıp yutturuyorum ama bu kandırmaya girmez di mi :) Daha önce şöyle yapıyordum, istediği birşeyi verir gibi yapıp öbürünü ağzına sokuşturmak. Ne hainmişim. Düşündüm de gerçekten mantıksızmış. Neyse bütün bunlardan kurtardım, sıyırdım kendimi. Akşamları da ısrar etmiyorum. Şarkı filan söyleyip, biraz eğlendiriyor olabilirim ama istemeyince üstelemiyorum artık. Zaten olacağını olmuş. Zaten maşallah iştahı da gayet yerinde, bir öğün az yemiş, bir öğün beğenmemiş ne sakıncası var. Düşünsenize doymuş patlamak üzeresiniz ve biri hala ağzınıza kaşıklar sokuşturuyor.

Canım oğlum erken aydım bu işlerden, erken vazgeçtim. Kendimi bu konuda eğitmeye karar verdim. Hadi bakalım..

21 Haziran 2010 Pazartesi

Babalar Günü..

Oğlumun babasına babalar günü hediyesi.. Bundan iyisi can sağlığı :)

10 Haziran 2010 Perşembe

Üç dişli canavar..


Uykusuz geçen gecenin ardından, salı sabahı bir de baktım üçüncü dişimiz alttaki iki incinin yanından pıtırdamış.. Ukusuz geceler devam ediyor ben de dördüncüyü bekliyorum.. Artık alttan mı gelir, üstten mi bilmem.. Biraz daha uyuyamazsam bana sağdan sağdan gelecekler bir onu bilirim :)

7 Haziran 2010 Pazartesi

Kısa..Kısa Haftasonu..


Cumartesi ve pazar günleri en azından akşama kadar evde oturabildiğimiz için dinlenebildiğimiz bir haftasonu oldu diyebilirim. Cumartesi akşam arkadaşlarımız Billur&Alper'in düğününe katıldık. Oğlumun babaannesi Antakya'da, anneannesi de abimlerde diğer torununa bakmakta olduğu için Ayaz Paşa'yı cicianneannesine bıraktık :) -teyzem oluyor kendileri-.. Aslında niyetim teyzemlerde bir saat kadar birlikte olmak ve sonra da orada hazırlanıp çıkmaktı. Ancak ailecek uyuyakaldığımız için bu olamadı, apar topar teyzeme gittik, talimatları verdim, giyindik ve çıktık.
Bu sefer şöyle bir hata yaptım, gittim öptüm biz gidiyoruz dedim ama bizi yolcu etmedi. Dolayısıyla gitiğimizi de anlamamış. 10-15 dakika sonra fark edip anneeeee diyerek aramaya başlamış. Sonra bir mızmızlanmış ,bir enişteme alkış yapmış, mızmızlamış, alkış yapmış, teyzem de 20:30 gibi uyutmuş. Normal uyku saatinden yarım saat kadar önce yani. İyi performans :)
Çok da güzel uyumuş, uykuda mızmızlık yapmamış. Gece ben onu alıp arabaya bindiğimde ise kucağımda gözlerini açtı ve bana kocaman bir gülücük hediye etti. Çok mutlu oldu kuzum. Bir daha da uyumadı yol boyunca. Devamlı bana bakıp güldü. Levent sapağında trafik kilitlenince sıkılabilir diye korktum ama hiç sorun çıkartmadı. Yarı baygın yarı uyanık evimize vardık. Tabii eve gelince uykusu açıldı ve uyutmam bir saatimi aldı. Olsun, bayılırım ben o minnoşa. O bakışlar, o gülüş herşeye değer.
Pazar günü de evde keyif yaptık. Akşam Ayaz ikindi uykusundan uyanınca çıkıp Cevahir'e gittik ailecek. Biraz alışveriş yapıp, yemek yiyip döndük. Evimi biraz daha yuvaya döndürecek, uzun zamandır istediğimiz birkaç parça aldık. Büyük bir çöp kovası istiyorduk mesela, Koçtaş'ta filan bulamadık bir türlü istediğimiz gibi. Öylesine girdiğimiz Debenhams'ta süper, tam mutfaktaki elektronik aletlerimle takım bir kova bulduk, kocaman. Başarılı bir alışveriş günüydü.
Not: Fotolar bir önceki haftasonundan. Ayaz'la birlikte Masal ve Melodi'yi ziyaretimizden efendim. Bu ziyaretleri sıklaştırmamız gerekiyor. Kendilerini de annelerini de çokkk seviyoruz.

4 Haziran 2010 Cuma

Oğlum, mesafeler, gelişim..

Oğlumun babaannesi ve dedesi Antakya'ya gidince dün itibari ile anneannesi takviye kuvvet olarak geldi. Berrin Teyzesi ile her ne kadar iyi anlaşsa ve onu sevse de, bu kadar yakınların sevgisi daha farklı oluyor bence. Kan çekiyor diyebilirim. Bunun yanısıra Ayaz kalabalığı da çok seviyor. Benim evde olmadığım sırada haftada en az iki gün anneannesi ya da babaannesi, dedesi oluyor.
* * *
Eskiden deseler ki küçük bir yerde yaşamak ister misin, asla derdim. Şimdi bunun değerini anlayabiliyorum. Keşke küçük yerlerde olsak, sevdiklerimizle yakın otursak. Hepsine annelere, babalara, abilere, kardeşlere en fazla yürüyerek on dakika olsa.. Kuzenler bir arada, çocuklar istediğinde yalnız kalınabilen kalabalık ailelerde büyüseler. Sonra ne zaman böyle düşünsem, ailelerinden çok uzakta, başka şehirlerde, başka ülkelerde yaşayanlar geliyor aklıma. Nankörlük ediyorum diyorum. Napalım, insanoğlu böyle hep daha iyisini, daha güzelini istiyor.
Daha önce Oğuz yeğenim, canım elimde büyümüş olsa da çok zaman geçtiğinden sanırım bazen Ayaz'ın gerçekten ne kadar çabuk büyüdüğüne inanamıyorum. Her gün başka bir yenilik, başka bir gelişim, aldı başını gidiyor en minik bitaniş..
* * *
Çok güzel el sallıyor, alkışlıyor, bir de "vavava" diyebileceğim bir oyun yapıyor. Emekleme desen artık ulaşmak istediği yere -büyük çaba gerektirse de- ulaşabiliyor. Bir hafta en geç on gün içinde ayaklarımızın altında dolaşır tahminen. Oyuncaklardan daha çok zevk alıyor. Herşeyi anladığınıysa neredeyse eminim.
* * *
Dışarı çıkmayı hep seviyordu, ancak şimdi bayılıyor. Son iki kez çıktığında biri çarşamba öğlendi, babasıyla birlikte eve uğrayıp onu da alıp pazara gittik. Sonra da hemen orada bir fabrika satış mağazası var ona uğradık. Pusetini yanımıza almadık. Babası kucağında dolaştırdı. Ne mız mızlanma, ne de herhangi bir başka kelime çıktı ağzından. Sadece her yeri inceledi. Aynı akşam üstü babaannesi ve dedesi gelmişlerdi, onu alıp bahçeye indirdiler, yine kucakta. Tepki yine aynıymış, inceleme, inceleme.. Zaten uzun zamandır her gün dışarı çıkarmaya çalışıyoruz ama şimdiye kadar Berrin Teyzesinin çıkarmasına gerek görmüyorduk. Şimdiden sonra en azından öğlen uykusundan önce bir saat kadar onun da çıkartmasını isteyeceğim sanırım. Ancak kalabalık olmadığı sürece bahçe yeterli olmayabilir. Bu yüzden parka götürüp orada vakit geçirmelerini isteyebilirim. Çünkü küçük çocuklar daha da ilgisini çekiyor. Evimize yakın iki tane park var aslında. Bir de bunlara ilave olarak evimizin hemen dibindeki lisenin tam gün olan anaokulunun minik parkı var. Tabii bu park çok daha güzel, akşamları da bir şekilde oraya girmenin planları peşindeyim.
* * *
Kendimi, günümü tekrar planlamalı ve akşamları eve gittiğimde Ayaz'dan başka uğraşacak işler bırakmamalıyım. Eskiden ne güzel pazar günleri haftalık yemekleri yapar, hafta içi de bir-iki ekle takviye ederdim. Süt iznimin son üç ayında ki bunun bir kısmı da izinle oğlumla geçecek zaten, son saatlerimi daha çok oğluma ayırabilmeliyim.
* * *
Aynı zamanda Ayaz'ın gününü, oyunlarını, gezmesini de yeniden planlamalı ve mutlaka yazmalıyım.
Daladan dala atlayan ve yazarken aynı anda da düşündüğüm bir yazı oldu. Bu da böyle olsun..

1 Haziran 2010 Salı

Emekleme..Emekleeeeee.. Emekleeeeee.. vs..

Oğlum, emekledim emekleyeceğim vaziyetlerinde.. Yalnız şöyle bir durum söz konusu; kimsenin hatta kendinin bile farkına varmadığı zamanlar, normal birşeymiş gibi bir hedefe varmak için 4-5 adım emekliyor, ancak biz istediği birşeyi uzağına bıraktığımızda uzanarak, yuvarlanarak filan gitmeye çalışıyor, sonra da sinirleniyor. Tam bir özgür ruh. Bırakın ne istersem onu yaparım diyor bize ;)

Bu sabah ben yanında yokken şu oyuncağını çalıştırdığını duydum, ilk kez. Çaktırmadan bakmaya gittim ki top filan yok, oyuncağı yan devirmiş hava üfleyen yerine yüzünü tutup gülüyor serin serin ohhh. Durunca tekrar bastı, tekrar devam. Güzelim oyuncağı vantilatör etmiş kendine paşam.. Gülmekten öldüm. Keşke videoya çekseydim.

Pazar gecesinden beri biraz huysuzluk var. Dişlerin geleceğini umut ediyorum. Bugün de öğleden sonra uykusunu erken uyumuş. Gidince göreceğiz bakalım durumlar ne? Yarın son haberlerle yine buradayım..

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Ek Gıda V (Son Durum)

Son durumda günlük rutin aşağıdaki şekilde oluştu:

07:00/ 07:30 Emzirme
08:00/ 08:30 Kahvaltı
09:30 Yoğurt
10:00 Uyku
12:30 Emzirme ya da Sebze Püresi (Eğer ben eve gidebilmişsem önce emziriyorum)
14:00 Emzirme ya da Sebze Püresi
15:00 Uyku
17:00 Emzirme
18:00 Meyve
20:00 Muhallebi, Mama ya da Çorba
21:15 Emzirme ve Uyku

Sekiz aylık olduktan sonra akşamları mama ya da muhallebi yerine evde yapılmış çorbalardan verebileceğimiz söylemişti. Ben de mümkün olduğunca bu çorbalardan hazırlıyorum. Genelde biz yemek yerken 18:30 gibi bizimle atıştırıyor, biraz da çorba içebiliyor. Duruma göre saat 20:00 deki çorbasını ya da mamasını yarım ölçek veriyorum.

Evde hazırladığım çorbalar; ekşili köfte, tavuk suyuna düğün çorbası, tavuk suyuna şehriye çorbası.. Bunlar dışında başka ev çorbaları da verilebilir tabii ama ben şimdilik sadece bunlardan verdim.

Ayrıca bizimle beraber evdeki sebze yemeklerinin de tadına baktı. Mesela türlü yaptığımda çorba yerine türlü verdim. Semizotu verdim. Pilav verdim. Yemekleri az tuzlu yapıyorum ki Ayaz'a da tattırabileyim.

Ona özel yaptığım hiçbir şeye tuz ya da şeker koymuyorum. Bize yapılan çorbalara da Ayaz için ayırıp sonra şeker koyuyorum.

Bir yemeği ya da çorbayı en fazla bir kez ısıtarak veriyorum. Yani iki gün veriyorum.

Ayrıca eline kemirmesi için meyve dışında havuç ya da salatalık da veriyorum bayılıyor :)

Ek Gıda IV (Meyve Püresi, Yoğurt ve Kahvaltı)

Meyve Püresi;

Meyve püresine de yedi buçuk aylık gibi başladık. Ben bu öğünü de sabah emzirmesiyle öğlen emzirmesi arasına sıkıştırdım. Sabah uykusuna yatmadan bir saat önce, e.mdikten de bir buçuk saat kadar sonra yiyor. Mevsim meyvelerini (bulabildiklerim organik olmak üzere) cam rendeden geçirerek verdim. O zaman elma ve armut veriyordum. Çok nadiren de muz. Bir ay kadar böyle devam ettik. Ama artık püre şeklinde sevmiyor oğlum. Zaten meyveler de çeşitlendi. Küçük küçük parçalara bölüp yediriyorum. Eline de bir dilim elma ya da bir kayısı veriyorum. Hem kendi yiyor hem de arada ben yediriyorum böylece. Kiraza da bayılıyor şimdilerde.

Yoğurt;

Tatilde olduğumuz için Ayaz yoğurda da yedi buçuk aylık gibi başladı. Günlük sütten kendim mayalıyorum. İki gün yiyebileceği şekilde hazırlıyorum. Şimdilik içine bir kaşık da organik pekmez koyuyorum çünkü yemedi öbür türlü. Ancak yavaş yavaş pekmezi azaltıp yok etmek gibi hain planlarım var.
  • Yarım şişe günlük sütü kaynattıktan sonra kaymağını alıyorum.
  • Sütü yoğurdu mayalayacağım kaba koyuyorum. Soğumaya bırakıyorum. Püf noktası soğuma denilen işlem sadece birkaç dakika demek oluyor. Elinizi sokabileceğiniz sıcaklıkta ama hala çok sıcakken, başka bir kapta mayalayacağım sütten aldığım iki tatlı kaşığı kadar sütü, bir buçuk tatlı kaşığı kadar baby mix yoğurtla karıştırıp mayalanacak süte döküyorum. Kaşığı mayalanacak sütte de 2-3 kez çevirdikten sonra kapağını kapatıyorum. Ancak ben kapağı ters olarak üstüne koyuyorum böylece biraz hava alıyor.
  • Sonra kabı kapağıyla bir mutfak havlusuna sarıp bırakıyorum.
  • Geceden yaptığım süt sabaha olmuş oluyor. Kaç saatte olduğunu henüz kontrol etmedim.

Kahvaltı;

Kahvaltı vermeye sekiz aylıkken başladık. Sabah uyanıp emzirdikten bir saat kadar sonra veriyorum.

  • Doktorun önerisiyle, öncelikle anne sütüyle karıştırılmış tam tahıl ekmeği, geceden suya koyulup tuzu alınmış peynir, pekmez karışımıyla başladık. Buna alternatif olarak hazır kahvaltı mamalarından da verebileceğimizi söylemişti Ayaz'ın doktoru.
  • Sonra karışımdan sıkıldı şeker bebek. Ben de artık genelde evde kahvaltı hazırlamaya çalışıyorum. Biz evde edersek oğluma da lokma lokma peynir, ekmeği batırarak zeytin yağı ve reçel yediriyorum.
  • Geçen haftasonundan beri de çeyrek yumurta sarısı veriyorum. Ancak yumurtayı beş dakika kaynatıyorum.
  • Evde kahvaltı edemezsek Berrin Teyzesi, hazır mama(icinde peynir ve yumurta ile) ya da anne sütlü karışımdan veriyor.

7. ve 8. Aylardan Kısa Kısa..

Oğlum neler yaptı bu aralarda, neler yapıyor yazalım. Güncel olanlardan başlayalım;


  • Hem emekleme hem de yürüme çalışmaları var. Emekleme pozisyonu aldıktan sonra ya kendini göbek üstü bırakıyor ya da geri oturuyor. Çok temkinli. Yalnız dün boş bulunup ilk kez birkaç adım gitti emekleyerek. Yürümeye gelince, ellerinden tutup yürütüyoruz ya da bir yere tutunarak sıralıyor. Yürüme konusunda hiç temkinli değil, çok çokkk hevesli ve kafa göz yarma pahasına çabalıyor :)

  • Her ikisini de becerememiş olsa da salonun bir ucuna bırakıyoruz, öbür ucundan topluyoruz paşayı. Bir şekilde istediği yere gidiyor. Özellikle de yanında ben yoksam. Ben varsam hemen benden yardım istiyor, kendi uğraşmıyor. İşini biliyor kerata..

  • Yatak koltuk gibi yerlerde hep ucuna gelip aşağı sarkma isteği var. Biz buna balkondan sarkma hareketi diyoruz. Kucağımızdayken vb. hep balkondan sarkıyor.

  • "Anne" demeye devam. Bir de "memme" eklendi. Bunların dışında çenesi de çok düştü. Bazen "baba, vava, dede" gibi sesleri de çıkarıyor ama arada kaynıyor bu sesler.

  • Bir süredir en popüler hareketi alkış yapma ve el sallama. Alkışın şarkısı da "çıp çıp çıp" sözleriyle benim seslendirdiğim parça :)

  • Bunlar dışında gel gel ve tel sarar da yapılıyor itinayla.

  • Eskiden onu kucağıma alıp emziği de kendi ağzımda tutardım o da hemen kapardı benden, sonra biraz oynayıp atardı, sonra ben tekrar alırdım böyle böyle oynardık. Şimdi emziği benden aldıktan sonra verirmisin annecim emzikonu bana deyince benim ağzıma uzatıyor :) bayılıyorum.

  • Sokağa çıkmaya bayılıyor. Arık hemen hemen her gün en azından bahçeye çıkarmaya çalışıyoruz. Ya ben ya babası ya beraber. Bugün de ilk kez Berrin Teyzesi ile indi aşağıya. Kısa bir gezi yaptılar bahçede.

  • Kapıdan çıkan biri varsa onun kucağına gidveriyor hemen. Ama ağlayıp tutturmuyor. Belki de henüz tutturmuyor(!)

  • Kendi menülerini yiyor, bunun yanında bizim yediklerimizden de mutlaka atıştırmak istiyor. Masada biri bişey yiyorsa ona da verecek yoksa kıyamet kopuyor. Ben de evde kahvaltı yaparsak ona da lokma lokma kahvaltılıklardan veriyorum. Kendi ekmeği ve peynirinin yanı sıra bizimkilerden de tattırıyorum. Aynı şekilde biz akşam yemeği yerken yanımızda olduğu için yine onun çorbasının ya da yoğurdunun yanı sıra bizim yemeklerden de tattırıyorum.

  • Ekmek yemeye bayılıyor..

25 Mayıs 2010 Salı

Bebekle Seyahat Notları

Bavul Hazırlığı;
  • Daha önce de yazdığım gibi yazlık, kışlık ne varsa götürdüm çünkü havanın ne olacağı pek belli değildi.
  • Normalde gezmelerde giyilebilecek iki çift cici kıyafet yeterli olur. Özellikle de bir sorun anında yıkayabilecekseniz.
  • Bol bol tulum, body, çorap şart.
  • Cam rendesini, el blenderını da götürdüm.
  • Pompayı götürdüm ki hiç gerek olmadı. Zaten Ayaz'ı bırakacağım bir gün olsaydı bile sütten başka bişeyle de doyabilirdi.
  • Havlu, şampuan, bebe yağı, bepanthen şart.
  • İlaç almıştım, alırken de gerekirse eczaneden alabilirim aslında diye düşünmüştüm. Çok yorgun olduğumuz ve eczaneleri kapalı olduğu bir saatte ateşi çıktı. İyi ki almışım dedim. İlaçlar da bence şart.
  • Konakladığımız yerler evler olduğu için başka pek birşeye ihtiyacımız olmadı. Otel olsaydı epey farklı olurdu. Bunu da yazın otelde seyahat yaptığımızda yazarım kısmetse.
Arabayla Yolculuk;
  • Ayaz çok hareketli bir bebek olduğu için arabayla uzun sürecek bir yolculuk beni endişelendirmişti açıkçası. Bundan mümkün olduğunca onun uyku saatlerini arabada, uyanık olduğu saatleri molada geçirerek kurtardık.
  • Arabada olmamıza ve uyku zamanı olmasına rağmen uyumakta zorlandığı oldu, o zamanlarda hep emzirdim, hep işe yaradı.
  • Uyanık olduğu ve molada olmadığımız zanamlar için ana kucağına sallantılı oyuncaklar asmıştım(doktorunun önerisi). Ayrıca yanıma başka oyuncaklar da aldım ve bunları dönüşümlü olarak ortaya çıkardım.
  • Giderken hazır kavanoz mamalarından almıştım ancak Ankara'ya gidişimiz gösterdi ki Ayaz bunlardan yemiyor. Daha sonra yola çıkarken sebze çorbasını gittiğimiz yerlerde hazırladım, yanıma aldım. Meyveyi yedirip çıktık. O sıralarda sebze çorbası, meyve püresi ve akşam maması dışında başka bir ek gıda yemiyordu.
  • Atıştırmak isteyebileceğini düşündüğüm için bebek bisküvilerinden de almıştım ama gerek kalmadı.
  • Yemekle ilgili tüm aksilikleri emzirerek telafi etmeye çalıştım.
  • Doktoru bir gün hiç yemese sadece e.mse bile sorun olmayacağını söylemişti. Doktorun söyledikleri yemekle ilgili problem yaşadığımızda, özellikle hastalandığı sırada hep içimi rahatlattı. Yine de hiç yiyemeseydi doymayacağını ve sorun çıkaracağını düşünüyorum.
  • Yine doktorunun önerisiyle yolculuk esnasında hep rahat tulumlar giydirdik.
  • Altını mola verdiğimiz yerlerde arabada değiştirmek durumunda kaldım. Maalesef Türkiye'de böyle bir bilinç pek yok.

Rutin;

  • Gittiğimiz yerlerde de Ayaz'ın rutinini mümkün olduğunca bozmadık, böylece dönüşte de bu konuda pek sorun yaşamadık.
  • Biz yemek yerken istemeyi abarttı. Tabii büyükler hep dayanamadıkları için ekmek vb. verdiler, oğlum da bunların tadını aldı. Şimdi biz ne yersek onu istiyor. Ben de bir yandan ona yediklerimizden tattırırken bir yandan da onun çorbasını içiriyorum.
  • Ekmeği keşfetti ve olay bitti. Tam bir ekmek canavarı oldu kendisi.

Ayaz Tatilde (Antakya)

24 Nisan akşamı Antakya'ya ve sevgili Nenoşiye kavuştuk. Kocamın anneannesi olur kendileri. Ayaz'ı ilk görüşüydü.

Maalesef bir çok aksilik oldu ancak şimdi geçti hepsi çok şükür.. Gittiğimizin ikinci günü Yılmaz Enişte düştü. Baran onu hastaneye götürdü ve çok vakti oralarda geçti, kayınvaldem de pek çıkamadı bu durumda, hayallerin yarısı yarım kaldı.

Ancak not düşmeden geçemeyeceğim anılar da var tabii.. Ayaz ilk kez denize girdi. Çevlik'te hava o kadar güzeldi ki mayolarımızı götürmediğimize yandım durdum. Ayaz Paşa da yalnızca ayaklarını sokmakla yetindi. Aslında yetindi demeyim buna memnun oldu da diyebilirim. Çünkü feryat figan tepki verdi kendileri.

Takip eden günlerde Harbiye'de çekirdek aile olarak yemek, çarşıdan baharat vb. alışverişi, canım kağıt kebabı, Tacettin'den döner, Abdo'dan döner gibi kaçınılmaz aktiviteler gerçekleştirildi. Akrabalar ziyaret edildi. Ayrıca bir gün de Reyhanlı'ya gidip göletin çevresindeki parkta gezdik. Sonra da Güzelburç'ta kebap yemeye gittik. Çarşıda alışveriş dışında tüm gezmelerimize Ayaz'ı da aldık. O da bol bol hava aldı, iştahı açıldım, mis gibi yedi. Meğer bu extra kilolar bir hastalıkla gidecekmiş ne bilelim.

Ayaz Tatilde (Gidiş)

Öncelikle belirteyim, park yatağını filan götürmedim :) ancak yazdığım gibi Ayaz'a kocaman bir valiz hazırladım.. Tabii ki götürdüklerimin yarısını giyemeden geldi. Ama bazılarını da (tulumlar, tulumlar, tulumlar vb.) yıkayıp yıkayıp tekrar giydirdik mecbur. Neler mi yaptık?

İlk gün yola saat 15.30 gibi çıktık, Bolu'da Berceste'de güzel bir mola verdikten sonra devam ettik. Akşam da Ankara'ya vardık. Gittiğimiz yerde yani kocamın biricik halası Demet Halamızda minik bebek Pamir de olduğu için, yani bebekli bir eve gittiğimiz için çok rahat ettik doğrusu.. Mama sandalyesi, oyun parkı hatta yürüteç bile vardı. Oğlum burda yürüteçle ilk kez tanıştı. Ben yürüteç almayı düşünmüyorum çünkü doktorlar önermiyor. Kendisi de pek küçük olduğundan mütevellit, yürümekten çok üzerindeki oyuncaklarla ilgilendi.

Ama en çok Pamir'le ilgilendi. Pamir önünden bir o tarafa bir bu tarafa pıtır pıtır emekledikçe peşinden bakıp durdu.

İki gece Ankara'da kaldık. Ankara'da Ömür Ablamı da ziyaret ettik. Dönüşte de Anıtkabir'e gitmek istedik ancak 16:30'da kapanıyormuş. Hem de 23 Nisan'da! Yetkilileri tebrik etmek gerek.

Bundan sonra yola çıkışlarımızı Ayaz'ın günlük rutinine uyacak şekilde ayarladık. Normalde sabah 10:00'da uyuyor, biz de o saatte yola çıktık. Molaları da onun uyandığı saate denk getirdik. Arabada uyanık olduğu saatlerde de yarım/ bir saat kadar oyalanabildi. Böylece çok rahat bir yolculuk geçirdik. Yol normale göre biraz uzadı ancak, keyifli geçti.


18 Mayıs 2010 Salı

İlk Hastalık


Ne kadar soğukkanlı olsam da, ne kadar bunlar yaşanacak desem de bebeğimin hasta olması içimi yaktı, kavurdu. Çok belli de edemem ben bu gibi şeyleri, yapılması gerekeni yapar, etraftakileri sakinleştirmeye çalışır hep içime atarım.

Önceki postta da özetlemiştim zaten. Şimdi bu ateşli hastalık sırasında neler yaptık nelere dikkat ettik onu yazalım.

Ayaz'ın durumu:
  • Oğlum -maşallah- hiç zorluk çıkarmadı. Bol bol uyudu. Halsizlikten ve ateşten başını bir oraya bir buraya koyup yatiyordu zaten.
  • İlk iki gün iştahı iyiydi ama sonradan kapandı. Ben süt var yok dinlemeyip sürekli emzirdim. İyi olduğunda, sütüm de artmıştı emzire emzire :) Zorlamadım yedirmek için. Dediğim gibi emzirerek takviye etmeye çalıştım.
  • Önce tatil, sonra hastalık dolayısıyla yanımda yatmaya alıştı sıpa-siva..
  • Süzüldü tabii.. Döküntüler de bittikten 3-4 gün sonra kendini toplayabildi.

Nasıl başa çıktık:

  • Başa çıkmak söz konusu değil tabii de, ateşle mücadele verdik diyebilirim.
  • Ateşi -koltuk altından- 39.5'lara kadar çıktı.
  • Ateş 38 derecenin üstünde olduğu sürece 6 saatte bir doktorumuzun önerisiyle Tylol(Aslında Calpol önermişti ama yanımda Tylol vardı. Doktor fark etmeyeceğini söylediği için Tylol'e başladık) verdik. En sık 4 saatte bir verebileceğimizi söyledi doktorumuz ama buna gerek kalmadı.
  • Ancak Tylol ateşi ancak 38 derece civarında/üstünde tutabiliyordu, 38'in altına çok nadiren indi. İstanbuldaki ilk gecemizde, ilacı verdiğimizin üstünden henüz 3 saat geçmişken ateşi 39'un üstüne çıkınca yine doktorumuzun önerisiyle İbufen verdik. İbufen işe yaradı ancak ateşi 36'nın da altına düşürdü. Bu kez ben yine korktum tabii. Bir daha İbufen vermedik, ateş de bir daha 39'un üstüne çıkmadı.
  • Calpol(Tylol) ve İbufen dönüşümlü olarak kullanılabilir bence en güzeli. Zaten doktor da öyle dedi. Ancak bir günde ikisinin toplamı beş defayı geçmeyecek şekilde vermeliymiş. Ayrıca ateş 39'u geçmediği sürece İbufen'e gerek de yok sanırım. Çokkkkk etkili gerçekten.
  • Ateşin tavan yaptığı gün ikinci gündü.
  • Pazartesi doktora gittik ve dışkı ile idrar tahlili yaptırdık. İdrarda lökosit sayısı biraz fazla çıktı ki bu da hasta olduğunu gösteriyor işte :) Ne olduğunu anlamak için kan tahlili gerekiyor ki, doktor mecbur kalmadıkça yaptımayalım dedi, biz de sevindik.
  • Aslında tecrübeli olsak bir gün daha doktora gitmeden bekleyebilirdik, böylece ne olduğu anlaşılırdı ve ne biz ne Ayaz hastanelerde helak olurdu hasta hasta.
  • Doktorumuz ilk günden itibaren genellikle bebeklerde ateşin üç gün süreceğini de söylemişti ki bizimki de üç buçuk gün sürdü.. İkinci gün gibi de 6. hastalık olabileceğini söylemişti.
  • Pazar ve pazartesi de ateş gittikçe azalarak devam etti. Pazartesi akşamı bitti.
  • Salı günü biraz döküntü oldu, ancak çarşamba tam olarak döküntüleri gördük ve 1-2 günde döküntüler de geçti.

6. Hastalık dedikleri:

  • Üç gün yüksek ateş, peşinden ateşin kesilmesiyle birlikte vucütta pembe pembe döküntüler yapan hastalık.
  • Virütik bir hastalıkmış ve bir kere olduktan sonra hayatın boyumca bağışılık kazanıyormuşsun.
  • Uçuğa neden olan virüsle aynı aileden geliyormuş baş belası.
  • Bu döküntüler kaşıntı da yapmadı Ayaz'da. Duyduğum kimsede de yapmamış. Var mıdır istisnası bilemem.
  • Ayrıca doktorumuz 6. hastalıkta İbufen kullanımının ateşte büyük düşüşe neden olabileceğini de söylemişti, dikkat derim..

Not: Resimde oğluşumun döküntülerini görebilirsiniz dikkatli bakarsanız, ancak neşesi yerinde.. Baygın halinin de resimleri vardı ama buraya koymak istemem..

Önemli Not: Ben doktor ya da uzman kişi değilim. Sadece kendi yaşadıklarımı paylaşıyorum. Burada yazdıklarım kimseyi bağlamaz, beni de bağlamaz :), mutlaka kendi doktorunuzla konuşarak buna göre hareket edin.

Kendime Not: Kullanım koşulları hazırlayarak oraya refere etsem iyi olacak sanırım.

7 Mayıs 2010 Cuma

Döndük..

Düşündüğümüz gibi Ankara'da iki gece kaldıktan ve oradaki diğer akrabaları ziyaret ettikten sonra Antakya'ya geçtik. Antakya'da da 5 gece kaldık ve yine Ankara aktarmalı olarak yapacağımız dönüş yoluna koyulduk. Hesaba göre cuma akşam Ankara'da olacak, Cumartesi sabahta İstanbul'a doğru yola çıkacak, o gece dinlenip Pazar Ada Defne kuşumuzun ilk doğum gününde yerimizi alacaktık. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Ankara sınırlarından girdiğimizde Ayazımın ateşlendiğini fark ettik. O geceyi hepimiz yüreklerimiz ağzımızda ben de oğlumun başında ateş ölçerek geçirdik. Sürekli doktoru ile konuştuk. Bizi ne kadar rahatlatsa da ilk ateş işte yüreğimizi yaktı. Sabah ateşi biraz düştü. İyi gibi olunca, yola çıkalım, evimizde olalım istedik. Akşam 19:30 gibi evimize vardık. Bu sırada düşük giden ateş yine tavan yaptı. Neticede ben işe başlayamadım. Şimdi oğlum çok iyi şükür. 6. hastalıktan muzdaripmiş meğer kendisi. Artık tamamen iyileşti. Rutinimize de döndük. Ayrıntılar sonraki postta..

Bu yazıya link vermem lazım..

Bayıldım bayıldım.. Özgüranne'nin yazdığı bu yazı hislerime tercüman oldu Kutsal Olmak İstemiyorum

21 Nisan 2010 Çarşamba

Ankara aktarmalı Antakya yolcusu kalmasınnn..

Yarın öğlen saatlerinde arabamızla bebişimizle, bebişimizin babaannesi ve dedesiyle ilk uzunnn yolculuğumuza çıkıyoruz bir önceki postta da bahsettiğim gibi. Tahminen iki gece Ankara'da kocacığımın halasında kalıp orada Pamir bebeği yiyip bitirdikten sonra cumartesi sabah da dedeyi Ankara'da bırakıp yolculuğun ikinci kısmına geçeceğiz. Düzen bozulacak, rutin bozulacak ama kalacağımız yerlerde mümkün olduğunca sadık kalacağım rutine hem oğlumun hem de kendi iyiliğim için.

Bavul hazırlamaya ancak dün başlayabildim. Ayaz Paşazade'ye bir adet koca bavul ayırdıktan sonra baba ve anneye ancak beraber kullanabilecekleri bir minik bavul kaldı. Hayatta nadir olan takıntılarımdan biri kendime illa tek/ayrı bir bavul hazırlamaktır. Böyle içime oturuyor şimdi. Ama napalım, 3 tane yapıp da babasının gözünü korkutmayalım.

Hava durumu netameli olduğundan, Antakya buradan sıcak olduğundan, yine de ne olacağı belli olmadığından, oğlum bir moda ikonu olduğundan neyi var neyi yoksa iser ince olsun ister kalın hepsini aldım gitti :) Yok arabasıydı yok ana kucağıydı, park yatağıydı(bilemiyorum götürsem mi, oğlumla uyumak da cazip gelebilir ama al sana bir yanlış alışkanlık daha)..

Not: Gitmeden yazmaya başladım ama yayınlayamadım.. Şimdi Antakyadayız.. Geleceğiz..