27 Ocak 2011 Perşembe

uyku serisi II

Ayaz'ın odası ve bizim yeni yatma şeklimiz bu. Ben bu uyku belasıyla başa çıkamıyorum. Şimdi baktım da o zaman öksürüyormuş, şimdi yine öksürüyor. İki adım ileri bir adım geri gide gide zaten koca adam olup kendi yollayacak beni en sonunda.
Şimdi o yatağında, ben de onun yanında yer yatağında uyuyoruz. Sabaha karşı da yanıma gelmek için pike yapıyor. İlk günler her uyandığunda gelmeye çalışıyordu ama gittikçe pes etti. Genelde almamaya çalışsam da bazen alıyorum - hata1.
Saçlarımı severek uyumasının tadı kaçalı zaten çok olmuştu, ben de başörtüsüyle bağlıyorum on gündür. Sonra hasta diye açtım saçımı - hata2. iki gün sonra başlarım hastalığına diye yine bağlamaya başladım çünkü saçlarımla oynayacak diye uyumuyor. Zaten saçımı bağlayınca da bir-iki aç diyor sonra pes edip kabulleniyor ve kendi saçlarıyla(komik çocuk) ya da eşeğiyle oyalanıp uyuyor. Hem de çok çabuk uyuyor. gece de uyandığında bazen bir şansını deneyip aç diyor ama vermeyince pek huysuzlanmıyor, bazen biraz mız mız o kadar. Yine çok çabuk uykuya dönüyor.
En fenası tam kesintisiz uykuya alışsın derken öksürükten uyanması. Uyumak istiyor ama uyuyamıyor. Bir de iştahsızlık olduğu için gece beslenmelerine devam ediyoruz tabii ki, kesemiyorum çünkü akşam yemeğini güzel yiyen, üstüne de meyve ve muhallebi yiyen oğlum yarım porsiyon birşeylerle geçiştiriyor şimdi akşam yemeklerini. Resmen ağzının tadı yok..
Evvel gece mesela baya güzel bir uykudan sonra sabah 5'e doğru öksürerek uyandı. Onun öksürüğünü duyan ve sanırım gece ilk kez bu şekilde uyandığını sanan babası da koşarak geldi. Ben de yaşasın dedim. Baba süt yapacak, Ayaz da ayılmadan uykuya dönecek. Ancak baba aklına takılanları söylemek için odaya girdikçe bizimki de hadi oynayalım babacığım moduna girdi. Belki de babam uyanık olduğuna göre sabah olmuştur diye düşünmüştür kimbilir. Sonra bir daha yedide uyudu. Bu arada burnu şıpış şıpır akan ben de dünü zombi olarak geçirdim.
Bakalım işte mehter marşıyla devam ediyoruz.

25 Ocak 2011 Salı

aşçı yamağı

Aşçı ben oluyorum, yamak da tabii ki Ayaz.. Nurturia'da bahsettiğim birşeyi burada da paylaşmak istedim.. Buyrun..

"haftasonu yaptığımız birşeyi anlatayım.. Ayaz uyumayınca ben de ona tamam kalkalım ama benim yemek yapmam lazım sen de yardım edersin dedim.. anladı sanırım :) kanıbahar yapacaktım, söylemesi ayıp.. yıkadım ve bir tepsiye aldım o iki dakika birşeylerle uğraşırken.. tepside bölüyorum, köklerini kesiyorum derken oğluş da bacaklarıma yapıştı tabii, ilgi istiyor, merak ediyor.. e gel sen de yardım et dedim, onu bizim sandalyelere oturttum, bıçağa hamle edince de bak bu olmaz senin kendi bıçağın var dedim, onun plastik bıçaklarından verdim eline.. ben kestim o da kesmeye çalıştı, bıçak sapladı filan, sonra patates getirdim kestim, patatesi görünce farklı birşey olduğu için sanırım daha da sevindi.. böyle güzel güzel konuşarak iş yaptık.. ben diğer malzemelerle uğraşırken o hala karnıbaharlarla uğraşıyordu.. sonra hazırladıklarımızı tencereye atarken bozuldu biraz ben de birkaç ufak parça bıraktım ona uğraşsın diye.. bu arada bulaşıkları topladım.. çok keyif aldık ikimizde.. tamam normalde yapacağımdan çok daha uzun bir süre sürdü bu iş ama sonuçta hem değişiklik oldu onun için hem de işimiz halloldu.. bundan sonra oğluma bana yardım etmek konusunda daha çok şans tanımaya karar verdim ;)"

son kale de düşüyor..

Son kale ben.. İlk düşen evimizin babasıydı. Sonra da Ayaz hasta oldu. Perşembe günü hafif yaşaran gözler ve akşam saatlerinde bir-iki kuru öksürükle başladı, cuma burnu akmaya ve öksürük artmaya başladı, tüm haftasonu planları iptal edildi, haftasonu gittikçe kötüleşti. Burun akıntısı ve öksürük başka birşey yok. Pardon başka birşey de var, iştahsızlık. Oğlumu ilk kez iştahsız görüyorum. Çok zor. En sevdiği şeyleri bile istemiyor canı. Gece bol bol süt içiyor uykusunda(ballı ya da balsız) o kadar. Şimdi gel de o sütü verme, yok gece beslenmesine alışmasın de, yok dişlere zaralı de. Gel de verme, tüm kurallar alt üst oluyor. Bunun yanında bol bol ballı zencefil verdim. Yatarken ayaklarına vicks sürdüm. Buhar makinesini tam randımanlı çalıştırdım. Bol bol sıvı verdim. Seum fizyolojik tabii devamlı yapıldı. Tavuk suyuna çorba yaptım ki zar zor içirebildim. Ihlamur zinhar içiremedim. Her denediğimde sadece birkaç yudum.

En son pazartesi sabahı kahvaltısını ederken öksürükten kustu. Bütün yediklerini çıkardı. Hemen toparlayıp doktora gittik. Bu kez bize daha yakın bir hastanedeki başka bir doktora. Arkadaşlar tavsiye etmişti zaten. Doktor teyzesi sağolsun, çoğu doktor antibiyotik yazar çünkü göğse inmiş baya dedi ama ben pek ilaç sevmem hatta antibiyotik hiç sevmem dedi. Burnunu açması için bir damla bir de öksürüğü kurutmak için bir şurup verdi. Tüm kocakarı ilaçlarıma okey verdi hatta kendisi de bir tarif ekledi. Kara turpun içini oyup, bal koyuyorsunuz. Yimidört saat bekliyor sonra bu balı ilaç gibi kaşık kaşık veriyorsunuz. Çok etkilidir dedi doktor teyzesi oğlumun. Şimdi henüz turp olayına giremedim, bu akşam bulmaya çalışacağım.

Şurup uyku yapabilir ya da düz duvara tırmandırabilirmiş, öyle olursa haber verin dedi. Şükür ki anormal bişey olmadı. Ben gerçi düz duvara tırmanmasını bekliyordum ama olmadı. Biraz uyku yaptı. Calpol'den daha az.

Derken benim boğazlar ağrımaya, burnum akmaya başladı. Oysa kendime çok güvenmiştim. Ayaz'ın babası iyileşme yolunda, ben de bu kadarla atlatayım lütfen ailecek bu kısır döngüden çıkalım derhal.

Not: Doktora gitmek için de olsa dışarı çıkan oğlum sevinçten delirdi. Dönüşte de eve girmek istemedi. Oğlum da hemen iyileşsin de hem arkadaşı Demirkan'a hem de haftasonu gezmelerine kavuşsun.

21 Ocak 2011 Cuma

bir yemek tarifi.. şıhılmahşi..

Ben Antakya'lı kayınvaldemden öğrendim, güneydoğu tarafının yemeği, internette de özellikle Kilis yöresinin tarifleri bol bol var. Değişik bir yemek olduğu için tarifini vermek istedim.

Malzemeler

4-5 adet iri dolmalık kabak
kızartmalık yağ
250-300 gr. az yağlı kıyma
bir çay bardağı haşlanmış nohut
bir adet iri kuru soğan
maydanoz
tuz, kara biber, istenirse pul biber
1/2 yemek kaşığı domates, 1/2 yemek kaşıgı biber salçası (istenirse domates, domates püresi vb. de kullanılabilir)
üzerine sarımsaklı yoğurt

Yapılışı

Kabakları içini oyup, sıvı yağda yarı kızartın. bir peçete üzerine alıp yağını süzdürün.
İçi için soğan ve kıymayı kavurun, kıyılmış maydanoz, baharat ve nohutları ekleyin. Biraz soğuduktan sonra içleri kabaklara çok sıkı olmayacak şekilde doldurun.
Salçaları su içinde eritin. Tencereye aldığınız dolmaların üzerine salça karışımını ekleyin. Yaklaşık 20-25 dakika pişirin. Üzerine eklediğiniz dereotu ve sarımsaklı yoğurt ile servis yapın.

Afiyet olsun..

haftanın menüsü (24/01/2011)..

Menülere devam ediyorum ancak aksamalar olmuyor değil tabii.. Bu arada menüye "Ekler" isimli bir başlık ekledim, bunlar da haftasonundan hazırlanıp, hafta içi menüye duruma göre eşlik edecek ekstralar oluyor.. İşte önümüzdeki haftanın menüsü..

Bu (24/01/2011) haftanın menüsü;

Pazartesi: tarhana çorbası, şıhılmahşi
Salı: fırın makarna, köfte
Çarşamba: pazartesiden kalanlar
Perşembe: toyga çorbası, mantarlı köri soslu tavuk
Cuma: toyga çorbası, ıspanak
Cumartesi: kalanlar
Pazar: yayla çorbası, nohut, pilav

Ekler: sodalı börek, zeytinyağlı kereviz, puding

Haftanın Menüsü

Rahmi M. Koç Müzesi

Geçen hafta perşembe günü kocamla bir kaçamak yapıp izin aldık ve oğlumuzu da alıp Rahmi M Koç Müzesi'ne gittik. Çok güzel bir gün oldu. Biletler için daha önce burada yazısını yayınladığım arkadaşım Pınar'a tekrar teşekkür ederim. Olay şöyle gelişti çünkü, ben bu müzeye Ayaz'ı götürmek istediğimden ve malum indirim sitelerinde bileti çıkarsa alsın diye Baran'a söylediğimden bahsettim, Pınar da zaten çıktığını kendisinin aldığını ama son anda değişen planlar nedeniyle gidemeyeceklerini söyledi ve biletleri bize verdi.

Hava soğuktu ama yağış yoktu. Bu da bize yetti. Sabah kahvaltısından hemen sonra Ayaz'ı da alıp çıktık. Küçük filan diye düşünmeyin, çok ilgisini çekiyor. Sonuçta bizim bakış açımızla bakamasalar da kendi bakış açılarıyla farklı bir keyif alıyorlar bence. Bir defa apartman çocukları olarak, gezmeye dolaşmaya yürümeye ihtiyaçları va çünkü kışın kafese kapatılmış gibiyiz maalesef hepimiz.


Ayaz bu geniş alanlarda dolaşmaktan çok zevk aldı. Girişteki bisiklet ve motoru yanlarındaki butonlara basarak çalıştırdı, ancak çamaşır makinesini de aynı şekilde çalıştırınca korktu. Bir elektirikli süpürge aşığı olan oğlumdan çok daha iyi performans beklerdim ama onları çalıştırmaya cesaret bile edemedi. Arçelik'in robotu Çelik'ten direkt korktu zaten. Sonra basit fizik denetleyleri olarak düzenlenmiş sistemleri denedik ve ona da denettik. Aslında ne basit ama okullarda şu düzeneği bile kurup anlatamıyorlar ya çocuklara yazık. Bu en ufak noktanın bile düşünülmüş olması çok hoşuma gitti. Gezerken birçok okuldan öğrenciler gördük grup olarak gelen, oğlum minik abi/ablaları gördükçe bayıldı. Bu öğrenci gruplarından birine müze görevlisi tarafından anlatılan hikayeyi dinledik. Uzun bir süre dikkatle dinledi Ayaz da, hem dinledi hem de çocukları inceledi, sonuna kadar sabredemedi tabii. Arabalarla, at arabalarının önündeki atlarla(gerçek değil tabii ki), en son gördüğümüz trenlerle ilgilendi. Tren kısmında biraz sıkılmıştı ama üzerine çıkarınca ilgilendi. Sonra dışarda uçağa ilgi gösterdi hatta elini kaldırıp vuuu yaptı. En son Fenerbahçe vapuruna binip resimlerimizi çekip ayrıldık. Hepsini gezemedik çünkü çok büyük ve yanınızda bir minnoşla mümkün değil. Ayaz'ın uyku vakti ve harcadığı enerjiyle fazlaca uykusu gelmişti.

Gittik oralarda bolca bulunan uykulukçulardan birini seçip yemek yedik, Ayaz'ı doyurduk, dışarıda bir çay içtik, o sırada sandalyede oturan oğlumuzun oracıkta uyuyakalacağını farkedince de arabaya atlayıp eve geldik. Yolda uyudu, eve çıkarırken ve hatta evde üstünü değiştirirken bile uyanmadı. Biz de yanına yatıp güzel bir uyku çektik ailecek.

Görmekten çok keyif aldığım, gezdikçe de gurur duyduğum bir müzeydi herkese tavsiye ederim. Sırada yunus gösterisi var çünkü sevgili kocam bilet almış. Sonra da Miniatürk var, ancak baharda güzel bir havada gidilecek.

her gün ayrı macera

Bugün biraz Ayaz'dan son haberler modumdayım sanırım. Oğlumuzun bebeklikten çocukluğa geçişini izliyoruz. Tabii bunu izlerken ne kadar istesek de bazen kazalardan sakınamıyoruz. Her gün ayrı macera dedim ama burada son birkaçını paylaşmak istiyorum..

Geçen cumartesi, haftasonları alışılageldiği üzere, sabah babasıyla ekmek almaya markete giden Ayaz'ın feryadını(ağlamasını) duydum. Yok canım o kadar da değil oradan sesi bu kadar net gelemez dereken bir yandan da pencereye koştum. Bir de ne görsem, babasının kucağında ama babasına değmeden taşınan oğlum ve banyoyu hazırla diye seslenen bir baba. Ne olmuş, babası meyve alayım derken ortalıkta gezen bizimki herhalde yorulmuş olacak ki sebzelerin yıkandığı su dolu kovaya oturmuş. Yukarıdaki resim markete gitmeden hemen önce. Görüldüğü gibi göğsü bağrı açık, çünkü fermuara gıcığı var, esas paltosu da yıkanmış ve ıslak olduğu için bu küçük montunu giydirdim.

Ertesi gün ben içeride Oğuz'u ders çalıştırır ve bütün ev halkı çocuklarla oynarken yine bir ağlama sesi. Manzara başına buz koyulan Ayaz. Kovalamaca oynarken dayısından ve babasından kaçan Ayaz Paşa sehpadan kaçamamış ve alnını çok fena vurmuş. Fatura şiş ve mor bir alın, anneye yapışmış bir Ayaz tabii iki dakika.

Bunların dışında günlük olağan düşme ve vurmaları saymıyorum, pek hareketli ve enerjik bir oğlumuz var çünkü. Yakında tırmandığı sandalyelerden, koltuklardan, düz duvarlardan düşme hikayelerini yazmak istemiyorum. Lütfen onların üzerinde dengede durmayı başarsın oğlum. Çünkü çıkmasını engelleyemiyoruz. Yazdığım gibi bütün aile başında da olsak her hareketini kontrol edemiyorz. Gerçekten de bu veletleri Allah koruyor. Başka yolu yok.

yeni kelimeler.. eski kelimeler.. kelimemeler..

Ayazcığım, yavruşum, bazı yeni kelimeler söylüyor. Bazı eski kelimelerini artık daha farklı söylüyor. Özellikle şunu not düşmek isterim ki sesli harfle başlayan kelimesi yok şuanda.. Mesela çok güzel "baba" diyordu "aba" oldu o baba ya da "ababa, abab" gibi söleyebiliyor.

En doğru söyledikleri; tabii ki "anne", bundan yola çıkarak sanırım "annenne", yeni kelimesi "aydede", "at", "aç", "atta", "et",

Başındaki sesli harfi yedikleri; "aba-abab" yani baba, "ama-amma" mama, "ede" dede, akı "Hakkı", "op" top, "op" çöp

Biraz değiştirdikleri "Ava" yani Ayaz, "esse" eşek, "anta" çanta, "aaç" ağaç, "aaba" araba, "aca" amca, "op op" öp öp -Tarkan'ın şarkısı-, "ciss" çiş, "aker" asker, "ate" ateş

Tamamen değiştirdikleri; "ab" yani su, "abaaba" babanne -aklı karışmış sanırım biraz minnoşun-, "ee eee" kaka manasında ama değiştirdi denemez aslında biz de öyle soruyoruz oğluma

Hayvan sesleri, köpek "höv höv le hov hov arasında bir ses", aslan "kıaauvvv gibi bir kükreme sesi", yılan "tısss"

Görüldüğü gibi "op" kelimesini birden çok anlamda kullanıyor. Hepsini yerinde bazen biraz farklı vurguyla kullanıyor. Demekki ilk harflerini söyleyemiyor. Olsun o da olur.

Bir de insanda onun söylediklerini onun gibi söyleme durumu oluşuyor. Biz de mama yerine ama diyiveriyoruz bazen ki eminim çok yanlış birşey. Yapmamaya çalışıyoruz. Yine de çocuğun başında sürekli baş öğretmen gibi hayır oğlum doğrusu bu demek istemiyorum. Gerektiğinde, keyfi yerindeyken düzeltiyorum sabırla, her zaman değil.

20 Ocak 2011 Perşembe

Ayaz'ın örnek rutinleri..

Fikir vermesi için o zamanlar not aldığım bir kaç tabloyu eklemek istedim.

AYAZ 2 AYLIK RUTİN

7:30 YEMEK
8:30 UYKU
10:00 YEMEK
11:00 UYKU
12:30 YEMEK
13:30 UYKU
15:00 YEMEK
16:00 KISA UYKU (1 SAAT)
17:00 YEMEK
18:30 KISA UYKU (30 DAKİKA)
19:00 YEMEK
19:30 AKTİVİTE
20:30 YEMEK
21:00 GECE UYKUSU
22:00 UYKUDA YEMEK
23:30 UYKUDA YEMEK
03:30 UYKUDA YEMEK

2 aylık Ayaz bir saat uyanık kalıp bir buçuk saat uyuyormuş. Bunlar tabii ki yaklaşık değerler. Saatler değil aralıklar önemli.

***

AYAZ 3 AYLIK RUTİN

7:00 YEMEK 06:30 YEMEK
8:30 UYKU 08:20 UYKU
10:00 YEMEK 09:45 YEMEK
11:30 UYKU 11:20 UYKU
13:00 YEMEK 13:00 YEMEK
14:30 UYKU 14:35 UYKU
16:00 YEMEK 16:15 YEMEK
17:40 YEMEK+KISA UYKU (30 DAKİKA) 17:30 YEMEK + KISA UYKU (40-60 DAK)
18:30 AKTİVİTE 18:30 AKTİVİTE
19:40 YEMEK 19:30 YEMEK
20:40 YEMEK 20:30 YEMEK
21:00 GECE UYKUSU 23:00 UYKUDA YEMEK
23:30 UYKUDA YEMEK 03:00/04:00 UYKUDA YEMEK
04:00 UYKUDA YEMEK

3. ay bizim için geçiş zamanı olmuş, uyanık kalma aralıklarını arttırmaya uyku saatlerini indirmeye çalışmışız. Bunun için 3,5 aylık ayrı bir rutin bile yazmışım, bu ulaşılmak istenen düzeydi

***

AYAZ 3 BUÇUK AYLIK RUTİN

06:30 YEMEK
08:20 UYKU
09:45 YEMEK
11:20 UYKU
13:00 YEMEK
14:35 UYKU
16:15 YEMEK
17:30 YEMEK + KISA UYKU (40-60 DAK)
18:30 AKTİVİTE
19:30 YEMEK
20:30 YEMEK
23:00 UYKUDA YEMEK
03:00/04:00 UYKUDA YEMEK

***

AYAZ 4 AYLIK RUTİN

06:00 UYKUDA YEMEK
07:00 UYANMA
09:00 YEMEK + KISA UYKU (40-60 DAK)
09:45 UYANMA + AKTİVİTE
11:20 UYKU
12:45 YEMEK
14:30 UYKU
16:30 YEMEK
17:45 KISA UYKU (40-60 DAK)
18:45 UYANMA + AKTİVİTE
20:15 YEMEK + GECE UYKUSU
23:00 UYKUDA YEMEK
03:00 UYKUDA YEMEK

Yaklaşık 5. aya kadar rutin üzerinde biraz sıklıkla değişiklik yapmak gerekiyor. Bebeğin gereksinimleri farklılaşıyor. Benim bu kadar farklı ve detaylı tablolar yapmamın bir nedeni de Ayaz 4 aylıkken işe başlayacağım için rutinin yanında saatleri de yerleştirmek istememdi. Sağmaktan çok kendim emzirebilmek istediğim için, öğlen eve geldiğimde ya da akşam erken geldiğimde uyanmasına ve yemesine denk gelmesini ayarlamaya çalışmıştım. Yalnızca bir bazen de iki öğünü biberondan aldı.

Ek besinlere başladıktan sonra(6. ay) bebeğin ihtiyaçları çok daha farklılaşıyor, hareketleniyor, ek besinler de oturduktan sonra pek değişiklik yapmak gerekmiyor. Yazın Ayaz'ın gündüz uykuları ikiye inmişti. Daha sonra da daha yeni yeni bira indirdik. Bu düzen de epeyce süreceğe benzer. İlk altı aydan sonra rutin değişikliği için çok da vakit ayırmanız gerekmiyor.

Şuradaki yazıda da Ayaz'ın 12-18 aylık rutini hakkında bilgi vermiştim.

Not: Bu rutinlerin gece uykusundan sonraki kısmı hiç tutmadı, ben de gece için pek çaba harcamadım zaten ki şimdi çok pişmanım.

19 Ocak 2011 Çarşamba

bir rutinin avantajları, dikkat edilmesi gerekenler..

Bir önceki yazıdan da anlaşılacağı üzere ben Ayaz için bir rutin oluşturmaya üç ayını doldurmadan başlamışım. Zaten bizim adetlerimize uyduğu üzere yaklaşık kırk gün kadar bir rüyada gibi oluyorsunuz. Ben bebeğime doymak, onu her anını yaşamak için ve oğluma o güzel güven duygusunu ve annesini yanında olduğunu hissini verip, bu yeni dünyaya alışma aşamasında olduğunu düşündüğüm için, doktorların söylediği her istediğinde emzir prensibini uygulamıştım. İstediğinde uyusun, istediğinde emsin, istediğinde oynasın.

Gerçekten iyi bir gözlemci olmasanız bile bebeğinizle o kadar içiçe oluyorsunuz ki onun ihtiyacının ne olduğunu bir süre sonra fark edebilir hale geliyorsunuz. Oğluşumun iki ayı dolduğunda, bu her istediğinde istediği olsun durumu ikimiz için de gereksiz hale gelmeye başlamıştı. Böylece üç günümü tam konsantre şekilde, evde onun durumunu gözlemlemeye ayırdım. Uyku aralıklarını tespit ettikten sonra, gerisi çorap söküğü gibi geldi. Benim bu işe başlarken mottom çalışacak olmamdı. Oğlumu rutine oturtmuş, onun günün hangi vaktinde ne yaptığını biliyor olacaktım ve onun uykusunu, beslenmesini vb. kimsenin ellerine bırakmamış olacaktım. Şimdi düşünüyorum da güzel bir mantık olmakla birlikte çalışıyor olmak gerekmiyor. Her bebeğin ve her annenin buna ihtiyacı var.

Daha önce de yazdığım gibi bence dezavantajı yok, o halde avantajlarına ve uygularken dikkat edilmesi gerekenlere geçelim;
  • Bebek demek düzen demek. Kendine göre bir düzene alışmış ve o yolda giden bir bebeğin ne kadar huzurlu ve mutlu olduğunu gördüğünüzde aradaki farka inanamayacaksınız.
  • İlk başlarda biraz emek istese de (örneğin düzeni oturtmak için bir süre evde kalıp devam etmeniz gerekebilir, bizim için üç gün yeterli gelirdi genellikle) sonra bunu kaymağını bol bol yiyorsunuz. Özellikle dokuz aydan sonra rutinde yapılacak değişiklik için o kadar da zorlanmıyorsunuz.
  • Ne zaman dışarı çıkıp bir kahve içebileceğinizi biliyorsunuz. Ne kadar vaktiniz olduğunu biliyorsunuz, bebeğiniz yanınızdaysa ne zaman neşeli ne zaman huzursuz olabileceğini biliyorsunuz.
  • Artık aç mı, uykusu mu var, başka bir sıkıntısı mı var %99 emin olabiliyorsunuz.
  • Kitapta da özellikle belirtildiği gibi bu bir rutin. Saatlere bağlı bir durum değil. Örneğin bebeğim 7'de uyanır, 10'da uyur değil de bebeğim yaklaşık 7 civarı uyanır, yaklaşık üç saat sonra uykusu gelir, uyanık kalabilme süresi üç saattir vb.
  • Ayaz genellikle saat gibi tam 7 de uyandığı için bizde bu rutin durumu gerçekten de neredeyse saate bağlanmıştı. Biz de bir yere gideceksek bile onun rutinine uyum göstermeye azami dikkat ettik. Örneğin nerede olursak olalım, uyku saatinde uyuttuk. Tabii ki bu bir alışveriş merkezinde olamazdı. Ev gezmelerinden bahsediyorum daha çok. Bu bizim için de çok rahat oldu, bir arkadaşımıza gittiysek saat 20:30-21:00 den itibaren bebeksiz dostlarımızın bildiği eksi halimize geri dönüyorduk. O saate kadar da onlar da Ayaz'ı sevmenin tadını çıkarıyorlardı. Böylece birine gideceğimiz zaman Ayaz'ı başka bir yere bırakmamız gerekmedi hiç.
  • Dışarı çıkacağımız ve uzun süreceği zamansa genelde babaanne ya da anneanneye bıraktık. Ayaz uyanınca emzirip çıkıyordum, böylece bir sonraki uaynmasına kadar bana zaman kalıyordu. Bu o zamanki rutinimize göre 4 ya da 6 saat demekti.
  • Tabii bu yazdıklarım daha çok bizim için iyi gibi görünse de bunların bebeği de nasıl rahatlatacağını olayları tersine çevirerek anlayabilirsiniz.
  • Daha önce da bahsettiğim gibi uzun araba yolculuğumuzda bile yola çıkışımızı ve molaları Ayaz'a göre ayarlamış, çok da rahat etmiştik.
  • Ben bu uygulamaya başladığımızda Berrin'e de (Ayaz'a bakan teyzesi) detaylı olarak anlattım. Yaklaşık bir buçuk ay kadar da onunla beraber uygulamış olduk. Böylece Berrin de gözlem ve rutini kendi aklında oturttu. Ben işe başladıktan sonra en az benim kadar güzel uyguladı. Gerektiğinde hep bana sordu.
  • Çalışıyor olsam da değişiklik yapmak gerektiğini gayet iyi gözlemleyebildim. Berrin'in de fikrini aldım, birlikte uyguladık. Genellikle geçiş dönemlerini haftasonuna getirdim ki ben başlayayım o da gerisini getirsin.
Unutmayın, bebek demek rutiin demek! Bebek uyandırılmaz diyenlere kulak asmayın. çok kısa bir süre sonra zaten uyandırmanıza gerek kalmayacak, bu hem onun hem de sizin yararınıza olacak.
Not: Bazen düzen bazen rutin kelimesini kullanıyorum, Türkçe'de anlam olarak bu iki kelimeden biri daha doğru olabiliyor. Kurulan cümleye göre değişiyor.

rutin..Tracy Hogg..

Bu yazıyı yazmaya 12.12.2009 tarihinde henüz işe dönmeden başlamışım. Eski kayıtları incelerken, bir türlü yazmadığım Tracy Hogg konusu da içimde ukteyken toparlayıp şimdi yayınlıyorum.

Tracy Hogg ile tanışmam hamileliğimin ilk dönemlerinde oldu. Okuduğum bir çok anne-bebek blogunda kitabından bahsediliyordu. Sürekli bir yerlerde rutin, yatır-kaldır, E.A.S.Y, ile ilgili bilgiler okuyordum. Buna rağmen o zamanlar bu okuduklarım çok da anlamlı gelmemişti. Ne zamanki bebeğim dünyaya geldi ve onu daha iyi anlayabilmek, gözlemleyebilmek ve tabii ki gündüz ve gece uykularını onun için anlamlı benim için de mantıklı sürelere getirebilmek için araştırma yapmaya başladım, işte o zaman karşıma yine Tracy Hogg çıktı. İnternetten okuduklarımla kendimize göre bir düzen oturttuk ve gündüz için bir rutin belirledik. Gece uyanmalarına dokunmayı o sıralar pek düşünmedim. Okuduklarıma dayanarak zaten bir rutin belirleme işine girişmiştim. Tam da bu dönemde kavuştuğum "Bebek Bakımı Sorunlarına Mucize Çözümler" kitabı bir çok derdime çare oldu.

E.A.S.Y yani Eat, Activity, Sleep, Your Time gerçekten de harika. Sonradan daha iyi anladığımız şekilde Ayaz demek düzen demek. Şanslıyım ki ben bu konuda düzen seven ve buna uyan bir bebeğe sahiptim. Uygulamak çok da zor olmadı. Ancak kitapta da bahsedildiği gibi daha zor ya da daha kolay her bebeğin buna uyum sağlayabileceğini, sonuçta bir rutine oturan her bebeğin de daha kolay bebek olacağını düşünüyorum.

Bu düzeni oturtmanın bir dezavantajı olduğuna inanmıyorum. İlk günlerde özellikle büyüklerden, daha da özellikle kendi annemden, "ne bu askeri disiplin mi" gibi tepkiler geldiyse de bugün geldiğimiz noktada herkes bu durumdan çok memnun. Herkes Ayaz'ın kaçta uyuyacağını/uyanacağını biliyor. Kaçta ne yiyeceğini biliyor. Böylece özellikle sorumluluğun onlara kaldığı zamanda (ben yokken ki genelde olmuyorum) omuzlarındaki yük azalmış oluyor. Artık bir seneden beri hayatının düzenli sürmesine alışmış oğlum da çok mutlu oluyor. Yemek konusunda sorun çıkarmıyor. Ama az ama çok o gün o saatteki öğünü atlamıyor. O günkü uykusunu atlamıyor, az ya da çok, biraz erken ya da biraz geç mutlaka düzenine uyuluyor. Tabii ki nadiren de olsa yeri geldiğinde onu bizim düzene adapte ediyoruz. Biraz erken uyutabiliyoruz mesela ya da biraz geç. Daha çoğunluklaysa biz onun düzenine uyuyoruz.

Böylece ne zaman uyur ne zaman uyanır, dolayısıyla biz ne zaman dışarda olabiliriz(Ayaz'la ya da Ayaz'sız), ne zaman misafir kabul edebiliriz bunların hepsi belli olduğu için de huzura kavuştuk ailecek.

Ben kitaptaki tavsiyelerden maalesef sadece E.A.S.Y kısmını uygulayabildim. Yatır/Kaldır uygulayamadım mesela ki hepiniz uyku konusundaki durumumuzu biliyorsunuz. Beslenmeyle ilgili doktorumuzun önerilerini takip ettik, Ayaz'da iştahlı bir çocuk olduğu için sorun yaşamadık. Tuvalet eğitimi kısmını ise bir daha gözden geçirmek istiyorum. Bu konuda da çalışmalara hafiften başladık. Bunun için iki yaşını beklemek taraftarı değilim, iki yaşını doldurmadan bu yaz bu defteri de tamamen kapatmayı hedefliyorum.

Bu konuyu birkaç yazıda daha irdeleyeceğim.

Şunu da yazmadan geçmeyeyim, yeni doğum yapan ya da yapacak olan tanıdığım herkese önerdiğim ilk şey bu kitap oluyor. Hatta çevresindekilere de hediye olarak bunu öneriyorum. E.A.S.Y günler diliyorum.

lohusalıkta hayatımı kurtaranlar..

      Aşağıdakiler gerçekten de hayatımı kurtaran birkaç şey. Tabii ki işe yarayan birçok şey vardı ancak bunlar benim için dönüm noktası olanlardı.
      • Rezene+Kimyon Çayı: Aktarlarda satılan minik ot halindeki rezene ile yine aynı şekildeki kimyonu(Bir tatlı kaşığı rezene bir çay kaşığı kimyon) kaynatıp içiyorsunuz. Gaz filan kalmıyor. Ne sizde ne de bebişinizde. Bu arada bu kaynattığınızı atmayıp, iki-üç kez daha kaynatıp içebiliyorsunuz. Üstelik süt için bol bol sıvı tüketimine de faydası oluyor. Ben kendim için sütüme de faydası olduğunu düşünüyorum ama bunu iddia edemem, denemeye değer. Ben bunu sezaryenden sonra gaz problemi olan bir arkadaşıma önermiştim, işte onun hayatını kurtardı. Kendi deyişi yani. Ancak dışarılarda içmenizi pek önermem. Gazman durumu oluyor maalesef.
      • Minibook/ Netbook: Ne alaka dediğiniz duyar gibiyim, hemen açıklıyorum. Annem bana doğum hediyesi kurutma makinesi almak istedi, istemedim. O da bir gün gelirken bir minibook almış. Daha önce de söylemişti ama ben istememiştim. Evde bir notebook vardı nasılsa. Fazla kalabalığa gerek yoktu. Tamam akşam kocişten pek alamıyordum ama akşam kullanmasam ne olurdu? Derken Ayaz'ın 45 dakika/ bir saatlik emme sefaları başladı ve ben yalnızsam sıkılıyordum. Tabii ki emzirmek harika ama sürekli, iki saatte bir 45 dakika emzirdiğinizi düşünürseniz kendinize sadece bir saat kalıyor. Nitekim ben bu minibook ile Ayaz'ın emzirme sefalarını kendi dizi sefalarıma dönüştürdüm. O uyku halinde emmeye geçtiğinde ben de bir bölüm izliyordum. Böyle dört sezon kadar dizi bitirdim. Özellikle de mesela misafir varken emzirmeye gittiğimde süper oluyordu. Burada minibook ya da netbook olması bence önemli çünkü hafif ve kolay taşınabilir olduğu için rahat ediyordum. Şimdi de kendi üzerinde kamerası olduğu ve hafif olduğu için heryere taşıyabiliyor ve uzun süre göremediklerimize online bağlanabiliyoruz. Teknolojinin nimetleri..
      • Aileden ve dışarıdan gelen, sinirimi bozmayacağını bildiğim her türlü yardım teklifine "Evet" demek.. Gerektiğinde yardım istemekten çekinmemek. Örneğin, hafta sonu eşimin evde olmayacağı, gece de çok geç geleceği bir gün, henüz Ayaz kırkının içindeyken, her zaman yanımda bulunanlar o gün bulunamıyorlardı. Yani annem, kayınvalidem, Berrin olamıyorlardı ve ben de her ne kadar onların yardımlarından mutluysam da bir değişiklik ihtiyacında olduğumu farketmiştim. Bu durumda hiç de çekinmeden canım dostum Çidocuğumu aradım, böyleyken böyle bu hafta sonu bizdesin dedim. Ne kadar iyi geldiğini anlatamam.

      Hamilelikte hayatımı kurtaranlar..

      Kendi kendime bulduğum, ya da çevremdekilerin önerdiği, ya da özellile bloglarda olmak üzere biryerlerde okuduğum, ancak şimdi nereden edindiğimi hatılamadığım bazı faydali şeyleri yazmak istedim. Hem belki birilerine faydam olur hem de unutmamak için vesile olur diye düşündüm. Hamilelikle ilgili olanlarla da başlıyorum.
      • Vücut yastığı: Benim kullandığım aslında tam olarak bu değildi. O zamanlar benden dört ay önde hamile olan, ve benden dört buçuk ay önce sevgili Ada Defneyi dünyaya getiren sevgili Ferda (kocamın kuzeninin eşi, böyle yazınca dıdımın dıdısı gibi duruyor hiç de öyle değil halbuki ne kadar yakın) getirmişti. Çok da iyi etmişti. Ona da bir arkadaşı vermiş. Benim o zamanlar böyle birşeyden haberim yoktu. Gerekli mi acaba diye düşündüm. Ayaz'a hamileyken uzunca bir süre sırt üstü de yatabilmiştim. Böyle sağa ya da sola yatma durumuna da çok takılmamıştım. Çünkü gelişimi gayet iyiydi ve hep hareketli bir bebekti. Birgün bıçak kemiğe dayandı ve uykuda kıpırdadığımda uyanmaya, biryandan öbür yana dönmek eziyet olmaya ve yattığım/ yatabildiğim pozisyonda da rahat edememeye başlamıdım. İşte bu yastık imdadıma yetişti. Bildiğimiz yastığın biraz daha incesi ve boyu da nerdeyse boyum kadar uzun olanıydı benimki. Tekrar rahat uykulara dönmemi sağlamış, hatta doğumdan sonra da uzun bir süre ayrılamamışızdır kendisi ile. Sevgiyle anarım..
      • Eğilmek yerine/ Çömelmek: İnatla ben eğilirim de bişey olmaz da yaparken içime ya olursa kurdu düşüverdiğinde, annemin "e çömel o zaman" sözü hayatımı kurtarmıştır. Son ana kadar çömeldim.
      • Araba kullanmak: Ben sanırım yaklaşık 39 haftamı doldurana kadar kullanmıştım. Tam gününü hatırlayamıyorum ancak, doğumdan iki hafta önce İstinye Migros'a gittiğimi çok net hatırlıyorum tabii ki yanımda annemle. Daha sonra ağrılarım da başladığı için zaten kullanmam istesem de mümkün olmadı. Son iki hafta yakın civarda yürüyerek gezmeyi tercih ettim, doğum için de tabii. Beni çok özgür hisettirmişti.
      • Akşamları uyumak: Benim için uzun süren o uyku döneminde hiç de kafama takmayıp uyudum. Oh iyi ki de yapmışım diyorum şimdi.
      • Canım koltuğum: Ben son on gün geceyi evdeki güzide koltukta yaklaşık oturur pozisyonda uyuyarak geçirdim. Hatta son günlerde sancılarım geldiğinde hemen koltuğa geçer rahatlama pozisyonunu alırdım. Eğer rahatlarsam anlardım ki daha doğum yok. Size de son günler kendinizi rahat hissedeceğiniz böyle bir mekan bulmanızı kesinlikle tavsiye ederim.

      18 Ocak 2011 Salı

      16 Aylık Bir Anneyim!

      Bazen bunu tüm gücümle herkese söylemek istiyorum. Dün itibariyle oğlum onaltı aylık tadından yenmez bir velet, ben de on-al-tı ay-lık anne olduk.
      İnsanlar, hem yakınlarınız hem de yakın olmayanlar, eleştirmek için kendilerinde ne kadar da hak görüyorlar inanamıyorum. Şunu yanlış yapmışsın, bunu yanlış alıştırmışsın, böyle yaparsan çok şımarır, kendine çok alıştırmışsın. Evet canım benim, ben yaptım, yanlış yaptım oldu mu? Çünkü ben de oğlum ne kadarlık bir bebekse o kadarlık bir anneyim. Çünkü senin çok doğru dediğine x teyze de çok yanlış diyebiliyor. Ben de tüm bunları kendi akıl süzgecimden geçirip ona göre kendimce en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bazen de daha iyisini biliyorum ama halim olmuyor, yapamıyorum.

      Ey beni/bizi fütursuzca eleştirebilenler, siz acaba benim/bizim kadar emek verebilmiş, çaba harcayabilmiş miydiniz zamanında? Diyelim ki harcamadınız bu sizin benden az anne olduğunuzu gösterir mi? İmkanlar, koşullar, şartlar diye birşey duymadınız mı? Yoksa bunları sadece kendinize gelince mi hesaba katarsınız?

      Evet ben dün itibariyle onaltı aylık bir anneyim ve daha çok gidilecek yolumuz, öğrenecek şeylerimiz var oğlumla. Bir bebeğim daha olsa onunla da baştan öğrenecek yeni şeyler olduğunu biliyorum. Ne mutlu ki empati yapabilen, insanları yargılamayan, kendi şartları içinde değerlendiren bir insanım. Umarım bu değer yargılarını çocuklarıma da verebilirim. Ancak karşımda bunu göremeyince kı-rı-lı-yo-rum..

      11 Ocak 2011 Salı

      Antakya Rehberi..

      İki çok sevdiğim arkadaşım da bu aralar gideceği için ayrı ayrı bizden tavsiye istediler, ben de detaylı bir tavsiye yazısını burada yazmaya karar verdim. Antakya'da gezilecek, görülecek ve tabii ki yenecek o kadar çok şey var ki atladıklarım tabii ki olacaktır. Yazdıklarım da tamamen kendi deneyimlerimden, düşüncelerimden ibarettir.

      Nereleri gezelim, nereleri görelim?

      Tarihi çok eskiye dayandığı ve birçok medeniyete sahip olduğu için Antakya'da görülecek çok yer var. Aslında Antakya şehrin merkezinin adı. Çevre ilçelerde de harika yerler var. Kısa bir geziye sığdırılabilecek yerler değil. Bunun için kademeli olarak yazmam gerekir.

      Kaçırılmayacaklar(kendime göre sırasıyla yazdım):
      1. Arkeoloji(Mozaik) Müzesi: Oralara gidip de görmeden gelinmeyecek ilk yer. Mozaik koleksiyonu zenginliği açısından dünyada ikinci, para koleksiyonu zenginliği açısından dünyada üçüncü sırada. Asi nehri kenarında, köprünün hemen orada görebilirsiniz. Aslında uzunca vakit ayırmak gerekir, ben ayırabilmiştim, ancak siz zaman kısıtınıza göre karar verin.
      2. Eski Şehir: Ben böyle adlandırdım. Kilise de deniyor. Aslında şehirde çok kilise var da bu kilise(Rum Ortodoks Kilisesi) muhiti/ eski yerleşim yerini de temsil ediyor isim olarak. Hala yerleşim var. Korunmaya alınmış, doğallık bozulmamış. Dar sokaklar, avlulu evleriyle harika. Buradaki avlulu evlerin bazıları kafeye çevrilmiş, soluklanmak için oturup bir kahve içebilirsiniz. Şehrin merkezinde.
      3. Kiliseler: Bir önceki maddede bahsettiğim Rum Ortodoks Kilisesi görmeye, gezmeye değer. Bunun dışında yine merkezde bence ikincil öncelikli Protestan Kilisesi var, ben dışından gördüm, ayrıca Katolik Kilisesi var bunu da dışından gördüm.
      4. Habib-i Neccar Camii: Kurtuluş Caddesi ile Kemal Paşa Caddesinin kavşağında bulunuyor. Camii Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilmiş. İsa’nın havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya(Pavlos) ile onlara ilk inanan ve şehit edilen ilk kişi olan Antakyalı Habib-i Neccar’ın türbesini görebilirsiniz. Linke tıklarsanız camii ve Habib-i Neccar hakkındaki hikayeyi de bulabilirsiniz. Tabii birçok tarihi camii daha var ancak bunu görmenizi tavsiye ederim.
      5. Çarşı/ Uzun Çarşı: Eski el sanatlarının devam ettiği, eskiyle yeninin bir arada bulunduğu çarşı da merkezde bulunuyor. Bir nevi Kapalıçarşı gibi. Buradan baharat ,hazır paketlerde satılan toz humuslardan ve doğal zeytinyağı ya da defne sabunlarından almanızı öneririm. Özellikle sabunları uygun fiyata, Uzun Çarşının içinde Kurşunlu Han'daki Cemil Şener'den alabilirsiniz. Belki yukarıdakilerle aynı güne sıkıştırabilirsiniz ki zor belki de başka bir-iki saatlik araya.. Ya da yarım gün de ayırabilirsiniz. Ayrıca burada kağıt kebabı yemenizi önereceğim birazdan..

      Buraya kadar yazdıklarımı hızlı bir turla bir güne sığdırabilirsiniz de bir kaç günde hakkını vererek gezebilirsiniz de. Bundan sonra bahsedeceğim yerler için ayrı bir gün gerek.

      1. Saint Pierre Kilisesi: Kent Merkezine iki kilometre mesafede olan bu kilise Hırisyiyanlığın ilk kiliselerinden olarak biliniyor. İçinde bir baskın anında kaçabilmeleri için yaptıkları bir tünel var. Görülmeye değer ancak yarım günden biraz az alır ki örneğin iki günlük bir gezideyseniz bunun birini başka türlü de değerlendirmek isteyebilirsiniz.
      2. Harbiye: Harbiye'de şelale bölgesi görülmeli ancak ben hiç kışın şelaleye gitmedim ne durumdadır bilemem, en güzeli bahar galiba. Şelale bölgesinde de bir sürü restaurant var ama bunlarda da hiç yemedim. Biz hemen buraya yakın başka iki restauranta gidiyoruz. Güneş batmadan gitmeli, şelale bölgesiyle Kule Restaurantın manzarasını mutlaka görmeli fayda var. Ne yemeli kısmında burayı zaten anlatacağım. Bu nedenle de üst sırada yerini aldı.
      3. Merkez'den Batıayaz'a(Teknepınarı) çıkan oradan Hıdır Bey üzerinden Samandağ'a inen yol tam bir günü alır ancak gerçekten benim için ilk beş madde öneminde görülmesi gereken yerlerdendir. Bütün yol, doğa, tarih doludur. Yol üstündeki Ermeni ve Rum köyleri, taş evler, Hıdır Bey Köyü'ndeki Hz. Musa Ağacı, buradan sonraki Vakıflı Köyü ve Ermeni Kilisesi, daha sonra Çevlik'e inen yoldaki kaya mezarları özellikle görülmesi gerekenler. Yol boyunca mevsime göre meyveleri üstünde gördüğünüz ağaçlar dolu, en son gittiğimizde tüm ağaçlarda mis gibi portakallar ve mandalinalar vardı. Gerçekten meyve yemenin tadına varmıştık. Daha önceki şu yazıda dalından portakal kopartıp yiyen Ayaz var mesela.

      Ne yiyelim?

      1. Harbiye: Dememiş miydim? Şimdi arkadaşlar, açıkçası buraya kesinlikle aç gidiyorsunuz. Antakya mezelerinin ve künefenin tadı burada çıkar. humus, patlıcan seviyorsanız abugannuş, acı seviyorsanız(gerçekten acı) cevizli biber, mutlaka almanır gereken mezeler. Bunların dışında süzme yoğurt da çok güzel. Oruk da yiyebilirsiniz. Diğer mezelerin hepsi de güzel damak tadınıza göre seçin, ancak künefeye mutlaka yer ayırın. Ana yemek olarak Adana Kebap ya da tavuk tavsiye edebilirim, Harbiye'nin tavuğu da meşhur ancak künefeye yer ayırın. En sonunda işte o an, künefe mutlaka ama mutlaka yenmeli. Bütün mükemmel lezzetleri yerken dikkatli olun ve künefeye yer ayırın demiş miydim? Bunlar nerde yenir, ben şelalenin orada hiç yemedim. Yine oraya yakın Hidro Restaurant var, baharda önündeki havuz dolu ve havuzda ördekler yüzüyor oluyor. Burayı tavsiye ederim. Hidro sağınızda kalacak şekilde yürüdüğünüzde zaten tabelasını da göreceksiniz, Kule Restaurant var burayı da tavsiye ederim. Hidro'da yeseniz bile Kule'nin oraya da gidip manzarayı görün. Yürüyerek yaklaşık 5-10 dakikalık mesafe ne de olsa. Harbiye'ye ulaşım şehir merkezinden dolmuşlarla(İstanbul'daki minibüsler) oluyor.
      2. Şehir merkezinde de künefe yemek isteyebilirsiniz. Birçok künefeci var ama bunlar fabrika usulü olduğu için Harbiye kadar öneremeyeceğim. Yalnızca çarşının içinde Yusuf Usta'nın yeri olduğunu ve buranın kendi yaptığını duymuştum. Orayı deneyebilirsiniz. İlla da diğerlerini de denemek isterseniz Vali Göbeği'ndeki(Atatürk Caddesini Büyük Antakya Oteli ve Mado sağınızda kalacak şekilde yürüdüğünüzde Vali Göbeği'ne varırsınız) Harika Künefe olabilir.
      3. Kağıt Kebabı: Turunç Kasabı var dana eti ile yapıyor ve çok güzel yapıyor. Onun dışındaki yerlerde illa dana eti istiyorsanız söyleyin ama bu işin tadı orjinal haliyle çıkar. Diğer yerlerde işi onlara bırakmanızı tavsiye ederim. Bu da acı, oldukça acı, üstelik yanında gelen biberi o kadar acı seven ben bile yiyemiyorum, kocam yiyor. Az acı olsun diyebilirsiniz biz hiç demedik. Uzun çarşıdaki kasapların çoğunun -belki de hepsinin bilemiyorum- arakalarında yiyebileceğiniz yerler var, kasaplar orda hazırlıyor, fırına veriyor ve hemen sıcacık yiyorsunuz. Kağıt Kebabı, tınak pide, halebi ya da kebap ekmeği ile geliyor, üç kişiyseniz üçünü de deneyin derim. Bir posiyonu 7-8 lira civarı oluyor.
      4. Oruk: Biz İstanbullu ahali onu içli köfte olarak biliyoruz. Bunu nerde yiyebilirsiniz bilemiyorum ben dışarda birtek Şehir Klübünde yemiştim ki ona da herkes gidemiyor. Harbiye'de de var örneğin ve her yerde vardır. Yalnız Şam Oruğu yemeyin bence biraz kuru oluyor. Normal oruk yiyin.
      5. Döner(dürüm) de mutlaka yiyin. Bizim bunları sığdırmak için kahvaltıyı dönerle yaptığımız olmuştur. Döneri de yine merkezde, köprüden Saray Caddesine giderken köşedeki Gözde'de, köprüden Saray Caddesine girildiğinde ilk sıralarda solda ki Abdo'da ya da Saray Caddesinin devamındaki Tacettin Usta'da(Tacettin'de döner öğleden sonra biter, akşama kalmaz) yemenizi tavsiye ederim. Et de süper içine sürdükleri salçalı sos da. Tabii sos acı olursa daha süper bence tahmin edeceğiniz gibi. Bu arada bunlar gayet küçük salaş yerler.
      6. Bunların dışında katıklı ekmek denk gelirseniz yiyin. Benim favorimdir. Biz içini evde yapıp fırına gönderiyoruz. Biberli ekmek, keza aynı şekilde. Yalnız biberli ekmek fırınlarda da minik pide formunda oluyor böyle de tadabilirsiniz. Antakya'nın dolmaları da farklı ve güzel tavsiye ederim. Patlıcan dolması, bizim buralarda olmayan bir çeşit patlıcan ile yapılıyor ve çok güzel oluyor. Kahvaltıda ekmek olarak "Tırnak" ya da "Halebi" ekmeği isteyin, çökelek yiyin. Simitçilerde satılan büyük susamsız simidi tuz ve kimyonla deneyebilirsiniz, yanında veriyorlar.

      Bunlar dışında tabii bir çok ören yerleri, kaleler, surlar, başka çevre ilçeler(örneğin biz Reyhanlı'ya gitmiştik, çok güzeldi) başka camii ve kiliseler, tarihi binalar var. Birçoğu gezerken sizin de gözünüze çarpabilir, atladıklarım unuttuklarım olabilir.

      Ulaşım konusunda pek birşey yazamadım. Biz hep sağolsunlar yakınlarımızın arabalarıyla ya da kendi arabamızla gittik uzak yerlere. Tabii bu uzak yerler İstanbul için oldukça yakın yani görece uzak. Birçok yere taksiyle de gidilebilir. Ancak örneğin, Batıayaz-Hıdır Bey-Vakıflı-Samandağ gezisi bir tur gibi daha iyi olur sanırım. Belki de araba kiralanabilir.

      Kısaca özetlersem ilk beş maddeyi bir aralara sıkıştırın. Harbiyeye mutlaka gidin ki bu bir akşam da olabilir. Batıayaz-Hıdır Bey-Vakıflı-Samandağ gezisi çok harika ama dediğim gibi bir gün(10:00-17:00 gibi) alır. Saint Pierre benim için bunlardan sonra gelir.

      Yemek, Harbiye'de mezeler ve künefe :) , çarşıda kağıt kebabı, kahvaltıda tırnak ve halebi ekmekleri, döner ve tabii oruk ilk öncelikler.

      Daha önceki Antakya yazılarım:

      Antakya Gezisi.. Kısa Kısa..

      Ayaz Tatilde (Antakya)

      4 Ocak 2011 Salı

      Bir Kar Masalı..


      Blog dünyası yine bir işbirliği ile karşınızda Bir Kar Masalı ..
      OİP, Özgüranne ve Esra Özlem 'in ve tüm emeği geçenlerin ellerine sağlık..

      3 Ocak 2011 Pazartesi

      yeni yıl kararlarına devam.. haftanın menüsü..

      Pazar günü kurufasulye yapmıştım, ona istinaden bir gün daha aynı yemek var..

      Bu (03/01/2011) haftanın menüsü;

      Pazartesi: çorba ,kağıt kebabı, katıklı ekmek (Antakya'dan gelenler)
      Salı: kurufasülye, pilav, komposto
      Çarşamba: yayla çorbası, izmir köfte, zeytinyağlı pırasa
      Perşembe: balık ya da ızgara (Annem varsa balık, yoksa ızgara)
      Cuma: kalanlar
      Cumartesi: etli tencere kebabı, pilav, cacık
      Pazar: ? (Cumartesi ya da pazar dışardan bişeyler yeriz sanırım..)

      Haftanın Menüsü

      Anne kurnazlıkları..

      Aklımıza gelenleri yaptıklarımızı paylaşalım dedim..


      Oğlum tüm bunlar senin için.. Beni nasıl da kandırmışsınız deme, ne güzel kandırmışsınız de isterim..
      • Kola isteyen Ayaz'ıma pekmezli suyu kola diye yutturmak. Her zaman işe yarıyor. Çay için aynı şey geçerli olmuyor, çayın tadını biliyor çünkü maalesef. Ancak onu da çok fazla talep etmiyor. İstediğinde birkaç kaşık veriyoruz.
      • Yemek istemediği sebze yemeklerini pilavla beraber yutturmak. "Bak annecim pilav işte bu!" Ancak bunu da her zaman yutmuyor. Arkasındaki yemeği severse tamamdır. Yememeye kesin kararlıysa çıkartıyor.

      Yeni Yıl.. Noel Ayaz

      2010 Yılbaşı / 2011 Yılbaşı

      Aradaki farka inanamıyorum.. Bu arada kıyafet aynı kıyafet.. Geçen sene "Türk Annesi" marifetiyle (ben oluyorum) kısaltmıştım.. Herkese mutlu yıllar..

      Not: Hala fotoğraf makinesinin ara kablosunu bulamadığım için mekinedeki güzel mi güzel resimlerden koyamadım. Telefonla çektiğim resimle idare edeceğiz maalesef..