28 Nisan 2011 Perşembe

bunları yanlış (mı) yapıyorum..

Blogcu Anne'nin şu yazısına yorum olarak yazmıştım, oradan esinlenerek devam edeyim dedim. Biz anneler de hatalar yapıyoruz tabii ki.. Yine de bunlar hata mı emin değilim. Genel kanının aksi şekilde yapıyor olsam da içgüdülerim bunların pek de hata olmadığını söylüyor. Benim çocuğum için geçerli tabii ki bu içgüdüler, her çocuk birbirinden farklı değil mi? Tek bir doğru yok diye düşünüyorum. Anneliğin bana kattığı en güzel özelliklerden biri de yargılamamak. Zaten bu konuda fena değildim, şimdi çok daha başarılı oldum. Özellikle de başka bir anneyi yargılamamak çok önemli, dilimin ucuna geleni hemen frenliyorum. Bazen bilmişlik yapıyor olduğumu fark etsem de en azından sonuna doğru toparlamaya çalışıyorum.


Neler mi benim aklımdakiler;


  • Oğlum mesela başını kapıya vurduğunda kapıyı dövüyoruz. Büyüklerden böyle gördük, böyle devam ediyoruz. Aslında ilk zamanlar yanlış olduğunu düşündüğüm bu eylemin Ayaz'da kötü bir etkisini görmedim henüz. Hatta rahatlıyor, sıkıntısını atıyor. Önce bana geliyor başını öptürmeye ardında da beraber gidiyoruz kapıya kızmaya. Hatta geçenlerde bir sabah, işe giderken ben başımı kapıya (hem de çelik kapı ve hem de açıktı) vurduğumda, oğlum önce sarılıp beni teselli etti, sonra da birlikte kapıya kızdık. Gün içinde de birkaç kez gidip kapıya "ah" yapmış. Bence durup durup ne oldu acaba anneme diye içlenmesindense, gidip acısını boşaltabilmesi iyi bile olmuş. Çok dert olduğunu sanmıyorum, bunun çocuğumu sorumluluk almayan bir birey haline getireceğine inanmıyorum(umarım tükürdüğümü yalamam, büyük sözüme töbeeee). Çünkü aklı erdikçe, kendini ifade edebilecek başka yöntemler olduğunu da keşfedecek, biz de ona bu yolları göstereceğiz elbette.

  • Bu aralar nedense sesimi daha çok yükseltir oldum. Başka dış etkenlerin getirdiği stres beni daha tahammülsüz yaptı maalesef. Normalde çok sabırlıyımdır. Hatta şu halim bile normal sabırlı sayılabilir. Yine de işte bu halim bana karısını döven erkekleri çağrıştırıyor. Yani gücünün yettiğine gücünü kullanmak. Ben iki bağırdım diye çocuğun psikolojisi mi bozulacak, sanmıyorum.. Ne bağırmalar gördük biz. Yine de oğlum şimdiye kadar olan bağırmalarım için çok özür dilerim senden. Zaten sen bir üzülürsen ben bin üzülüyorum, öncekinden de beter oluyorum.

  • Mükemmel anne olma iddiam olmadı hiçbir zaman. Yine de insan bazen kendini eksik görüyor. Zorda kaldığım zaman hazır mantı yapmak mesela, oğlana da yedirmek, ya da buzluktaki köftelerden faydalanmak, üstelik dün de köfte yediği halde, bunları yapıyorum. Haftasonu çorbasını yapmayı unutup hemen bir tarhana kaynatıverdiğim oluyor. İtiraf ediyorum bunlar benim vicdanımı sızlatmıyor. Hatta kötü bile hissetmiyorum.

  • Seyrettiğim zaten iki buçuk dizi var, buçuk da nasıl oluyor demeyin, arada izliyorum daha çok arkadaşlar konuştuğu için takip edebiliyorum. Son bir aya kadar bunları bile açmazdım. Biz evde yalnızsak asla televizyon açmazdım. Şimdi bu iki diziyi açtığım olabiliyor. Normaldeyse babası açıyor akşamları ama Ayaz en fazla yarım saat maruz kalıyor, izlemiyor da zaten arka fonda televizyon oluyor. Bana kalsa hiç açmam. Normalde yani :)

  • Evet oğlumla çok vakit geçirmek istiyorum ama sofrayı toplama, bulaşıkları halletme gibi rutin işleri o yatmadan halletmek de istiyorum. Sonra halim kalmıyor. Dolayısıyla yaklaşık 30-45 dk arası bir süreyi ya yanımda takılarak ya da babasıyla başbaşa geçirmek durumunda kalıyor. Kaliteli vaktimizden çalınıyor yani. Bunun da kötü birşey olduğundan emin değilim, çünkü hayat hep oyun hep birebir ilgi değil. Benim en sevdiğim tabii ki oğlum ama görevlerimiz de var.

  • Yine haftasonu dışarılarda gezerken biz bir öğünü atlayabiliyor, rutini bozulabiliyor. Genellikle rutini bozulmuyor da daha az uyuyor öğlen uykusunu. Çünkü arabada filan uyuyor, inerken de uyanıyor. Yeni bir yere varmanın heyecanıyla da uykuya dönemiyor.

  • Normal hayat aktivitelerine pek katamadım oğlumu. Yani şöyle oğlumla markete gidelim, alışverişe çıkalım gibi şeyler yapamıyoruz pek, çalışan anne olmanın yan etkileri.

Daha da çok vardır ama bunlar geldi aklıma şimdilik. Oğlum önemli olan şu bence "Seni çok seviyorum.."

26 Nisan 2011 Salı

bunları doğru yapabilmişim sanırım I..

Oğlumun "Ayaz maşallah çok güzel oturur mama sandalyesinde" gibi beni memnun eden ve rahatlatan davranışlarının bazılarının arkasında gizlice kendimle gurur duyduğumu itiraf ediyorum. Belki başka bir bebeğim olursa ve aynı şekilde hareket etsem bile bu faydayı göremeyeceğim çünkü çocuk çocuktan farklıdır biliyorum. Sadece tutturabildiğim alanlarda kazandığım başarıları yazmak istedim.

Gece uykusu konusunda çok başarısız oldum, çok hatalar da yaptım biliyorum ama çok doğru olması gerekenleri de denedim olmadı. Belki yine de tam yapamamışımdır. Yemek konusundaysa başarılıyım işte. Tabii ki Ayaz iştahlı bir çocuk. Yine de birebir aynı davransam da belki başka bir çocuk hiç uyanmadan gece uykusu uyuyabilir ve iştahsız olabilir, mama sandalyesiyle barışık yaşamayabilirdi. Olsun kendimle biraz gururlanmak istedim çok mu?

Oğlumu ilk günden beri yemek yerken sofrada yanımızda tutuyoruz. Sadece emerken bile eğer uyanıksa biz yemek yerken mutlaka yanımızdaydı. Ana kucağında pek duramayan bir bebek olarak yemeğin başında orda olsa da sonunda, gerçek ana ya da baba kucağında olurdu ama mutlaka sofra başında olurdu. Sonra mama sandalyesine terfi etti. İlk başlarda hemen kucağa gelmek istediyse de yavaş yavaş onu oyalayıp süreyi uzatarak daha uzun oturmasını sağladık. Sonra da prensip olarak yemek bitene kadar genelde kucağa almadık. Bunları deldiğimiz oldu ama nadiren yaptık. Netice de mama sandalyesinin onun için de bir rahatlık olduğunu ona da anlatabildik. Çok rahat birşey bence. Mama sandalyesini yemek için kullandık sadece, yemek ve yemekten sonra sofra muhabbeti için. Genellikle yemek bittiğinde artık Ayaz oturmak istemiyor olsa da mesela ayaklarını koklayıp bayıldık, kürdanları tuzluğa attık, eğlendik, sofra kültürünü oturttuk. Çok önemli benim için. Sofra kültürünün ailemde olması, masa başında sohbet etmek çok güzel bence. Sonra Ayaz'ın mama sandalyesinden memnun olması da büyük rahatlık ve pratiklik.

Hala önlük kullanması yine böyle sabırla direndiğim bir konu. Üstüne bir de hala açıklama yapıyorum, ama bak oğlum üstün kirlenir istemezsin di mi diyerek titizlik duygularını sömürsem de hedefe ulaşıyorum. Gayet anlayışla önlük takmama izin veriyor o zaman.

Sevdiği ve sevmediği yemekleri mikslemek. Bir ara kakalamak yöntemini seçtiysem de Ayaz hiç bu ayaklara gelmeyecek bir çocuk olduğu için hemen pes ettim. Uzun zamandır "Oğlum pilav yiyecek misin, o zaman önce bir kaşık ıspanak" düsturuyla damak tadı epey gelişti. Tabii inadı tutarsa ya da gerçekten doyarsa bunların hiçbirini dinlemiyor kesinlikle!

Ayazla asla inatlaşmadım. Bunu deneyen babasının bile asla kazanamadığını görünce denemedim bile zaten. Babası da pes etti artık. İkna bizim herşeyimiz. Çünkü Ayaz bebeklikten beri hep, onu adam yerine koyup anlattığımızda bize pozitif karşılık verdi. O zaman o güzel enerjiyi mi hissedip de yola geliyordu bilmiyorum ama şimdi zaten herşeyi anlıyor.

Testi kırılmadan önce davranmak. Ben Ayaz'a olay inada bineceği zaman değil de önceden şartları söylüyorum. Mesela "Mehtap Teyzenlere gideceğiz ama ben dönelim deyince kalkacağız, ağlamak yok. Yarın sabah da onlar gelir işleri yoksa. Zaten döndüğümüzde uyku vakti gelmiş olacağı için Demirkan da uyuyacak. Hem biz de seninle kitap okur uyuruz." gibi uzun bir açıklama ve uyarı yapıyorum. Sonra ilk cümlenin üzerinde bir daha geçip ana fikri tekrarlayıp "Tamam mı?" diye soruyorum mutlaka. Ondan da "amam" cevabı gelirse bu iş gerçekten de amamdır(amam=Ayazca tamam). o sırada ağlasa bile "ama tamam demiştin" diyince kendine geliveriyor. Herşey ama herşey böyle bu aralar önce uyarı ve anlatış ve başına geleceklerden haberdar ediş. Sonra eylem. Bazen çok sıkıcı olduğumu düşünüyorum ama işe yarıyor. Ayaz'ın da pek itirazı var gibi görünmüyor.

Bazı elzem şeyleri yani kuralları yıkmamak. yıkılmayacağını anlamalı. Araba koltuğunda oturması bir zorunluluk, aksi düşünülemez gibi. Huysuzlansa da direniyorum. Buna itiraz edenlere de alıver işte ne olacak diyenlere de sinir oluyorum. Yani bıçak istese verecek miyiz eline? Geçenlerde bir kez koltuktan kucağıma aldım, ama bir farklılık vardı, almam gerektiğini hissettim. Annelik bambaşka birşey işte. Aldığımla kusması bir olmuştu yavrumun. İyi ki de almışım.

Dediğim gibi bunlar her çocukta farklı olabilir ama deneyin derim. En önemlisi tutarlılık, her zaman tutarlı olduğunuzda başta zorlansanız da sonunda faydasını siz görürsünüz.

Tabii doğrularım bu kadarla biter mi? Devamı gelecek ama yanlışlarım da gelecek.

birrr buçukkkk...

Bir buçuk yaşını devirdi Ayaz'ım. Tam bir dönüm noktası. Bebeklikten çocukluğa geçiş, galiba. Bunu her düşündüğümde içim sızlıyor desem inanır mısınız? Yani ne çabuk, olamaz, o benim bebeğim diyorum hemen ardından. Ancak oluyor galiba. Zaten her zaman tercihleri olan, kendi istediğini yaptırma derdinde, e biraz da inatçı bir bebekti. Şimdiyse çok daha ileride. Ne giyeceğinden ne yiyeceğine, hangi kitabı okuyacağından hangi oyunu oynayacağına, uyuyup uyumayacağına kendi karar vermek istiyor. Ben de ona elimden geldiği kadar özgürlük tanıyorum. Uyku konusunda mesela saatini biliyor ve hadi beni uyutun moduna giriyor. Yaşasın rutin. İstemese uyutmak çok zor olurdu çünkü. Tabii bu istekler ve ısrarlar daha da büyüyecek biliyorum. Kendimi hazırlıyorum. Oğlum bir birey olmaya ve kendini kabul ettireceği iki yaş sendromuna doğru hızlıca ilerliyor. Her anı farklı zevkli oluyor onun büyümesini izlemenin.

Nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Resimdeki gibi artık mama sandalyesinde oturmak zorunda değil, sandalyeye de oturabiliyor mesela. Tabii yine de ilk tercihimiz mama sandalyesi. Eğer gittiğimiz bir ortamda ondan büyük ve daha aklı başında tabii bir çocuk varsa yaşadık. Sal Ayaz'ı peşine dolaşsın, izlesin, öğrensin. Artık oyun oynamaktan anlıyor. Yani iletişime geçebiliyor. Dün Demirkan geldiğinde daha da fark ettim ki onunla karşılıklı oynamak istiyor. Almak-vermek gibi. Demirkan da Ayaz'ın üç ay önceki hali gibi umursamıyor bu girişimleri, kendi kendine takılıyor.

Bu akşam mesela abimlere gidiyoruz, Oğuz'umun doğum günü dolayısıyla. Emir&Ayaz arasındaki diyaloğu merak ediyorum. Çok daha ilerleme bekliyorum. Çünkü her sefer Emir Ayaz'la oynamaya ona birşeyler anlatmaya çalışır ama Ayaz anlasa da karşılık veremezdi henüz.

Başka neler oluyor. Tuvalet konusunda zaten söylüyor. Belirtiyor çişi de gelse kakası da. Ara ara tuvalete de oturtuyorum, biraz daha üzerinde durmak içinse seyahat dönüşünü yani Haziran başını bekliyorum. Bu yaz hedeflerinden biri de bezi bırakmak bizim için. İkinci yaşa bezsiz girmek.

Dil gelişimi inanılmaz hızlandı. Evrene gönderdiğim mesajlar karşılık mı buluyor? Bayılıyorum. Öyle çok kelime söylüyor ki artık, bazen daha önce hiç söylemediği kelimeleri tekrar ediveriyor. Daha cümleler yok ama onlar da yakındır belli ediyor.

Tırmanma becerileri düz duvara tırmanma seviyesine geldi bile. Çok hareketli çok, dans eden, müziği seven, şarkı söyleyen, müzik yoksa bile kendi söyleyip kendi oynayan bir velet oldu çıktı. Bu konudan bahsederken "gali gali" dansından bahsetmeden geçmemeliyim. Bu Ayaz'ın ellerini kaldırarak ve "gali gali" diye sarkı söyleyerek gerçekleştirdiği kendi yarattığı bir dans çeşidi. Şimdi aynı dansı Demirkan da öğrendi o da yapıyor.

Yani hevesle beklediğimiz her gelişim birer birer oluyor işte sırasıyla. Çok acele etmeyin, çok merak etmeyin, her gelişim bir özgürleşme oluyor. Bunun tadını çıkartmaya bakın. Hem oğlum özgürleşiyor hem de ben..

25 Nisan 2011 Pazartesi

hafta sonu..

Oğlumla güzel bir bayram kutlaması hayal ediyordum ama gide gide Migros'a gidebildik. En azından amacımız iyiydi. Oyuncak ve kırtasiyelerdeki indirimden yararlanmak istedik. Gerçi pek birşey kalmamış, olanlar genelde talan olmuştu ama Ayaz'ın bu aralar çok keyif aldığı ahşap yapbozlardan iki tane alabildim. Biri mıknatısla çekilebilenlerden, bunu becerebileceğinden emin değilim şimdilik. Biraz boya kalemi, bolca boyama kitabı(yapamıyor tabii ki ama biz yapıyoruz babasıyla, o da orasını burasını boyayıp eğleniyor.), pastel boya gibi şeyler aldık.
Günün keyfi aşağıdaki resimde göreceğiniz market arabasına ilk kez binen Ayaz'ın aldığı keyifti. Çocukları mutlu etmek aslında ne kadar kolay.


Biz bişeyler aldık ama onları verme şansımız olmadı dönüşte, yani 23 Nisan hediyesini pas geçtik diye üzülürken pazar sabahı amcası süpriz yaparak geldi ve ilk resimde gördüğünüz yavru aslan kıyafetini yiğenine bayram hediyesi olarak getirdi. Zaten amcasının gelmesi de Ayaz'a yetiyor. Çok güzel oynuyorlar, amcası büyük bir enerjiyle eşlik ediyor Ayaz'a. Amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, kuzenler iyi ki varlar hayatımızda. Hayatı güzelleştiriyorlar. Geçen hafta içinde de amcası ve dedesi gelen Ayaz'ın keyfine diyecek yoktu. O zaman beraber doğum günü mumları da üflemişlerdi amcasıyla defalarca. Bizim enerjinizin bittiği noktada hep devreye girebilseler yakınlarımız ne güzel olacak.

Bu arada Ayaz'dan son bombalar dolu dolu "Annemmm", "Babammm", "Anneannemmm", "Abaabammmmm", "Dedem", "Cicimmm" demeler.. Her fırsatta dediğim gibi bayılıyorum kendisine..

Herkese iyi haftalar..

Not: Pazar günü Ayaz'ın stoklarından çıkardığım henüz paketinde bir oyuncağı görmesiyle kilitlenmesi bir olan oğluma biz de bayram hediyesi vermiş olduk böylece..

23 Nisan 2011 Cumartesi

bayramımız kutlu olsun..

İlerleyen yıllarda bugünü oğlumun iple çekeceği bir gün haline getirebilmeyi çok istiyorum. Şimdilik çok etkinlik yapamasak da önce oğlumun, sonra tüm çocukların, sonra da biz büyüklerin Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutluyorum!

18 Nisan 2011 Pazartesi

bu yazdan beklediklerim..

Öncelikle 20 Mayıs'ta gideceğimiz Avusturya-İtalya gezisinde yaz sezonunu açabilmeyi diliyorum. Hava güzel çok güzel olsun, sandalet ve şortlarla gezebilelim lütfen.
Oğlumla bol bol çimlerde yuvarlanmak, parklarda gezip tozmak istiyorum.
Haftada bir akşam piknik sepetimizi hazırlayıp Allah'ın bize bir lutfu olan yanıbaşımızdaki ornmanda piknik yapalım, işten gelince hemen üstümüzü değiştirip kendimizi doğaya atalım istiyorum. Öyle uzun meşakkatli işler değil ama, birer köfte ekmek, yanına ayran, bazen karpuz-peynir olabilir.
Kocamla başbaşa taa yazın sonunda Dalaman'da evlenecek arkadaşımızın düğününe katılmak istiyorum.
Oğlanı arada babaanne-anneanne de kalmaya alıştırmak istiyorum ki bir üstteki maddeyi gerçekleştirebilmem için önce bunu yapmam gerekli.
Önümüzdeki iki ay içinde üstüme yapışan dört kilodan kurtulmak istiyorum. Aslında daha büyük hedefim ama henüz bunu göremiyorum. Böyle başlayalım.
Kiloları vermek için de ama artık yaşam biçimi haline getirebilmek için esas spor yapabilmek istiyorum. Spor dediğim de yürüyüş işte.
Dolu dolu gezmeli tozmalı, üşenme olmayan bir yaz diliyorum.
Bir de başka birşey diliyorum ki bunu yazmayacağım ama içimden diliyorum işte.
Biraz daha içime dönebilmek, basitleşmek, biraz daha evime dönebilmek istiyorum.

Böyle şeyler.. Evrene yolladım bakalım ne kadar başarılı olacak..

hafta sonu.. maç keyfi..

Bu hafta sonunu uzun bir aradan sonra ailecek geçirdik. Hem evde dinlendik hem de dişarı çıkıp gezdik. İdeal bir haftasonuydu bence. Bugün mesela hem de pazartesi pazartesi ne kadar zinde ne kadar enerjik hissediyorum anlatamam. Gece dörtten beri doğru düzgün uyumamama rağmen.

  • Cumartesi biz oğlumla öğleden sonraya kadar evdeydik, hatta öğlen uykusunu birlikte uyuduk. Aman boşver işi gücü diyip, kocamı dinleyip uyudum. Öğleden sonra oğlumun babasının da katılımıyla İstinye Park'a gittik. Biz öyle haftasonlarını pek alışveriş merkezlerinde geçirmeyiz. Arada gitsekte Ayaz'la gittiğimiz sayılıdır. İşte bu yüzden Ayaz o karmaşa ve hareketliliği görünce sudan çıkmış balığa döndü. Bütün çocukları seyretti. Oldukça uyumluydu ama mesela onu paten kayan ablanın ya da oyuncak fişek fırlatan abilerin başından alıp yürümeye devam etmemiz biraz zor oldu.

  • Toyz Shop'a da girme gafletinde bulunduk. Çıkmak zor olmadı da tekrar önünden geçerken içeri girmesini engellemek baya zor oldu.

  • Yemek yerken ona da bir porsiyon pilav üstü döner söyledik. İnanamadık, kocaman adam oldu da sipariş veriyoruz ona da.

  • Cumartesinin bir diğer güzel olayı da El Clasico'ydu. Bilenler bilir ben futbolu çok severim. Yalnız bu velet doğduğundan beri ne maç ne lig doğru düzgün takp edemez oldum. Eskiden en büyük zevklerimden biriydi. Cumartesi maçın gece 11 de başlayacağını öğrendiğim gibi kocama mısır patlatıp maç keyfi yapma teklifinde bulundum. Ohh uzun bir aradan sonra karı koca maç keyfi yaptık.

  • Pazar günü son anda bir arkadaşımızın telefonuyla dışarı çıkmaya karar verdik. Önden beyler çıktı, sonra bayanlar katıldık tabii Ayaz da. Evde öğlen uykusuna yatırmadım, arabaya biner binmez uyudu. Sonra da pusetinde devam etti, bizi yetişkinlerle başbaşa bıraktı bir süre.

  • Ayaz'ın uyku saatini 22.00 a çekmiş bulunuyorum. Bunu hem belki biraz uykusu düzelir diye denemek istedim hem de önümüzdeki yurtdışı tatilinde geç yatmasının avantajımıza olacağını düşündüm.

  • Ayaz oldukça büyüdü, memnunum kendisinden, hatta bayılıyorum canım.

  • Pek bir dillendi bir de bu aralar, dualarım kabul mü oluyor nedir?
Bu haftalık da bunlar oldu.

15 Nisan 2011 Cuma

annen gider!! bu nasıl birşey..

Ben oğlumu asla korkutarak engellemeye kalkmıyorum. Konu ile ilgili uyarılar yapıyorum tabii ki. Mesela birkaç gün önce kırdığı kavanozu hatırlatabiliyorum, elinde yine almaması gereken kırılacak bir nesneyle dolaştığında. "Bak oğlum, dünkü kavanoz nasıl kırıldı bu da öyle kırılır. Onu kaldıralım sen bununla oyna" gibi yönlendirmeler yapıyorum tabii ki. Ben yapmadığım gibi kimsenin de yapmasını istemiyorum. Ancak babası da dahil herkeste böyle bir durum var-dı. Kocamla konuştuk, gayet mantıklı olduğu için o da çok dikkat ediyor artık. Normalde özellikle de büyüklerimize karşı çıkabilen biri değilimdir. Dinlerim, aklıma uymasa da karşımdaki kişiyi de anlamaya, anlayış göstermeye çalışırım. Bazı ufak tefek farklı davranışları görmezden gelirim. büyük sonuçları olmayacaksa çok da önemsemem. Bir kez de böyle olsun derim. Sağolsunlar birşey söylediğimizde de darılmazlar, dikkat ederler genelde. Anneler, babalar, teyzeler kim olursa olsun oğlumu bir daha ".. yaparsan bak annen gider.." ya da "annen işe gider" şeklinde korkutmaya kalkarsa onu olabildiğim ensert halimle uyarmaya karar verdim.

  • Birincisi ne demek annen gider. Nasıl bir zihniyet bunu yapabilir. O ki ana kuzusu, hayatında en çok bağlı olduğu kişi annesi, zaten dönem dönem ayrılma kaygısı.. Bu bence gayet de sadistçe bir hareket. Tabii ki bu kadar derin düşünemeden yapıyor yapan kişi ama sonuçları hiç düşünmüyor. En azından biliyor ki o çocuk gerçekten korkacak ne gerek var.

  • Bizse oğlumuza her zaman gitsek de döneceğimizi söylüyoruz. Bunun bilincine vararak yetişmesini istiyoruz. Hem onun kendine güvenmesi hem de bizim huzurumuz için bu gerekli.

  • "Annen işe gider" ise tamamen mantıksız. İşe gitmek kötü birşey mi? Annesinin işe gitmesinden niye korksun benim oğlum. Onun annesi işe gidiyor ve akşam da evine dönüyor. Salt gerçek bu ve bunun ne kötü ne de tartışılacak bir tarafı var. Ona yansıtılması gereken sadece bu.

  • Zaten Ayaz bana çok bağlı ve düşkün. Bazen üstelik başka bir sürü yakınımız varken tuvalete bile gidemiyorum. Bu konu zaten hassas bir konu. Herkes de bunun farkında ve bu durumdan şikayetçi, büyük çoğunluk da sebebi ben olarak görüyor. Çünkü ben çok müsamaha gösteriyorum, çünkü ben çok yüz veriyorum vb. Haklı oldukları yön var mı var tabii olmaz mı? E madem bu kadar dikkatlisiniz bu konuda bu ne perhiz bu ne lahana turşusu o zaman.
Bazı şeyleri düşünebilmek için çok okumak, pedagogları takip etmek gerekmez. Çocuğu korkutmanın o anı kurtarmaktan başka ne faydası olabilir ki?

14 Nisan 2011 Perşembe

good bye to "emziko"

"emziko" benim emziğe verdiğim isim. Ayaz'ın emzikle ilişkisi daha ilk haftasının içinde bütün gün m.em.eden ayrılmayınca, gece benim pes ederek öylesine aldığım emziği denememle başlamıştı. Sonra da mutlu bir ilişki olarak devam etti. O krizli günleri atlattıktan sonra yalnızca uyurken emzik vermeye başladım. Bunun dışında huzursuz olduğu zamanlar emzik başvurduğumuz son çaremiz oluyordu. Huzursuzluğunun nedeni asla emziğim nerede olmadı, asla emziği yok diye sorun çıkartmadı oğlum. Hatta uyurken de emziğini düşürdüğünde nadiren uyanıyor, genelde de tekrar uyumak için emziğe ihtiyaç duymuyordu.

Yalnız emziğini seviyordu. Şimdiye kadar uyuturken hep emzik verdim. Emziksiz dışarı çıkmayı düşünemedim bile. Yani o kadar da uzak bir ilişki yoktu aralarında. Sanırım bağlı ama bağımlı değil diyebiliriz. Ancak ben hep kolaylık açısından emzik kullanmayı tercih ettim yine de hiç abartmadım. Her zaman Ayaz'ın emziği bırakabileceğinin farkındaydım. Geçen Pazar gecesi artık yeter dedim. Çünkü büyüdükçe farkındalığı artıyor, arttıkça da bağımlılığa dönüşme ihtimali oluyordu. O gün bugün emziksiz artık benim oğlum. Sorun yaşadık diyemem. Uykuyu tutturmakta zorlandığı dün gece mesela emzik versem rahatlayabileceği anlar oldu ama pes etmedim. Yine de emzikosunu istemedi ya da hiç sormadı oğlum.


Ayaz'ımın bu güzel ve annesini yormayan geçişlerinin hastasıyım. Tuvalet konusu da böyle olur umarım.


Bu veda da tarihe not düşsün dedim.

11 Nisan 2011 Pazartesi

haftasonu..

Perşembe akşamından itibaren Ayaz'ın anneannesine yerleşmiştik zaten;




  • Ayaz cuma gündüz cicianneannesi(teyzem) ve anneannesi ile cuma gecesini Sasha ve Loxey ile yani Ferda'nın köpekleri ile geçirdi. Köpeklerden hem korktu hem onlardan ayrılmak istemedi. Sasha havladığı için yanaşamasa da Loxey'i cesaret edip en sonunda sevmeyi başardı.

  • Cumartesi, kendim gezdim, tozdum alışveriş yaptım. Dönünce de oğlumu Migrosa götürdüm, dışarı çıkmış olsun diye. Büyük markete alışık olmadığı için merak ettim, çok tatlıydı, söz dinledi, annesini mutlu etti.

  • Pazar günüyse dedeme gittik oradan da eve.. Yolda uyudu, evde de uyanmadı, epeyce geç altıya doğru uyandı. Evde olduğunu görünce de hemen babasını sordu.

  • Dün babası gelince sevinmiş ama çok belli etmemiş, ben gittiğimde ama sevinci hala gözlerinden okunuyordu.

  • Bu arada müthiş zorluklarla pasapaport için resim cekildik hem ben hem oğlum. Ayaz'ın pozunu yakalamak çok zor oldu gerçekten de. Devamlı ağladı, flashlardan korktu..

  • Çok huysuz ve mızmız oldu bu aralar. Herşeye ağlıyor, ağlayarak istiyor. Tabii haftasonunu kalabalıkta geçirmemizin de etkisi çok. İstekleri bir şekilde oldu çünkü.

  • Koltukların, sehpaları üzerine çıkıp şarkı söyleyip dans etti bol bol. Yeteneği olmasa da özel zevki müzik ve dans. O kadar belli ki..

  • En sevdiği şeyse elektrik süpürgesi. Her gitiği evde arıyor, buluyor, açtırıyor. Elektrik süpürgesi bulmasa normal süpürge buluyor.

  • Zaten işi gücü, sil, süpür, temizle..

7 Nisan 2011 Perşembe

Antakya..

Daha önce söz verdiğim resimlerden bir demet..
Video Ekle

6 Nisan 2011 Çarşamba

bir ilk..

Bugün oğlumun babasını benim sevgili kocamı iş nedeniyle Adana'ya oradan da ziyaret için Antakya'ya geçmek üzere yolcu ettik. Bir ilk çünkü beş gün oğlum babasını ben de kocamı göremeyeceğim. Oğluş ne yapacak, esas babası döndüğünde ne tepki verecek çok merak ediyorum. Şimdi "baba nerede?" diye sorduğumda eliyle uçak yaparak "vuuu" diyor. Ben de kocamdan ilk kez bu kadar ayrı kalacağım. Hem de Ayaz'la birlikte. Hayırlısıyla gidip gelir, bize Antakya'dan güzel mamalar getirir inşallah bitanem. Bunu da tarihe not düşmek istedim.

4 Nisan 2011 Pazartesi

haftasonu..

Bu haftasonunu da biyoloji ve matematik çalışarak geçirdim. Evet yine ilk gözağrım Oğuz'un sınavları var ve biz de Cumartesi öğlenden sonra onlara geçtik, gece de orada kalıp Pazar akşama doğru ancak evimize döndük. Umarım bu yaptıklarımızın karşılığını alırız. O karnede güzel norlar görürüz inşallah.. Ayaz tabii kalabalıktaydı, keyfi yerindeydi. Emri Hakkı'nın Ayaz'ı kabullenmesi için bir gece geçmesi gerekti. Çocuklar tabii ancak görüşüyor ve alışıyor birbirlerine. Birkaç ufak tefek durumun dışında pek olay çıkmadı ama ikisini yalnız bırakamıyoruz. Özellikle annemi ve Oğuz'u paylaşamıyor Emir. Yine de birbirlerini çağırıp duruyorlar, ayrılamıyorlar. Pazar günüyse pek bir sevgi kelebeği modundaydılar. Sarılıp durdular. Biz giderken bu kez Emir de gelmek istedi. Baya ilerleme var diyebilirim. Yalnız Ayaz sürekli beni arıyor. 5-10 dakika oyuna daldıktan sonra hemen başlıyor anne anne diye aramaya ve aşkolsun beni görmeden durdurabilene. İlla ki görecek, rahatlayacak. Aslında laf aramızda ben de onu arıyorum. Dip dibe olalım istiyorum, doyamıyorum yavruya. E o da doyamıyor demekki annesine.. Akşam eve döndük, babası maç izlemek için yine çıktı. Ben de yemekten sonra bir cesaret Ayaz'ı tek başıma yıkadım. Oldukça başarılıydı. Aslında daha önce de denemiştim ama çok zor olmuştu, şimdi hem Ayaz büyüdüğü ve dengeyi sağlayabildiği hem de kaymaz zıvırlardan koyduğumuz için küvete sanırım çok daha kolay oldu. Cumartesi de yıkamıştık ama abimlere giderken arabada kustuğu için eve gelince yıkamak istedim tekrar. İlk kez başımıza geldi bu kusma olayı, devamı gelmez umarım. Anne-oğul ne güzel geziyoruz, eğer arabayı ben kullanıyor olsam ne yapardım bilmem. Gerçi böyle de ne yaptım, yanında olmam için ağlamasına engel olmuştur ki o bile yeter. Yapacak birşey olmazdı tabii ki.. Herkese iyi haftalar..

1 Nisan 2011 Cuma

deli miyim ben neyim?


Hepimiz, yani küçük bebek(ler), cocuk(lar) sahibi olan hepimiz arada yalnız kalma, eskiye dönme, daha doğrusu mola verme ihtiyacı hissediyoruz değil mi? Bu konuda biraz şanslıyım, kayınvaldem yakın oturuyor, uzak olsa da ihtiyacımız olduğunda annem geliyor ya da karşıdaysa işimiz biz ona bırakabiliyoruz. Tüm bunlar bir şekilde olmadı diyelim en kötü ihtimalle Berrin'e bırakabiliyoruz ya da o bizde kalabiliyor biraz daha uzunca.

İşte bu noktada ben kendimi kötü hissediyorum bazen. Yani Ayaz uyumuşsa çıkmak zor gelmiyor da o uyumadan zaten bütün hafta bizi beklemişken cuma akşamı onu babaannesine bırakıp çıkmak zor geliyor. Daha doğrusu bir öyle bir böyle hissediyorum. Mesela arada bir tamam da üst üste iki hafta denk gelirse içim içimi yiyor. Babalar daha rahat, onun hiç bunları dert etmediğini görebiliyorum. Ben pek çocuksuz program yapmak istemesem de o her gelen teklife evet diyor gibi geliyor. Nasılsa rahat, nasılsa bırakabiliyoruz, tabii ki emin ellerde. Bilemiyorum belki de o da öyle yapmıyordur, kendi süzgecinden geçiriyordur, mutlaka ama benim süzgecim daha sık elekli.


Bazen blogları okurken, başka şehirlerde ya da başka ülkelerde yaşayan, bu nedenle de bebeğini daha çok hayatının içine katmış bloggerlara özeniyorum. Biliyorum ki çok zor. Biliyorum ki bana rahat batıyor. Ama kalbim yine de söz dinlemiyor. düşündükçe bunu da yine çalışan anne sendromuna bağlıyorum. Yeterince vakit geçiremiyorum oğlumla. O zaman geriye kalan tüm ama tüm zamanları onunla geçirmek istiyorum. Tabii ki arada bir sinemaya gitmek çok keyifli oluyor ama bazen bunun dozunu ayarlayamamışız gibi geliyor.


Şöyle bir delilik de var bende.. Genelde haftasonları geziyoruz ya biz oğlumla babamız olmasa da. Çünkü zaten bütün hafta içi eve kapanıyor, zaten sosyalleşemiyor, e herşey haftasonuna kalıyor. İşte o zaman da başbaşa kalamıyoruz diye hayıflanıyorum. Bir türlü hiçbir şeye yetemiyorum, yetişemiyorum gibi geliyor.

Çoğu kişinin avantaj diyeceği avantajlarımın farkındayım ama bunu bile sorgulamadan edemiyorum. Söyleyin şimdi deli miyim ben neyim?

Not: Resimler geçen haftasonundan..