24 Ağustos 2011 Çarşamba

yine gidiyoruz..

Bu kez Antalya Karpuzkaldıran'a kampa gidiyoruz.. Bizim ekip işte canım. Babaanne ile dede önden gittiler, dört gözle Ayazçip'i bekliyorlar..

Ayazçip bizim daha doğar doğmaz oğlana takığımız isim. Çip kelimesi tüm aileye yerleşmiş durumda. Tam da bizim oğlanı anlatıyor bizim için. Çip demek, yaramaz değil ama afacan, inatçı ama sevimli, güleryüzlü ama işini bilen, eli işte gözü oynaşta bebiş demek bizim için. Ayaz demek..

Bir "çip" var bir de "çipos".. Ben arada uyduruyorum işte böyle kelimeler. Şimdi tamamen günlük hayatımızın içinde. Cümle içinde kullanalım "Bütün çip ve çiposlar parkta toplanmış".

Tatile geri dönersek yarın akşam çıkıp, bayramın son günü dönüyoruz kısmetse. Yine bavul hazırlamayı itinayla son güne bıraktım. Hiç endişelenmiyorum yalnız, çünkü artık üç bavulu yarım saatte hazırlayabilecek kıvama gelmiş bulunuyorum..

Dönüşte temizlik ve ütüler için de komşumun yardımcısını ayarladım ya üzerimden büyük bir yük kalktı..

Akşam ola hayrola diyelim..

Turunç'tan Ayaz enstanteneleri..








22 Ağustos 2011 Pazartesi

sütçüüüüüü...

Tarih dün akşam..

Israrla semizotu yemeyen Ayaz'a başka yemek de verilmeyeceği annesi tarafından bildirilir(O kadar da katı değilim canım, bir güzel salatalıklar, pideler yenmiştir, ne çok toktur ne de aç). Anne kırk yılda bir otorite kurmak ister.

Tabii o otorite anneannesi tarafından yıkılır. Ayaz köftelerle bir güzel beslenir. Annesi de o zaman süt yok, bu gece yatarken de gece uyanınca da süt içmeyeceksin der.

Yatılan yataktan üç kez "mama"-"yiyecek misin oğlum?"-"edet" diyaloğuyla mutfağa gidilir ama yenmez.

Dördüncü numarayı da nne yemez hadi bakalım yatıyorsu bir daha mutfağa gitmek de yok deyince, Ayaz yatakta ayağa kalkar, ayak ucuna yürür "Anneanne, anneanne... dütt düttt" şeklinde sen yapmazsan anneannem yapar edasıyla seslenir. Bak şu bücüre ya, gülsem mi ağlasam mı şaşırıyorum.. Tatlı uyanık..

Ama savaştım, otoriteyi yıkmadım-yıktırmadım. Sabah altıya kadar vermedim o sütü.

Ceza mı ceza, yapılan hareketle doğrudan da ilişkili bir ceza? İçim cız da etse bız da aklımı dinledim kalbimi değil. Bu kadar katı olmasa da biraz daha aklımı dinlemeliyim hepimizin ruh sağlığı için.

Zaten gece sütünü tekrar kesebilmek için bahane arıyordum iyi oldu..

19 Ağustos 2011 Cuma

İyi ki doğdum ben..

Eh bugün doğum günüm, kendi kendime kutlayayım dedim..

Şaka bir yana birtanem kocam sevgilimden aslında daha önce kendim -daha ilerideki başka bir özel zaman için- sipariş ettiğim hediyeyi beklemediğim bir zamanda ve o hediye ile ilgili hiçbirşey düşünmezken aldım..

Koluma bakıp duruyorum diyim siz anlayın..

Böyle konularda çok saf oluyorum. O hediyeyi almaya gitmişken biz de aynı alışveriş merkezinde yemek yiyorduk kızlarla. Hem de doğum günüm. Gördük onu ama azıcık bile şüphelenmedim. O da iyi kıvırdı doğrusu. Sonra kızlar kalktı ben de bir kahve içelim diye onu bekledim.

Süprizimi aldım taktım.. Bu da tarihe not düşülsün diye buraya yazdım :)

bir not..

Blogger a resim yükleyemediğim için kaç gündür bekletiyorum yazıları. En sonunda dayanamadım yayınladım. Resimler sorun düzelince gelecek umarım..

Marmaris devam..

Tatilden biraz daha davem etmek istiyorum.

Ayazcım, birkaç kaza dışında bezsiz dolaştı bir güzel. Kaka için genellikle odamıza çıktık. Zaten ya kahvaltıdan hemen sonra ya akşam yemeğinden hemen sonra ya da ikisi birden olduğu için pek sorun olmadı. Zaten son durum olarak kakayı söylüyor(çiş diyor kakaya). Çişi de söylemiyor ama belli aralıklarla götürünce hemen hemen hiç kaza olmuyor. Yine de sanırım şimdilik sokak gezmesine filan bezsiz çıkamam.

Ayaz'ın hastalığı orada düzeldi, buraya gelince tekrar nüksetti. Ateş gibi bir durum yok ama öksürük var ve bitmek bilmiyor. Oysa o kadar iyi koruyup kolluyoruz ki anlatamam. Hele şimdi gündüzleri babaannesi yanında, kendimden çok güvenirim ona bu konuda.

Turunç Otel'e gelince.. Sonuçta çocukla kesinlikle gitmenizi tavsiye edebileceğim bir yer. Çok çocuk var, çocuk kulübü var, gayet güzel ve büyük bir parkı var, akşamları çocuklara animasyon var, güzel denizi ve iki havuzu, büyük havuzlarından birinde sığ bir kısmı-tüm çocuklar orada oynuyorlar-, ayrıca çocuk havuzu var. Akşamları çocuklar için ayrı menü var. Onun dışında da bol yiyecek seçeneği var. Çalışanlar gayet güleryüzlü ve yardımcı.

Deniz hemen derinleşmiyor normal, yalnız daha bizim boyumuza gelmeden yosunlar başlıyor. Çocuklar için sorun değil ama bizim için çok hoş değil. Yine de sonuçta mavi bayraklı tertemiz deniz. Yalnızca çok rüzgar olan bir gün karaya izmaritler filan vurmuştu. Ancak alternatifi çok. Daha önce yazdığım gibi iki güzel havuzu var; biri aktivite havuzu, devamlı bir eğlence oluyor, diğeri dinlenme havuzu, güneşleniyor yüzüyorsunuz. Bunların dışında da otelin olduğu koyun bitimine doru bir tünel/ mağara açmışlar. Buradan açık denize çıkabiliyorsunuz. Orada ufak bir iskele var ve denizi muhteşem. İçinde balıkları yüzerken izliyorsunuz. Bunların dışına bir de aqua parkı var otelin. Burada da büyükler için olduğu gibi çeşitli yaş gruplarındaki çocuklar için değişik kaydıraklar var.

Odalar yepyeni, pırıl pırıl. Yemekler güzel, çeşit çok bol. Sonuçta dört yıldız olduğunu aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor.

2011 ilk tatillllllll...

İlk tatil diyorum çünkü sonradan açıldık arap atları gibi. Bayramda bir daha deniz ve güneş bizi belkiyor.

Dolu dolu altı gece yedi günümüzü Marmaris'ta Turunç Otel'de geçirdik. Otel dışında gezemedik, gezmek de istemedik. Sadece akşamları otelin önündeki sahil yolundan Turunç'un içine geziler yaptık. Zaten küçücük bir yer. Sevimli ve küçük bir belde. Marmaris, İçmeler gibi yerleri sadece uçakla-otel arasında aktarma yaparken görebildik, gayet sevimli göründüler kendileri gözüme..

Sabah gidişimiz sabahın köründe olduğu için 04:00'te uyanıp 04:30'da evden çıkmak zorunda kaldık ki, hiç tavsiye etmem. Zaten hemen herşeyi son dakikaya bıraktığım için iki buçukta yatmıştım. Şükür ki Ayaz uçakta uyudu.

Yolculuk ve otele varışımız süper geçti, Ayaz'dan yana hiç sıkıntımız olmadı. Yalnız hayatımda ilk kez kulaklarım tıkandı, geçmesi de akşamı buldu. Havaalanından transferle otele gittik ve yerleştik ve uyuduk. Mutlu son yani..

İlk gün hemen plaja indik ve Ayazım oğlum mayosunu giyer giymez denize doğru yürümeye başladı ve girdi. O gördüğünüz mutlu mesut deniz fotoları daha ilk günden. Kendisi simitten ve daha sonra anlatacağım üzere kolluktan hiç hazetmedi, serbest takılmayı tercih etti.

Su kuşu kimliğiyle bize süper anlar yaşattı. Ancak ayakları yere basabildiğinde daha mutluydu. Çakılla karışık kumlarla oynamaktan çok zevk aldı. Pıtır pıtır yürüdü.. Özgürce dolaştı, su taşıdı su boşalttı. Enerjisini bol bol kullandı. Hem öğle hem de akşam uykularına sızarak daldı. Her ikisinden de uyanmak istemedi zorla uyandı. Hatta biz uyumasın, animasyonladan parktan faydalansık istesek de o dayanamadı. Yanıbaşımızda pusette uyuyakaldı. Demek ki hiç mi hiç harcayamıyormuş enerjisini benim oğlumcum. Çocuk dediğin sokakta büyümeli ama nerde bu zamanda o şans.

Bunun dışında bol bol yedi, garson olan Volkan Abisinin peşinden koştu. Ne içersin oğlum sorusuna ya "portakal" ya "ayran" dedi. Burada senin kolandan yok dedik ikiletmedi.

Son günlere doğru hadi havuzu da deneyelim dedik. Havuza denizden de çok bayıldı. Tabii su daha sıcak ve tuzlu değil, daha çok işine geldi. Havuzun içindeki alçak kısımdan derinde duran babasının üstüne bol bol atlayış yaptı. Hatta burada babasını hep bana tercih etti ki tarihe not düşmeden geçemem. Haklı çocuk ben de olsam ben de onu isterdim.


Bunun dışında da bol bol "Hayır" dedi. İki yaş sendromunun tüm marifetlerini sergileyerek nasıl bir yılın bizi beklediğini gösterdi. Uykusu geldiğinde en yapışık anneci çocuktan beterdi. Açık büfeyi bir gönül rahatlığıyla gezebilmişliğim yoktur. Sağolsun kocacım ikimizi de elleriyle besledi.

Biz de sabah oğlumuzla uyandık, öğlen oğlumuzla uyuduk, öğleden sonra onunla kalktık ama akşam kendisine eşlik edemedik uyurken, baş başa kaçamaklar yaptık.

18 Ağustos 2011 Perşembe

finito...

O yeni başlayan, araya tatil girdiği için bizimle sadece on günü geçiren bakıcı adayımıza bu sabah elveda dedik. Kötü şeyler yaşamadık sadece onunla olamayacağını anladık.

Benim gözüm korkmaya başladı.. Zaten yabancı birisiyle aynı evde yaşamak iyice zor..

Sonuçta bizim hepimiz için iyi olacağını düşünüyorum ama öncelikle oğlumuzun sonra da bizim düzenimizin de biran önce oturmasını istiyorum..

Tekrar anladım ki ben çok yapıcı ve olumlu bir insanım hatta biraz fazla..

Ayaz hala hergün Berrin'i soruyor, içim kıyılıyor..

Bir yandan da biliyorum ki onun en çok istediği benim. Ben olayım ona yeter. Kır bacağını otur evinde diyorum. Hani birileri gaz verse biraz baya meyilliyim ama etrafım mantık insanlarıyla dolu..

Bugün aklımın değil kalbimin konuştuğu bir gündeyim..

Yoruldum ama tükenmem..

2 Ağustos 2011 Salı

son.. son.. son..

Ayaz'ın hastalığı ateşten öksürüğe çevirdi derken sonunda pazar günü acilde bulduk kendimizi ve maalesef antibiyotiğe başladı oğlum. Antibiyotik alınca tabii şimdi öksürüğü de azalır gibi oldu. Çok şükür. Bu arada benim boğazlar gitti, iştahım gitti. Ateşim olmadı ama aynı Ayaz sendromları göstermeye başlayınca acımadım kendime gittim doktora aldım ben de antibiyotiği.

Tam da tatile gidiyoruz derken insan bir şeye çok heveslenirse burnundan gelir ya, öyle olacak diye korkuyorum. Perşembe gidiyoruz kısmetse. O zamana kadar toparlanırız inşallah.

Pazar akşamı da yeni bir bakıcı başladı bu kez yabancı uyruklu. Bizimle kalacak. Ancak 2-3 ay kadar babaannesi ve anneannesi dönüşümlü olarak eşlik edecekler evimizin yeni kişisine. Öyle Ayaz'ı hemen bırakmak gibi birşey düşünemezdik zaten. Anneler olmasa başka alternatifler düşünecektik, ücretsiz izin ya da işten ayrılma hatta belki(İç ses; daha mı iyi olurdu ki?).

Bu konularda kendimi o kadar yıpratıyorum ve o kadar yoruluyorum ki buraya da uzun uzun yazmak istemiyorum. Daha ileride tecrübelerimi anlatırım sanırım.

Bir de tuvalet konusu var tabii. Ayaz %90 başarılı, aslında herşeyi biliyor ama boş bulunabiliyor. %100 için sabırlıyım, şimdiye kadar hedef koymadım ama bunun için ay sonu, bayram sonu yeterli olur diye düşünüyorum.

Bizde son dakika böyle, daha tatil için bavul hazırlamak var, malum kadınsal işler var(neden kadın olmak bu kadar zor ki?), evi derli toplu bırakmak var..

1 Ağustos 2011 Pazartesi

bezsiz Ayaz devam..

İlk haftayı atlattıktan sonra ikinci haftanın başında ilk kez çişini söyledi. Ondan sonra da kakasını hep söyledi. Çişi genelde biz sorunca ya da maalesef yaptıktan sonra söyledi. Genelde günde bir kaza ya da hiç kazasın geçti günlerimiz derken bu hafta söylemeye başladı. Bildiğin söylüyor yani inanamıyorum. Sadece birşeye çok dalmışsa mesela çarşamba günü hastayken peppe seyrediyordu, var mı dedim, yok dedi. Güvenmemeliydim çünkü epey olmuştu. Sonra anne çiş dedi, hadi gidelim deyince de bittiiii dedi. bir de baktım yapmış. Büyük ihtimalle tv den ayrılmamak için yok dedi, sonra da ona dalınca tutamadı.

Kesin birşey var ki tutmayı öğrendi. Çünkü apmaktan zevk aldığı bişey varken de tutuyor, biraz sonra bi daha söylüyor, götürüyorum yapıyor.

Bu arada peppe nin de faydası oldu. Tuvalet eğitimiyle ilgili bölümde peppe lazımlık kullandı. Bizimki de daha önce hiç kullanmadığı lazımlığı banyodan getirdi salonun ortasına koyup oturdu. Yapıcakmısın deyince de evet dedi. Ben de indirdim külodunu, hem de kaka yaptı. Çok şaşırttı beni. Başka da lazımlığa oturmadı.

Baya baya ilerleme kaydettik yani. Artık herşeyin farkında. Bu haftasonu, şişe ve kavanoza da alıştırayım da, tatilde de rahatlıkla devam edelim diye düşünüyorum.

Artık dışarıya çıkarken de bağlamıyorum. Ama hiç uzun süreli çıkmadık. En fazla on dakikalık çıktı bu hafta. Malum hastalık da sebep oldu. Hasta hasta devam etti oğlum tuvalete. Bir açıdan da iyi oldu, o ateşli haliyle bezlerin içinde pişmedi o güzel popişi.

Bu arada bahsettiğim değişiklikler de düşündürüyor beni tabii ama oğlumun uyum kabiliyetine güveniyorum. Çok değişik zamanlar bekliyor olacak bizi.

Daha önceki yazımda saklıyorum dediğim gelişme de bu işte. Bu kadar saklayabildim ancak..

29 Temmuz 2011 Cuma

çok önemli bir devrin sonu.. Berrin gidiyor..

Berrin Ayaz'la ilk tanıştığında Ayaz daha karnımın içindeydi. Hamileliğimin en zor geçen son iki buçuk haftası hep bizimleydi. Akşam gidip sabah geliyordu ama artık evimizin bir insanı olmuştu. Aslında hemen ısındık birbirimize. O zamanlar üç kadın -annem de bizimleydi- bir güzel hazırlık yapıyor, sohbetler ediyor, keyif kahveleri içiyorduk. Sonra Ayaz Paşa katıldı aramıza. Eve geldiğinin ertesi günü de Berrin Teyzesiyle tanıştı.

Şimdi Berrin onun "Adası", "Edesi" ve "Berrin'i".. O kadar güzel Berrin diyor ki anlatamam. Pazartesi sabahları uyandığında hemen "Berrin" diyor, bugün Berrin gelecek anlamında. Süpürgeyi açmak istediğinde zamansızsa şimdi olmaz oğlum diyorum, "Berrin" diyor, Berrin gelince açarız anlamında..

Oğlumla en az benim kadar birlikte olmuş kişi, oğluma benden sonra en çok emeği geçmiş kişi. Bu satırları yazarken gözyaşlarıma hakim olamayacağım sanırım. İş yerinde de olduğum için daha fazla yazamayacağım.

Ben bu kadar üzülürken Ayaz nasıl etkilenecek bilemiyorum..

Durum bu, artık Berrin yok. Bugün son. Güle güle Berrin Teyzesi..

28 Temmuz 2011 Perşembe

Ayaz Hasta..

Salı gecesi şans eseri uyurken öpüp koklamaya kara verdiğim oğluma bir de dokundum ki yanıyor. Ateş 38,6 olmuş. Hemen calpol verildi tabii ve sabah da ateş tekrar çıkınca doktor arandı. Doktoru da tatildeymiş. Sadece ateş var o nedenle üç gün bekleyelim, doktora götürmenize de gerek yok dedi. Bir calpol bir ibufen veriyoruz. Mümkün olduğunca ilaç aralarını uzun tutmaya çalışıyorum. Ateş devam ediyor, dün gece 39,5 u da görünce dayanamadım verdim ibufeni gece 23.30 gibi. Öğlen 12'ye kadar idare etti. Ama sonra yine yükselmiş. Calpol vermişler bu kez. Dün evde kaldım, bırakıp da gidemedim işe yavrumu. Bugün mecbur geldim. Bakalım yarın ne gösterecek.

İlaç aralarını açmak için bol bol su ve sirkeli suyla kompres yapıyorum ama istemiyor yavrucak. E ben de olsam ben de istemezdim. Ama 39,5'ken ateşi -uyuyordu zaten- uyanmadı bile. 38,5'a düşürene kadar devam ettim. Sonrasını ilaca bıraktım.

Ne zor, bebelerin hasta olması ne kadar zor.

22 Temmuz 2011 Cuma

bir devrin sonu mu? bezsiz Ayaz mı?

Tam olarak tarihe not düşersek 17 Temmuz'da yani Ayaz tam 22 aylık olduğu gün başladık maceraya.. Aslında bu yaz için hep aklımdaydı çünkü yazın olmazsa seneye kalır gibi bir sabit fikrim oluşmuş ve ben artık bez istemiyorum hayatımızda. Tabii böyle düşünürken Ayaz'la ilgili de olumlu işaretler vardı. Mesela dışarıda asla kakasını yapmaz, evine gelince yapar yani tutabiliyor, giysilerini kendi çıkarabiliyor hatta yanlış yunluş da olsa giyebiliyor, merdiven inip çıkabiliyor, öğlen uykularından genelde kuru kalkıyor. Arada sırada kakasını tuvalete yapmışlığı da var evvelden beri, uyduruk bir adaptörle. Bir kaç kez de çişini yapmıştı tuvalete yine aynı şekilde. Nasılsa bu işe başlayacağız diye bir indirim çeki kullanırken de böyle güzel, rahat bir adaptör almıştım. Bunu tavsiye ederim çünkü gerçekten çok rahat, aynı linkteki gibi sadece beyaz bizimki ve winnie'li.


Derken o Pazar günü bir baktım Ayaz pişik olmuş. Aman açayım oğlumun altını hem iyileşsin hem de bu sıcaklarda rahat etsin dedim. Tamamen spontane gelişti yani. Daha önceleri takip ettiğim bloglardan, Nurturia'dan okumuşluğum vardı. Özel bir araştırmam da olmadı. Yarım saatte bir oturttum tuvalete. Bu arada balkonda suyla oynarken de açıktı altı hatta bir ara çıplaktı, balkonu bir güzel suladı. Onun dışında da kaçırma-kaza olmadı hiç.


Ertesi gün de Berrin Teyzesine söyledim, sabahtan arkadaşı geldiği için Ayaz'ın, ikisinde de konsantrasyon eksikliğinden, iki kaza olmuş. Sonra dedim ki sık kontrol et. Başka da kaza olmamış, kakayı da tuvalete yapmış.


Salı gününü sıfır kaza ile geçirdikten sonra, Çarşamba gündüz bir kez az kaçırmış sonra da tuvalete yetişmişler. Akşam da bebeğim baba baba diye bağırıyordu biz pek kulak asmadık ki koyvermiş. Perşembe sabah iki kaza iki isabet şeklide geçmiş. Öğleden sonra tam randıman. Cuma da öğlene kadar tam isabet gitmişler. Hatta ıkınmaya başlayınca Berrin sormuş o da evet demiş, Berrin de koş o zaman demiş, Berrin'den önce gitmiş tuvalete ve kaçırmadan yapmış.

Kendisi önceden söylemiyordu. Zamanla bu da olur dedim. Ben biraz erkence başladığımız için bunun biraz zaman alacağını düşünüyorum o yüzden rahatım. Uykusunu filan da hiç kasmıyorum. Bezliyorum direk. Ona da anlattım, daha uykunda tutamadığın için bezleyelim, uyanıkken tuvalete yapalım annecim dedim. Tamam dedi. Anlamıştır heralde di mi?


Bu sürece girmeye karar vermemin bir sebebi de Berrin'in ay sonunda işi bırakacak olması. E hep diyorlardı ki hayatında böyle bir değişiklik olmadığı bir dönem olsun, ben de değişiklik olmadan halledim dedim. Çok uyanığım yani. Tabii ileride bu değişimlerden nasibimizi nasıl alırız düşünmek istemiyorum. İki hafta Berrin bu işle uğraşacak, tabii akşamları ve hafta sonları da ben. Sonra zaten Ayaz'a üç gün babaannesi bakacak ki bu da alışık olduğu bir durum. Sonra da 6 gece 7 gün tatile gidiyoruz Ayaz&Anne&Baba olarak. Orada da devam ederim diyorum. Bunlar Ayaz için evet değişiklik ama büyük şoklar değil, babaanesinin bakmasına da alışık, bizle tatillerde sürtmeye de. Hem mis gibi otel, her yer su.. Kaza olsa da at denize oğlanı yani ne var :) Beyaz sabun her sorunu çözer. Tatil dönüşü de iki gün daha izinliyin, iki de haftasonu etti mi dört gün. E baya bir yol katetmiş oluruz umuyorum. Sonrası muamma şuanda.


Ayrıca alıştırma külodu filan kullanmıyorum, gerekli görmüyorum, ıslansın da anlasın diye düşündüm ki işe başladıktan sonra okuduğum bloglarda benim gibi düşünen çok kişi olduğunu gördüm. Uyurken ve dışarı çıkarken de bezliyorum gayet rahat. Bu dışarda bezleme olayını da tatilde bırakırız heralde. Bu haftasonunu kavanoza ya da şişeye alıştırmaya adıyorum ki tatilde de rahat edelim, e her dakika tuvalete koşamayız ya ev gibi.


Öyle rahatım yani, umarım zaman geçtikçe gerilmem. Ayrıca evet yazdığım gibi okumadan başladım ama sonradan okumadan duramadım, araştırıyorum, aklıma yatanları aklıma not ediyorum.


Sonradan yemek istemediğim tek düşüncem, pes etmemek, başladık sabredelim demek. Umarım Ayaz'ın hayatındaki değişiklikler bunu olumsuz etkilemez. Baaanne ve anneanne hep yanında olacağı için tecrübeye de güveniyorum. Bu arada birini bulabilirsek ben de bir aralar evde olacağım sanırım buna da güveniyorum.. Bakalım..

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ayaz bu aralar..


Geçen yazıda resim yok deyince bu yazıda ufak bir kolaj yapmalıyım dedim. Yoğun günler yaşıyorum, iş yoğun, ev yoğun..

Ayaz'a bugüne kadar bakan Berrin Tayzesi işi bırakıyor. biz yolumuza yine bir bakıcıyla devam etmek istiyoruz, okul için erken diyoruz ama aklımızda bazı şeyler var.. Tahmin edersiniz ki benim aklımda ne sorular var? Bu konuyu şimdilik burada kesip asıl konuya dönmek istiyorum.

22 aylık Ayaz bu aralar;


  • Artık herşeyi konuşuyor, papağan gibi tekrar ediyor ama henüz iki kelimeli cümlelere pek geçmedi. Daha çok kesik kesik ya da tekrarlarla idare ediyor "Anne.. gel gel.." gibi.

  • İletişim süper, şımarıklık tavan yapmış durumda. Yine de uyumlu bir çocuk. Bir şekilde ikna oluyor. Genellikle zor oluyor ama oluyor. Laftan anlıyor, tabii işine gelirse. O an işine gelmese de, doğruyu söyledikçe birkaç günde doğruya yöneliyor. Bazen de gözünüzün içine baka baka yapma dediğiniz şeyi bir hafta sonra bile yapıyor. Yani 5 kez yapmıyor sonra bir kez yine yapıyor. Bununla da çok eğleniyor. Çocuk işte..

  • Dışarılarda ve yalnızsak özellikle çok daha uyumlu. Söz dinliyor. Olay anında değil de önceden anlatırsak gayet güzel dinliyor ve uyum gösteriyor.

  • Düz duvara tırmanma modunda!

  • Yeme içme durumları gayet güzel, yemediklerini yazsam daha kolay yani o kadar güzel maşallah. Kabak yenmiyor, ancak sebze çorbası ve dolmayla ezerek verebiliyorum. Semizotu yemiyor, onu da sebze çorbasıyla veriyorum.

  • Yeri göğü, üstünü başını batırsa da, kendi yemeğini kendi yeme durumuna geçti sayılır. Oley.. Kuru yemekleri veriyorum tabii, öbürlerini de versem yer de ben göze alamıyorum.

  • Ben cesaret edemezdim ama babası etti, artık ara sıra sitemizde takılan sokak köpeklerini de seviyor. Buna çok seviniyorum çünkü ben sevmeme rağmen çok korkardım, kedi-köpekten. Bunu kısmen yendim ama çok rahat olamıyorum yine de.

  • Az kitap okumaya başladık, bu yazın getirdiği bol aktiviteden de kaynaklanıyor tabii ki. Gece yatmadan okumayı bıraktık bu yanlış, çok yanlış. Anneye ödev, kitaba devam.

  • Bir de başka bir gelişme var ki bunu kendime sakladım. İlk kez kendime saklamayı becerdim. Biraz daha gerçek olunca yazarım. Yine de tarihe not düşmek açısından bu kadar yazdım.

19 Temmuz 2011 Salı

resim yok, macera var..

Son iki haftasonunda Ayaz'la evdeki durumumuz şöyle..

Cumartesi arka balkonu, Pazar ön balkonu yıkıyoruz.. Malzemeler; arka balkonda devamlı bulunan su dolu kocamannnnnn bir kova, ön balkonda kova olmadığı için 10 litrelik su şişesi, bir su dolu normal kova, bir ufak leğen, bir maşrapa, bir çocuk kovası ve küreği, muhtelif boylarda ördekler hatta plastik kedi ve köpekler.. Önce ben olaya bir el koyup balkonu gerçekten de yıkıyorum, sonra artık spontane gelişiyor.. Tabii bu kovalar dolup dolup boşalıyor.. Kah ben(biz) kahve keyfi yapıyorum(z), Ayaz hayvanlarını yıkıyor, ayaklarımızı ıslatıyor, kaptan kaba su aktarıyor.. Eğer baba dahilse, genelde Ayaz'ın tepesinden sular dökülerek, eğlencenin dozu iyice artarak sonlanıyor.. Oradan da hemen duşa giriliyor sonra kremlenip, yemek yenip, mis gibi öğle uykusu çekiliyor. Bu arada Ayaz'ın kıyafetleri de gittikçe azaıyor. En son pazar günü çıplak oynuyordu paşa bey..

Bugün bir de baktık ki soyuluyor. Kısa kısa güneşte kaldığı için kremlememiştim. Sonuçta güneş mi daha zararlı, kremler mi emin değilim. Ayaz da öyle kızararak yanmıyor. Deniz kenarında krem süreceğim tabii ki ama balkonda kremsiz D vitamini almaya devam..

Deniz kenarı demişken, 4 Ağustos'ta kısmetse biz de tatile gidiyoruz sonunda. Hem koskoca altı gece. Ben başta sadece üç ya da dört gece diye düşünmüştüm, sonra organize ederken uzattık. İşte o aralar Marmaris'teyiz, bekleriz..

27 Haziran 2011 Pazartesi

Ayazsız ilk gece!

Cumartesi gecesi kuzenimin düğünü olduğu için annemlerle beraber düğündeydik, Ayaz Paşa'da babaannesindeydi. Düğün zaten maalesef yağmur nedeniyle 22.30 gibi dağılmak durumunda kaldı. Bu arada abimler de Emir Hakkı'yı anneannesinde bıraktılar ki iki gün önce kına gecesinde de ilk kez oğlanı yatıya bırakarak deneme yapmışlardı. Gayet de başarılı geçti.


Bundan cesaretle, son ana kadar vazgeçme hakkımı saklı tutarak ben de ilk kez babaannesinde bırakmaya karar verdim. Yağmurun da etkisiyle kararımdan dönemedim. Böylece kocam, ben abim ve Senoş bizim evde bekar bir gece geçirdik. Burada bekarlık = çocuksuzluk olarak kullanıyorum tabii.. Yarın nasıl kalkacağız derdi olmadan gece üçe kadar muhabbet ettik. Sabah gözlerimi açtığımda ve yine uykumu alamadım diye şikayet ettiğimde saatin 10:35 olduğunu gördüm ve şikayetim şükrana dönüştü. Tabii hemen de biz sızı oturdu kalbimin köşesine. Bu saate kadar ne yapmıştır. Gözü yollarda kalmıştır diye oğlumun hemen babasını göndrdim almaya.

Ayaz yokken bütün gece aman ses çıkmasın uyanacak tedirginliği bizimle kaldı. Yokluğu içimde anlatamayacağım bir boşluk yarattı. Allah kimseyi evladından ayırmasın, böyle gönüllü kaçamakların dışında.

Ayaz Paşa, bizi sormuş, babaannesi de düğünde olduğumuzu, yemek yiyip dans ettiğimizi söylemiş. Sabah gelip alacaklar demiş. Ben de zaten hep anlatmıştım, gece babaannesi ile uyuyacağını söylemiştim. Hiç sorun çıkarmamış, klasik uyku zamnı huysuzluklarını filan yapmış tabii. Bir de gece 1-3 arası uyumamaış. O arada amcası gelmiş, onunla da ilgilenmiş, büyük ihtimalle kapının sesini ilk duyduğunda da biz sanmış. Sonra uyumuş, 7'de de uyamış.

Babası babaannesiyle Ayaz'ı parkta yakalamış.

Bu ilk tecrübeyi de başarıyla atlattık.


Not: Resimler iki hafta önce gittiğimiz Turkuazoo'dan. Oğuz abisi de bizimle kaldığı ve bütün gün Ayaz'la ilgilendiği için çok mutluydu paşam..


13 Haziran 2011 Pazartesi

Ayaz'ın emzikle imtihanı..

Emzikoyu bırak(mış)tık biliyorsunuz.

Ne oldu? Malum seyahat ve bol bol uçak yolculuğu yapacak oğlumun kurtuluşunu emzikte bulduk. Uçağa biner binmez eski sevgilisini çıkardım ve bütün seyahat boyunca da en iyi yardımcımız oldu. Ayaz'ın uykusu geldiğinde, huysuzlanıp sıkıldığında, geceleri babaannesinin uyutabilmesi için, bağırırp yaygarayı bastığında hep o eski dosttan faydalandık. Ayaz eskisinden çok sever, özellikle emziğini ister oldu. Alarm çalmaya başlamıştı ki döndük.




Döndüğümüz gibi emzikoyu ortadan kaldırdım. Ayaz'a da artık eve geldiğimiz için gerek olmadığını söyledim. Paşam hiç ikiletmedi bile. Emzik defteri de tekrar kapandı.




Bunun gibi verdiğim başka tavizlerde vardı. Saçlarımla oynaması, yanımızda yatması ve diğer yazılarda paylaştığım birçok şey gibi.. Bunlarda da emzikle aynı yöntemi izledik.




Daha ne istiyorsunuz anne dersen haklısın oğlum. Seni öpüp başıma koyuyorum. Çok uyumlu bir bebeksin. Sana bayılıyorum..

20 aylık bebekle yurtdışı.. beklentiler.. başımıza gelenler..

Beklentinize bağlı olarak mutluluk ya da hayal kırıklığınız değişebilir. Bir de bebeğinizin durumlar karşısındaki tepkilerine göre bunu belirlemeniz gerekir.

Ben derim ki beklentinizi düşük tutun. Ayaz demek düzen demek olduğu için, ben düzeni bozulduğunda sinirli ve huysuz olabileceğini tahmin ediyordum. Maalesef düzenini bozmamamız mümkün değildi. Yurt dışı gezisi, bol bol gezmeli dolaşmalı, aman öğlen uykusunu kaçırmasın diyemeyeceğimiz bir gezi olduğundan bunu göze almıştım. Bir diğer başıma gelecek olan ise kalabalıktan dolayı otoritenin bozulmasıydı. Siz sınır koysanız başkası deliyor, başkası koysa siz deliyorsunuz. Anneanneler babaanneler tabi ki ağlamasına göz yumamıyorlar. Ben burada büyüklerle ve babasıyla mücadeleye girmektense Ayaz'la mücadeleyi ve onun şımarmasını tolere etmeyi tercih ettim. Bana göre de iyi ettim. Sizin için tam tersi söz konusu olabilir.

Bir de Ayaz iştahlı ve yemekleri de çok düzenli bir bebek. Herşeyi saat gibi. Tabi bu lüksü de kalmadı oğlumun. Tüm bunlara karşın iyi idare etti diyebilirim hatta demeliyim.

Şunları hiç takmadım;

Bugün de yoğurt yemedi, bugün de yumurta yemedi, aman et yiyemedi. Daha çok karnının doyması yönünde efor sarfettim. Üstelik Ayaz oranın mutfağını da pek sevmedi. Bu sebeplerle yanımızdan meyveyi eksik etmedik. Bol bol meyve aldık marketlerden her zaman. Bir de sevdiği krakerlerden hep bulundurduk. Bir de tabi su. Sabah otelde kahvaltıyı edebilirsek bunu iyi yapmasına çalıştım ama tren/uçak saatlerinden dolayı kuruvasanla da geçiştirmek zorunda kaldığımız oldu. Bu zamanlarda dediğim gibi meyveyle takviye ettim. Yemek istemediklerini yemeye zorlamadım. İyi beslensin diye gittiğimiz yer McDonald'stı yani öyle düşünün.

Hazır kaşık mamalarıyla takviye yaptık. Ne yapalım bu da böyle oldu.

Normalde nadiren hazır yoğurt veren ben danone görünce seviçten deliye döndüm, Ayaz ona aldığım danoneleri görünce gözleri parladı ve bir çırpıda yedi bitirdi. Şunu da anlamış oldum aç olan çocuk yiyor arkadaşlar!

Gece uykularında bol bol sütle gece beslenmesi yaptı.


Uyku saatlerini hiç takmadım. Yoruldukça pusette uyudu. Bu konuda gitmeden endişem vardı, oğlum çok pusetlerde gezmeye alışık değil. Ama o da başka çare bulamadı heralde. Hareket halindeyken sorun olmadı da durduğumuz an hemen inmek istedi. Biz de bu duraklamaları bol bol bulunan meydan ve bahçelerde yaptık, Ayaz'ı da saldık.


Yapmak istemediklerini yaptırmak için keyif aldığı şeylerden yararlandım. Kuşları kovalamak, merdiven inmek/ çıkmak gibi..


İlla sandalyesinde otursun yemek yemek için gibi evde hemen hiç çiğnemediğimiz kuralların hepsini çiğnedik.


Genelde park yatağında başladığı gece uykularına park yataklarda başlayıp 2-3 saat içinde aramıza terfi etti hep. Keyif yaptı bol bol.


Yerlerde süründü, o ellerle gözlerini kaşıdı, hemen silmeye çalışsak da genelde başarılı olamadık. Su bulduğumuzda yıkadık, bulamadığımızda ıslak mendiller en yakınımız oldu.


Yazdığım gibi bütün kuralları çiğnedik, karşılığında bağırma, yapma denileni yapma, bol bol kapris gibi her türlü şımarıklığı da gördük.

Ayaz'ın düzeni ve kaprisleri konusunda sinirlerimi aldırdıktan sonra herşey çok iyi oldu. Ailenin diğer fertleri benim kadar kolay adapte olamadıklarından daha çok zorlanmış olabilirler.

Bütün bunlara karşın Ayaz hem fizilsel hem de duygusal aktivite olarak inanılmaz gelişti. Böyle olunca da insan kendine pay çıkarıyor hemen bebeğimin yanında olamıyorum. Bütün gün evde hapsoluyor. Bu da bizim kısmetimiz işte ki Ayaz aslında çok şanslı bir çocuk ve gayet aktif bir hayatı var özellikle de annesi çalışan bir çocuk için.

Dönüşte ne oldu? Beni esas endişelendiren kısmı dönüşte ne yapacağımızdı. Benim akıllı oğlum sanki hiç bunlar yaşanmamış gibi eski uyku, yemek düzenine hemen döndü. Bir gün bile zorlamadı bizi. Huyu suyu bile eskiye döndü nerdeyse. Büyümenin de etkisiyle bazıları kaldı, çoğu gitti azı kaldı..

Özetle demek istediğim, bu kez biz ona uymadık o bize uydu. İlk kez böyle bir deneyim yaşadık. Çok titiz ve pimpirikli olacaksanız zor olur, işkence olur.

9 Haziran 2011 Perşembe

20 aylık bebekle yurt dışı.. valizlerde ne var?

Bu kez bavul hazırlamakta çok başarılı olduğumu belirterek başlamak isterim. Kocacığımla bana bir orta-ufak valiz, Ayaz'a ise bir ufak valiz, bir orta-ufak çanta ve malum herzaman yanımızda olan sırt çantası haırladım.

Bir defa evimizin babasının giymediği birşey kalmadı. Benimse iki üç bluz dışında giymediğim şey kalmadı. Daha az hazırlanabilir miydi? Evet tabii ki. Ben mesela üç pantalon bir eşortman bir de elbise götürdüm hepsini de giydim ama daha az çeşitle de idare edebilirdim. Yine de bir kadının mutlu olması için iyi bir rakam.

Ayaz'ın valizine gelince. Biri alet edevat biri giysi olmak üzere iki valiz, bir sırt çantası bir de puset ile hepimizi solladı geçti meleğim. Bunları yazarken gerekli ve gereksiz gibi bilgileri de yanına ekleyeceğim.

Alet Edevat;


  • Küçük kettle. (En işe yarayan buydu, hem içine ısıttığım suya koyarak biberonları ısıttım hem de mama için su hazırladım. Le Meridien dışında kaldığımız otellerin hiçbirinde kettle yoktu, Sheraton da dahil..)


  • Küçük bir yastık. (Çok işe yaradı. Ayaz'ın çok sevdiği bir aydedeli yastık kılıfı var. Ona evini hatırlattı sanırım. Bir de otel yastıklarından ziyade bunu kullandık.)


  • Bıçak. (Bir meyve bıçağı koymuştum ki çok iyi etmişim. Meyveler ne olacaktı sonra?)


  • Kap kacak. (Kettle ın bardakları daha çok bizim çay içmemize yaradı ama çok da iyi oldu. Ayaz için bir tabak, kaşık ve çatal götürmüştüm. Çok kullandık.)


  • Atıştırmalık kraker vs. (Tuzlu olanlar tüketildi de tatlı olanların hepsini geri getirdim.)


  • İki biberon, ikisini de kullandım, Ayaz hala geceleri beslendiği için bizim için olmazsa olmazdı zaten.


  • Çarşaf, penye ve polar battaniyeler. (Çarşafı kullanmadım çünkü temizliğe güvendim ve oğlum daha çok bizim yanımızda yattı. Battaniyeler tabii ki çok faydalı oldu.)


  • İki kutu hazır kaşık maması. Artık mama vermiyorum ama bu durumda hayat kurtarıcı oldular. Hatta üç kutu götürsem daha iyi olurmuş. Oralarda aradım aradım bizimkiler gibisini bulamadım. Devam sütleri bolca ve aynı markalarda var ama mamalar yok. Sonunda bulabildiğim birini de Ayaz hiç sevmedi.


  • Ayaz'a yüz ve banyo havlusu. Başka havlu kullanmadım oğlum için, bunları kullandım.


  • Bizim için poşet çay, hepsini içtik, çok da iyi geldi.
Kıyafet;


  • Götürdüklerimden giydiremediklerim oldu ama mevsim kurbanıyım. Uzun kollu şeyleri pek giyemedi.

Çarşaf, örtü olayları titizlik boyutuna göre gerekli gereksiz olarak belirlenmeli bence. Yalniz, kendi örtüsü ve yastığı ile uyuyan oğlumun mutlu olduğunu, normalde kendine ait olan materyaller görünce sevindiğini fark ettim.

Abimlerden Chicco'nun şu pusetini ödünç aldık. Süper kullanışlıymış kendisi. Kendimize de alacağız, hatta babaannesi hediye alacak sağolsun. Kesinlikle böyle hafif bir baston puset derim başka da bişey demem. Çocuğum pusette durmaz demeyin, Ayaz'da pek alışık değil. Ama orda durdu, uyudu. Yoksa çok fena olurdu. Hareket halindeyken çok güzel durdu da biz durduğumuz anda hemen "Aç!Aç!" diye kıyameti kopardı.


Edit: Yanımızda götürdüğümüz bezler yetmedi ve ordan da bir paket aldık. Zaten bunu öngörerek az götürmüştüm. Islak mendilleri ögtürdüm almamıza gerek kalmadı ama boşuna taşımışım oradan da gayet iyi temin edilebiliyor.

6 Haziran 2011 Pazartesi

20 aylık bebekle yurt dışı.. tatil rotamız..

Dokuz günlük çok güzel bir tatil yaptık ailecek. Önce programımızdan bahsedeyim ki ne kadar yoğun bir tatil olduğu belli olsun.

Cuma akşam uçağıyla Viyana'ya vardık ve otele yerleştik.
Cumartesi Viyana'yı baştan başa gezdik. Gündüz ayrı, gece ayrı gezdik.
Pazar sabah uçağı ile Roma'ya geçtik. İki gece de Roma'da kaldık. Yani iki gündüz ve iki gece de Roma'yı gezdik.
Salı hızlı trenle Floransa'ya geçtik ve hemen şehri gezdik.
Çarşamba araba kiraladık ve Toskana Vadisi'nde Siena ile San Gimignano'yu gezdik. Arabayla dağ yollarından geçerek bir çok yer gördük.
Perşembe yine kiraladığımız arabayla Floransa'nın hemen dışındaki outlete gittik. Bütün gün oradaydık. Dönüşte yine Floransa'da dolaştık.
Cuma hızlı trenle Venedik'e gittik, günü orda geçirip akşam Floransa'ya döndük.
Cumartesi sabah yine hızlı trenle Roma'ya gittik. O gün de Roma'da dolaşıp, Roma'da kaldık.
Pazar sabah uçağı ile yurda dönüş yaptık. Aktarmalı uçak olduğu için eve varmamız akşam yediyi buldu.

Bu arada Ayaz bu gezmelerin hemen hepsinde bize eşlik etti. Sadece bazı gece turlarına katılmadı ki bu da üç kez gerçekleşti. Babaannesi ve dedesiyle kaldı bu üç gece, tabii biz gelene kadar. Gece turu dediysem gece dokuzdan sonrası demek istiyorum. Genellikle sabah dokuz - gece dokuz arası bizimle sokaklarda fink attı.

Uaçk biletlerimiz Roma gidiş ve Roma dönüş olduğu için Roma'da üç gece üst üste kalmadık. İlk kaldığımız Sheraton Roma'nın konumu da pek iyi değildi. Şehir merkezinde gezeceğimiz yerlere gitmemiz için metro ile gitmemiz ve metroya'da yürümemiz gerekti. Otelin shuttle servisi de vardı ama o bize uymadı. Bu bizim fazladan bir otel değiştirmemize neden oldu. Tahmin edersiniz ki bavul toplamak zor zanaat bebekliler için. Bavulları dağıtmamak ise imkansız.

Ayaz'la yurt dışı.. Ayaz'a ithafen..

Tam da hayalimdeki gibi Ayaz'la dere tepe, yurt içi yurt dışı demeden geziyoruz. Daha doğrusu geziyorduk.. Buradan sonraki paragraf oğlum için;

Canımın içi oğlum, sen oldukça uyumluydun bana sorarsan. Yani bu kadar minik bir paşadan ben daha fazlasını beklemiyordum şahsen. Pusetinde uyudun pusetinde uyandın. Parklarda bahçelerde seni mümkün olduğu kadar bıraktık ama onun dışında pusete mahkum kaldın. Bunda senin de kabahatin var tabii biraz, yürü dedik asla bizim gittiğimiz yöne gelmedin, e tabii pek alışık değildin. Yeri geldi açlığa dayandın. Bulabildiğin kraker ve ekmek gibi şeylerle mideni bastırdın. Babaannenin könbe ve kuruyemiş stoklarından faydalandın. Biz de madur olmaman için bol bol meyve bulundurduk her zaman yanımızda. Çok sevdiğin yoğurdundan ayrı kaldın. Bir marketten danone meyveli bulduğumda ve sana getirdiğimde gözlerin parladı. Biliyorum evde annenin mayaladıkları kadar olamazdı(kendine pay çıkaran anne) ama hiç yoktan baya iyiydi. Oraların yemeklerini pek beğenmedin. Sabahları yok uçağa yok trene yetişeceğiz diye uyandırıldın(şimdi anladın mı uyandırılmak ne gıcık birşeymiş). Hiç görmediğin şeyler görüp hiç alışmadığın bir tempoda yaşadın. Sevdiklerin yanında şımartıldıkça şımartıldın. Ne uyku düzenin kaldı ne yemek. Ne ev bildin ne araba. Ne de insanların ne konuştuğunu anladın. İlk başlarda şaşırdın afalladın. Sonra da "çav çav" yaparak bizleri şaşırttın. E tabii bu sebeple de bizden zaman zaman acısını çıkardın.

Burada baban bir karar aldı, bundan sonra tatillere benimle başbaşa çıkacakmış. Bu yaşa bu kadar ülke bence de yeter. Tamam canım denize gideriz yine beraber, yazlığa, Antakya'ya, ev tatillerine, tatil köylerine ama artık babanla kaçamaklarımıza da izin ver.. Nasılsa 14-15 sene sonra sen de bizim gelmemizi istemeyecek, arkadaşlarınla gitmek isteyeceksin tatile. Bu ufak otel, gez toz tatilleri bebekle zormuş, bebek için daha zormuş onu anladık. Ama yanlış anlama iyi ki gittik gezdik tozduk, bu anıları da tarihimize kattık. Biraz mola rica ediyoruz senden. Seni çok seven annen..

Not: Suçu babana atınca vicdanım daha iyi hissediyor. İkinizi de öpüyorum.

Ayaz hasta..

Gezi yazısı yazacağım ama bit türlü fırsat bulamadım.
Cuma günü Ayaz'ı 18 ay kontrolüne götürdüm. Biraz geç oldu tabii Ayaz Paşa nerdeyse 21 aylık oldu, biraz ağırdan aldık galiba, tatil hazırlıklar vs. de girince araya bu zamana kaldık. Bu arada özel doktora götürsem de Ayaz'ı aşılarını sağlık ocağında yaptırmayı tercih ediyorum. Hem aşıların taze olması açısından hem de soğuk zincirinin kırılmadığından emin olduğum için. Şimdiye kadar aşılar Ayaz'da ne ateş ne de başka bir yan etki yaptı. Tüm bu geçen zamanda bir kez özelde yaptırmıştım aşısını ki çok güvenilir bir kurumdu, bir de baktık aşının son kullanma tarihine bir ay kalmış. O kadar eski yani. Sürekli oraya götüren arkadaşlarımızı da uyardık, bu kez onlar kontrol etti ki son kullanma tarihi az da olsa geçmiş.
Cuma günü de sağlık bakanlığının standart takviminde olmayan, Ayaz'ın doktorunun da önerdiği Hepatit A aşısını yaptırdık. Doktor bu aşının yan etksinin de olmadığını, banyo bile yaptırabileceğimizi söyledi. Fakat Ayaz'da iki gündür ateş var. Tamam düşük ama var. Daha da önemlisi halsizlik var. Allah'a şükür iştahsızlık ya da başka birşey yok. Şimdi bilemiyorum. Bu çocuk hasta mı? Üşüttü mü? Yoksa aşıdan mı? Doktoru aradığımda aşıdan olabilir dedi. Tamam yan etkisi yok ama sonuçta vücuda mikrop verdiler. Üstelik dün akşam yemek yerken kustu. Normalde bebekken bile hiç kusmayan bir çocuk Ayaz. Ama kusmadan önce de boğazına bişey kaçtığı için öksürüyordu. Bundan da kusmuş olabilir. Bilemedim. Bilemiyorum. Umarım bu kadarla kalır, bugün de son olur.
Herkese iyi haftalar..

Not: Resimde ilk kez aşı karşılığı ödül almış mutlu Ayaz'ı görüyorsunuz..

1 Haziran 2011 Çarşamba

döndük bizzz...

Koskoca Mayıs ayında bloga bir yazı koyamamışım.. Sahalara döndüm.. Uzun bir seyahatten fotoğraflarla açlışı yapıyorum..

Viyana ile başlayan, oradan İtalya'ya geçerek devam ettiğimiz çok güzel bir geziydi. Viyana'ya aşık oldum. Roma ve Floransa'ya zaten gitmeden tutulmuştum. Venedik'i ne siz sorun ne ben anlatayım. Araya Sienna ve San Gimignano ile başka bir çok Toskana Vadisi kasabası sığdırdık, herbirinde birkaç yıl yaşamak isteyeceğim. Çok gezdik, çok gördük, çok beğendik. Ayaz olabildiğince uyumluydu, 20 aylık bir bebek ne kadar uyum gösterebilirse gösterdi. Yine de biz dört büyüğün(anne, baba, babaanne, dede) haşadını çıkarmayı başardı.

Viyana park ve bahçelerinde Ayaz resmi. Puseti evi oldu oğlumun, orada uyudu, orada uyandı, orada yedi, orda içti. Altını bulabilirsek parklardaki banklarda bulamazsak orda burda bir köşede, ayakta değiştirdik. Ne uyku düzeni kaldı ne yemek.

O iştahlı oğlum gitti, yerine ekmek ve krakerle beslenen, bir de meyve yiyen oğluş geldi. Damak tadı İtalyanlarla pek uyuşmadı. Ev yoğurdu mu hazır yoğurt mu düşünmek mi? Danone buldukça ben de Ayaz'da sevinçten havalara zıpladık. Karnını doyurmak için McDonald'slara mahkum kaldık. Yine de resimdeki gibi her gittiğimiz yerde menüye bakmayı ihmal etmedi.

Yerlerde süründü, merdivenlerde yattı. Pis ellerini buldukça çeşmelerde yıkadık bulamadıkça ıslak mendillerle sildik. Pes ettik mi? Tabii ki hayır.


Parklarda bahçelerde meydanlarda koştu. İstediğince özgürlüğünce dolaştı. Bol bol merdiven çıktı, indi. Acıktıkça su içti. İlk marka ceketini denedi, çok da yakıştı ama tabii ki almadık. E biz de her üstümüze yakışanı alamıyoruz di mi oğlum? Zor koşullara alıştı.. Çok gezdi çok yoruldu ama sevdikleri yanında olduğu için tam da şımarmanın tavanına vurdu.

Eve döndüğümüzün ertesi günüyse seni dışarı çıkartayım mı oğlum dediğimde bana şiddetle başını (olumsuz) sallayarak ııı-ııııhhhhh dedi. Bu da olayın özetidir sanırım. Neyse ki dün etkisi geçmişti, "Gont'u" görmeye bahçeye indik.

28 Nisan 2011 Perşembe

bunları yanlış (mı) yapıyorum..

Blogcu Anne'nin şu yazısına yorum olarak yazmıştım, oradan esinlenerek devam edeyim dedim. Biz anneler de hatalar yapıyoruz tabii ki.. Yine de bunlar hata mı emin değilim. Genel kanının aksi şekilde yapıyor olsam da içgüdülerim bunların pek de hata olmadığını söylüyor. Benim çocuğum için geçerli tabii ki bu içgüdüler, her çocuk birbirinden farklı değil mi? Tek bir doğru yok diye düşünüyorum. Anneliğin bana kattığı en güzel özelliklerden biri de yargılamamak. Zaten bu konuda fena değildim, şimdi çok daha başarılı oldum. Özellikle de başka bir anneyi yargılamamak çok önemli, dilimin ucuna geleni hemen frenliyorum. Bazen bilmişlik yapıyor olduğumu fark etsem de en azından sonuna doğru toparlamaya çalışıyorum.


Neler mi benim aklımdakiler;


  • Oğlum mesela başını kapıya vurduğunda kapıyı dövüyoruz. Büyüklerden böyle gördük, böyle devam ediyoruz. Aslında ilk zamanlar yanlış olduğunu düşündüğüm bu eylemin Ayaz'da kötü bir etkisini görmedim henüz. Hatta rahatlıyor, sıkıntısını atıyor. Önce bana geliyor başını öptürmeye ardında da beraber gidiyoruz kapıya kızmaya. Hatta geçenlerde bir sabah, işe giderken ben başımı kapıya (hem de çelik kapı ve hem de açıktı) vurduğumda, oğlum önce sarılıp beni teselli etti, sonra da birlikte kapıya kızdık. Gün içinde de birkaç kez gidip kapıya "ah" yapmış. Bence durup durup ne oldu acaba anneme diye içlenmesindense, gidip acısını boşaltabilmesi iyi bile olmuş. Çok dert olduğunu sanmıyorum, bunun çocuğumu sorumluluk almayan bir birey haline getireceğine inanmıyorum(umarım tükürdüğümü yalamam, büyük sözüme töbeeee). Çünkü aklı erdikçe, kendini ifade edebilecek başka yöntemler olduğunu da keşfedecek, biz de ona bu yolları göstereceğiz elbette.

  • Bu aralar nedense sesimi daha çok yükseltir oldum. Başka dış etkenlerin getirdiği stres beni daha tahammülsüz yaptı maalesef. Normalde çok sabırlıyımdır. Hatta şu halim bile normal sabırlı sayılabilir. Yine de işte bu halim bana karısını döven erkekleri çağrıştırıyor. Yani gücünün yettiğine gücünü kullanmak. Ben iki bağırdım diye çocuğun psikolojisi mi bozulacak, sanmıyorum.. Ne bağırmalar gördük biz. Yine de oğlum şimdiye kadar olan bağırmalarım için çok özür dilerim senden. Zaten sen bir üzülürsen ben bin üzülüyorum, öncekinden de beter oluyorum.

  • Mükemmel anne olma iddiam olmadı hiçbir zaman. Yine de insan bazen kendini eksik görüyor. Zorda kaldığım zaman hazır mantı yapmak mesela, oğlana da yedirmek, ya da buzluktaki köftelerden faydalanmak, üstelik dün de köfte yediği halde, bunları yapıyorum. Haftasonu çorbasını yapmayı unutup hemen bir tarhana kaynatıverdiğim oluyor. İtiraf ediyorum bunlar benim vicdanımı sızlatmıyor. Hatta kötü bile hissetmiyorum.

  • Seyrettiğim zaten iki buçuk dizi var, buçuk da nasıl oluyor demeyin, arada izliyorum daha çok arkadaşlar konuştuğu için takip edebiliyorum. Son bir aya kadar bunları bile açmazdım. Biz evde yalnızsak asla televizyon açmazdım. Şimdi bu iki diziyi açtığım olabiliyor. Normaldeyse babası açıyor akşamları ama Ayaz en fazla yarım saat maruz kalıyor, izlemiyor da zaten arka fonda televizyon oluyor. Bana kalsa hiç açmam. Normalde yani :)

  • Evet oğlumla çok vakit geçirmek istiyorum ama sofrayı toplama, bulaşıkları halletme gibi rutin işleri o yatmadan halletmek de istiyorum. Sonra halim kalmıyor. Dolayısıyla yaklaşık 30-45 dk arası bir süreyi ya yanımda takılarak ya da babasıyla başbaşa geçirmek durumunda kalıyor. Kaliteli vaktimizden çalınıyor yani. Bunun da kötü birşey olduğundan emin değilim, çünkü hayat hep oyun hep birebir ilgi değil. Benim en sevdiğim tabii ki oğlum ama görevlerimiz de var.

  • Yine haftasonu dışarılarda gezerken biz bir öğünü atlayabiliyor, rutini bozulabiliyor. Genellikle rutini bozulmuyor da daha az uyuyor öğlen uykusunu. Çünkü arabada filan uyuyor, inerken de uyanıyor. Yeni bir yere varmanın heyecanıyla da uykuya dönemiyor.

  • Normal hayat aktivitelerine pek katamadım oğlumu. Yani şöyle oğlumla markete gidelim, alışverişe çıkalım gibi şeyler yapamıyoruz pek, çalışan anne olmanın yan etkileri.

Daha da çok vardır ama bunlar geldi aklıma şimdilik. Oğlum önemli olan şu bence "Seni çok seviyorum.."

26 Nisan 2011 Salı

bunları doğru yapabilmişim sanırım I..

Oğlumun "Ayaz maşallah çok güzel oturur mama sandalyesinde" gibi beni memnun eden ve rahatlatan davranışlarının bazılarının arkasında gizlice kendimle gurur duyduğumu itiraf ediyorum. Belki başka bir bebeğim olursa ve aynı şekilde hareket etsem bile bu faydayı göremeyeceğim çünkü çocuk çocuktan farklıdır biliyorum. Sadece tutturabildiğim alanlarda kazandığım başarıları yazmak istedim.

Gece uykusu konusunda çok başarısız oldum, çok hatalar da yaptım biliyorum ama çok doğru olması gerekenleri de denedim olmadı. Belki yine de tam yapamamışımdır. Yemek konusundaysa başarılıyım işte. Tabii ki Ayaz iştahlı bir çocuk. Yine de birebir aynı davransam da belki başka bir çocuk hiç uyanmadan gece uykusu uyuyabilir ve iştahsız olabilir, mama sandalyesiyle barışık yaşamayabilirdi. Olsun kendimle biraz gururlanmak istedim çok mu?

Oğlumu ilk günden beri yemek yerken sofrada yanımızda tutuyoruz. Sadece emerken bile eğer uyanıksa biz yemek yerken mutlaka yanımızdaydı. Ana kucağında pek duramayan bir bebek olarak yemeğin başında orda olsa da sonunda, gerçek ana ya da baba kucağında olurdu ama mutlaka sofra başında olurdu. Sonra mama sandalyesine terfi etti. İlk başlarda hemen kucağa gelmek istediyse de yavaş yavaş onu oyalayıp süreyi uzatarak daha uzun oturmasını sağladık. Sonra da prensip olarak yemek bitene kadar genelde kucağa almadık. Bunları deldiğimiz oldu ama nadiren yaptık. Netice de mama sandalyesinin onun için de bir rahatlık olduğunu ona da anlatabildik. Çok rahat birşey bence. Mama sandalyesini yemek için kullandık sadece, yemek ve yemekten sonra sofra muhabbeti için. Genellikle yemek bittiğinde artık Ayaz oturmak istemiyor olsa da mesela ayaklarını koklayıp bayıldık, kürdanları tuzluğa attık, eğlendik, sofra kültürünü oturttuk. Çok önemli benim için. Sofra kültürünün ailemde olması, masa başında sohbet etmek çok güzel bence. Sonra Ayaz'ın mama sandalyesinden memnun olması da büyük rahatlık ve pratiklik.

Hala önlük kullanması yine böyle sabırla direndiğim bir konu. Üstüne bir de hala açıklama yapıyorum, ama bak oğlum üstün kirlenir istemezsin di mi diyerek titizlik duygularını sömürsem de hedefe ulaşıyorum. Gayet anlayışla önlük takmama izin veriyor o zaman.

Sevdiği ve sevmediği yemekleri mikslemek. Bir ara kakalamak yöntemini seçtiysem de Ayaz hiç bu ayaklara gelmeyecek bir çocuk olduğu için hemen pes ettim. Uzun zamandır "Oğlum pilav yiyecek misin, o zaman önce bir kaşık ıspanak" düsturuyla damak tadı epey gelişti. Tabii inadı tutarsa ya da gerçekten doyarsa bunların hiçbirini dinlemiyor kesinlikle!

Ayazla asla inatlaşmadım. Bunu deneyen babasının bile asla kazanamadığını görünce denemedim bile zaten. Babası da pes etti artık. İkna bizim herşeyimiz. Çünkü Ayaz bebeklikten beri hep, onu adam yerine koyup anlattığımızda bize pozitif karşılık verdi. O zaman o güzel enerjiyi mi hissedip de yola geliyordu bilmiyorum ama şimdi zaten herşeyi anlıyor.

Testi kırılmadan önce davranmak. Ben Ayaz'a olay inada bineceği zaman değil de önceden şartları söylüyorum. Mesela "Mehtap Teyzenlere gideceğiz ama ben dönelim deyince kalkacağız, ağlamak yok. Yarın sabah da onlar gelir işleri yoksa. Zaten döndüğümüzde uyku vakti gelmiş olacağı için Demirkan da uyuyacak. Hem biz de seninle kitap okur uyuruz." gibi uzun bir açıklama ve uyarı yapıyorum. Sonra ilk cümlenin üzerinde bir daha geçip ana fikri tekrarlayıp "Tamam mı?" diye soruyorum mutlaka. Ondan da "amam" cevabı gelirse bu iş gerçekten de amamdır(amam=Ayazca tamam). o sırada ağlasa bile "ama tamam demiştin" diyince kendine geliveriyor. Herşey ama herşey böyle bu aralar önce uyarı ve anlatış ve başına geleceklerden haberdar ediş. Sonra eylem. Bazen çok sıkıcı olduğumu düşünüyorum ama işe yarıyor. Ayaz'ın da pek itirazı var gibi görünmüyor.

Bazı elzem şeyleri yani kuralları yıkmamak. yıkılmayacağını anlamalı. Araba koltuğunda oturması bir zorunluluk, aksi düşünülemez gibi. Huysuzlansa da direniyorum. Buna itiraz edenlere de alıver işte ne olacak diyenlere de sinir oluyorum. Yani bıçak istese verecek miyiz eline? Geçenlerde bir kez koltuktan kucağıma aldım, ama bir farklılık vardı, almam gerektiğini hissettim. Annelik bambaşka birşey işte. Aldığımla kusması bir olmuştu yavrumun. İyi ki de almışım.

Dediğim gibi bunlar her çocukta farklı olabilir ama deneyin derim. En önemlisi tutarlılık, her zaman tutarlı olduğunuzda başta zorlansanız da sonunda faydasını siz görürsünüz.

Tabii doğrularım bu kadarla biter mi? Devamı gelecek ama yanlışlarım da gelecek.

birrr buçukkkk...

Bir buçuk yaşını devirdi Ayaz'ım. Tam bir dönüm noktası. Bebeklikten çocukluğa geçiş, galiba. Bunu her düşündüğümde içim sızlıyor desem inanır mısınız? Yani ne çabuk, olamaz, o benim bebeğim diyorum hemen ardından. Ancak oluyor galiba. Zaten her zaman tercihleri olan, kendi istediğini yaptırma derdinde, e biraz da inatçı bir bebekti. Şimdiyse çok daha ileride. Ne giyeceğinden ne yiyeceğine, hangi kitabı okuyacağından hangi oyunu oynayacağına, uyuyup uyumayacağına kendi karar vermek istiyor. Ben de ona elimden geldiği kadar özgürlük tanıyorum. Uyku konusunda mesela saatini biliyor ve hadi beni uyutun moduna giriyor. Yaşasın rutin. İstemese uyutmak çok zor olurdu çünkü. Tabii bu istekler ve ısrarlar daha da büyüyecek biliyorum. Kendimi hazırlıyorum. Oğlum bir birey olmaya ve kendini kabul ettireceği iki yaş sendromuna doğru hızlıca ilerliyor. Her anı farklı zevkli oluyor onun büyümesini izlemenin.

Nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Resimdeki gibi artık mama sandalyesinde oturmak zorunda değil, sandalyeye de oturabiliyor mesela. Tabii yine de ilk tercihimiz mama sandalyesi. Eğer gittiğimiz bir ortamda ondan büyük ve daha aklı başında tabii bir çocuk varsa yaşadık. Sal Ayaz'ı peşine dolaşsın, izlesin, öğrensin. Artık oyun oynamaktan anlıyor. Yani iletişime geçebiliyor. Dün Demirkan geldiğinde daha da fark ettim ki onunla karşılıklı oynamak istiyor. Almak-vermek gibi. Demirkan da Ayaz'ın üç ay önceki hali gibi umursamıyor bu girişimleri, kendi kendine takılıyor.

Bu akşam mesela abimlere gidiyoruz, Oğuz'umun doğum günü dolayısıyla. Emir&Ayaz arasındaki diyaloğu merak ediyorum. Çok daha ilerleme bekliyorum. Çünkü her sefer Emir Ayaz'la oynamaya ona birşeyler anlatmaya çalışır ama Ayaz anlasa da karşılık veremezdi henüz.

Başka neler oluyor. Tuvalet konusunda zaten söylüyor. Belirtiyor çişi de gelse kakası da. Ara ara tuvalete de oturtuyorum, biraz daha üzerinde durmak içinse seyahat dönüşünü yani Haziran başını bekliyorum. Bu yaz hedeflerinden biri de bezi bırakmak bizim için. İkinci yaşa bezsiz girmek.

Dil gelişimi inanılmaz hızlandı. Evrene gönderdiğim mesajlar karşılık mı buluyor? Bayılıyorum. Öyle çok kelime söylüyor ki artık, bazen daha önce hiç söylemediği kelimeleri tekrar ediveriyor. Daha cümleler yok ama onlar da yakındır belli ediyor.

Tırmanma becerileri düz duvara tırmanma seviyesine geldi bile. Çok hareketli çok, dans eden, müziği seven, şarkı söyleyen, müzik yoksa bile kendi söyleyip kendi oynayan bir velet oldu çıktı. Bu konudan bahsederken "gali gali" dansından bahsetmeden geçmemeliyim. Bu Ayaz'ın ellerini kaldırarak ve "gali gali" diye sarkı söyleyerek gerçekleştirdiği kendi yarattığı bir dans çeşidi. Şimdi aynı dansı Demirkan da öğrendi o da yapıyor.

Yani hevesle beklediğimiz her gelişim birer birer oluyor işte sırasıyla. Çok acele etmeyin, çok merak etmeyin, her gelişim bir özgürleşme oluyor. Bunun tadını çıkartmaya bakın. Hem oğlum özgürleşiyor hem de ben..

25 Nisan 2011 Pazartesi

hafta sonu..

Oğlumla güzel bir bayram kutlaması hayal ediyordum ama gide gide Migros'a gidebildik. En azından amacımız iyiydi. Oyuncak ve kırtasiyelerdeki indirimden yararlanmak istedik. Gerçi pek birşey kalmamış, olanlar genelde talan olmuştu ama Ayaz'ın bu aralar çok keyif aldığı ahşap yapbozlardan iki tane alabildim. Biri mıknatısla çekilebilenlerden, bunu becerebileceğinden emin değilim şimdilik. Biraz boya kalemi, bolca boyama kitabı(yapamıyor tabii ki ama biz yapıyoruz babasıyla, o da orasını burasını boyayıp eğleniyor.), pastel boya gibi şeyler aldık.
Günün keyfi aşağıdaki resimde göreceğiniz market arabasına ilk kez binen Ayaz'ın aldığı keyifti. Çocukları mutlu etmek aslında ne kadar kolay.


Biz bişeyler aldık ama onları verme şansımız olmadı dönüşte, yani 23 Nisan hediyesini pas geçtik diye üzülürken pazar sabahı amcası süpriz yaparak geldi ve ilk resimde gördüğünüz yavru aslan kıyafetini yiğenine bayram hediyesi olarak getirdi. Zaten amcasının gelmesi de Ayaz'a yetiyor. Çok güzel oynuyorlar, amcası büyük bir enerjiyle eşlik ediyor Ayaz'a. Amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, kuzenler iyi ki varlar hayatımızda. Hayatı güzelleştiriyorlar. Geçen hafta içinde de amcası ve dedesi gelen Ayaz'ın keyfine diyecek yoktu. O zaman beraber doğum günü mumları da üflemişlerdi amcasıyla defalarca. Bizim enerjinizin bittiği noktada hep devreye girebilseler yakınlarımız ne güzel olacak.

Bu arada Ayaz'dan son bombalar dolu dolu "Annemmm", "Babammm", "Anneannemmm", "Abaabammmmm", "Dedem", "Cicimmm" demeler.. Her fırsatta dediğim gibi bayılıyorum kendisine..

Herkese iyi haftalar..

Not: Pazar günü Ayaz'ın stoklarından çıkardığım henüz paketinde bir oyuncağı görmesiyle kilitlenmesi bir olan oğluma biz de bayram hediyesi vermiş olduk böylece..

23 Nisan 2011 Cumartesi

bayramımız kutlu olsun..

İlerleyen yıllarda bugünü oğlumun iple çekeceği bir gün haline getirebilmeyi çok istiyorum. Şimdilik çok etkinlik yapamasak da önce oğlumun, sonra tüm çocukların, sonra da biz büyüklerin Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını kutluyorum!

18 Nisan 2011 Pazartesi

bu yazdan beklediklerim..

Öncelikle 20 Mayıs'ta gideceğimiz Avusturya-İtalya gezisinde yaz sezonunu açabilmeyi diliyorum. Hava güzel çok güzel olsun, sandalet ve şortlarla gezebilelim lütfen.
Oğlumla bol bol çimlerde yuvarlanmak, parklarda gezip tozmak istiyorum.
Haftada bir akşam piknik sepetimizi hazırlayıp Allah'ın bize bir lutfu olan yanıbaşımızdaki ornmanda piknik yapalım, işten gelince hemen üstümüzü değiştirip kendimizi doğaya atalım istiyorum. Öyle uzun meşakkatli işler değil ama, birer köfte ekmek, yanına ayran, bazen karpuz-peynir olabilir.
Kocamla başbaşa taa yazın sonunda Dalaman'da evlenecek arkadaşımızın düğününe katılmak istiyorum.
Oğlanı arada babaanne-anneanne de kalmaya alıştırmak istiyorum ki bir üstteki maddeyi gerçekleştirebilmem için önce bunu yapmam gerekli.
Önümüzdeki iki ay içinde üstüme yapışan dört kilodan kurtulmak istiyorum. Aslında daha büyük hedefim ama henüz bunu göremiyorum. Böyle başlayalım.
Kiloları vermek için de ama artık yaşam biçimi haline getirebilmek için esas spor yapabilmek istiyorum. Spor dediğim de yürüyüş işte.
Dolu dolu gezmeli tozmalı, üşenme olmayan bir yaz diliyorum.
Bir de başka birşey diliyorum ki bunu yazmayacağım ama içimden diliyorum işte.
Biraz daha içime dönebilmek, basitleşmek, biraz daha evime dönebilmek istiyorum.

Böyle şeyler.. Evrene yolladım bakalım ne kadar başarılı olacak..

hafta sonu.. maç keyfi..

Bu hafta sonunu uzun bir aradan sonra ailecek geçirdik. Hem evde dinlendik hem de dişarı çıkıp gezdik. İdeal bir haftasonuydu bence. Bugün mesela hem de pazartesi pazartesi ne kadar zinde ne kadar enerjik hissediyorum anlatamam. Gece dörtten beri doğru düzgün uyumamama rağmen.

  • Cumartesi biz oğlumla öğleden sonraya kadar evdeydik, hatta öğlen uykusunu birlikte uyuduk. Aman boşver işi gücü diyip, kocamı dinleyip uyudum. Öğleden sonra oğlumun babasının da katılımıyla İstinye Park'a gittik. Biz öyle haftasonlarını pek alışveriş merkezlerinde geçirmeyiz. Arada gitsekte Ayaz'la gittiğimiz sayılıdır. İşte bu yüzden Ayaz o karmaşa ve hareketliliği görünce sudan çıkmış balığa döndü. Bütün çocukları seyretti. Oldukça uyumluydu ama mesela onu paten kayan ablanın ya da oyuncak fişek fırlatan abilerin başından alıp yürümeye devam etmemiz biraz zor oldu.

  • Toyz Shop'a da girme gafletinde bulunduk. Çıkmak zor olmadı da tekrar önünden geçerken içeri girmesini engellemek baya zor oldu.

  • Yemek yerken ona da bir porsiyon pilav üstü döner söyledik. İnanamadık, kocaman adam oldu da sipariş veriyoruz ona da.

  • Cumartesinin bir diğer güzel olayı da El Clasico'ydu. Bilenler bilir ben futbolu çok severim. Yalnız bu velet doğduğundan beri ne maç ne lig doğru düzgün takp edemez oldum. Eskiden en büyük zevklerimden biriydi. Cumartesi maçın gece 11 de başlayacağını öğrendiğim gibi kocama mısır patlatıp maç keyfi yapma teklifinde bulundum. Ohh uzun bir aradan sonra karı koca maç keyfi yaptık.

  • Pazar günü son anda bir arkadaşımızın telefonuyla dışarı çıkmaya karar verdik. Önden beyler çıktı, sonra bayanlar katıldık tabii Ayaz da. Evde öğlen uykusuna yatırmadım, arabaya biner binmez uyudu. Sonra da pusetinde devam etti, bizi yetişkinlerle başbaşa bıraktı bir süre.

  • Ayaz'ın uyku saatini 22.00 a çekmiş bulunuyorum. Bunu hem belki biraz uykusu düzelir diye denemek istedim hem de önümüzdeki yurtdışı tatilinde geç yatmasının avantajımıza olacağını düşündüm.

  • Ayaz oldukça büyüdü, memnunum kendisinden, hatta bayılıyorum canım.

  • Pek bir dillendi bir de bu aralar, dualarım kabul mü oluyor nedir?
Bu haftalık da bunlar oldu.

15 Nisan 2011 Cuma

annen gider!! bu nasıl birşey..

Ben oğlumu asla korkutarak engellemeye kalkmıyorum. Konu ile ilgili uyarılar yapıyorum tabii ki. Mesela birkaç gün önce kırdığı kavanozu hatırlatabiliyorum, elinde yine almaması gereken kırılacak bir nesneyle dolaştığında. "Bak oğlum, dünkü kavanoz nasıl kırıldı bu da öyle kırılır. Onu kaldıralım sen bununla oyna" gibi yönlendirmeler yapıyorum tabii ki. Ben yapmadığım gibi kimsenin de yapmasını istemiyorum. Ancak babası da dahil herkeste böyle bir durum var-dı. Kocamla konuştuk, gayet mantıklı olduğu için o da çok dikkat ediyor artık. Normalde özellikle de büyüklerimize karşı çıkabilen biri değilimdir. Dinlerim, aklıma uymasa da karşımdaki kişiyi de anlamaya, anlayış göstermeye çalışırım. Bazı ufak tefek farklı davranışları görmezden gelirim. büyük sonuçları olmayacaksa çok da önemsemem. Bir kez de böyle olsun derim. Sağolsunlar birşey söylediğimizde de darılmazlar, dikkat ederler genelde. Anneler, babalar, teyzeler kim olursa olsun oğlumu bir daha ".. yaparsan bak annen gider.." ya da "annen işe gider" şeklinde korkutmaya kalkarsa onu olabildiğim ensert halimle uyarmaya karar verdim.

  • Birincisi ne demek annen gider. Nasıl bir zihniyet bunu yapabilir. O ki ana kuzusu, hayatında en çok bağlı olduğu kişi annesi, zaten dönem dönem ayrılma kaygısı.. Bu bence gayet de sadistçe bir hareket. Tabii ki bu kadar derin düşünemeden yapıyor yapan kişi ama sonuçları hiç düşünmüyor. En azından biliyor ki o çocuk gerçekten korkacak ne gerek var.

  • Bizse oğlumuza her zaman gitsek de döneceğimizi söylüyoruz. Bunun bilincine vararak yetişmesini istiyoruz. Hem onun kendine güvenmesi hem de bizim huzurumuz için bu gerekli.

  • "Annen işe gider" ise tamamen mantıksız. İşe gitmek kötü birşey mi? Annesinin işe gitmesinden niye korksun benim oğlum. Onun annesi işe gidiyor ve akşam da evine dönüyor. Salt gerçek bu ve bunun ne kötü ne de tartışılacak bir tarafı var. Ona yansıtılması gereken sadece bu.

  • Zaten Ayaz bana çok bağlı ve düşkün. Bazen üstelik başka bir sürü yakınımız varken tuvalete bile gidemiyorum. Bu konu zaten hassas bir konu. Herkes de bunun farkında ve bu durumdan şikayetçi, büyük çoğunluk da sebebi ben olarak görüyor. Çünkü ben çok müsamaha gösteriyorum, çünkü ben çok yüz veriyorum vb. Haklı oldukları yön var mı var tabii olmaz mı? E madem bu kadar dikkatlisiniz bu konuda bu ne perhiz bu ne lahana turşusu o zaman.
Bazı şeyleri düşünebilmek için çok okumak, pedagogları takip etmek gerekmez. Çocuğu korkutmanın o anı kurtarmaktan başka ne faydası olabilir ki?

14 Nisan 2011 Perşembe

good bye to "emziko"

"emziko" benim emziğe verdiğim isim. Ayaz'ın emzikle ilişkisi daha ilk haftasının içinde bütün gün m.em.eden ayrılmayınca, gece benim pes ederek öylesine aldığım emziği denememle başlamıştı. Sonra da mutlu bir ilişki olarak devam etti. O krizli günleri atlattıktan sonra yalnızca uyurken emzik vermeye başladım. Bunun dışında huzursuz olduğu zamanlar emzik başvurduğumuz son çaremiz oluyordu. Huzursuzluğunun nedeni asla emziğim nerede olmadı, asla emziği yok diye sorun çıkartmadı oğlum. Hatta uyurken de emziğini düşürdüğünde nadiren uyanıyor, genelde de tekrar uyumak için emziğe ihtiyaç duymuyordu.

Yalnız emziğini seviyordu. Şimdiye kadar uyuturken hep emzik verdim. Emziksiz dışarı çıkmayı düşünemedim bile. Yani o kadar da uzak bir ilişki yoktu aralarında. Sanırım bağlı ama bağımlı değil diyebiliriz. Ancak ben hep kolaylık açısından emzik kullanmayı tercih ettim yine de hiç abartmadım. Her zaman Ayaz'ın emziği bırakabileceğinin farkındaydım. Geçen Pazar gecesi artık yeter dedim. Çünkü büyüdükçe farkındalığı artıyor, arttıkça da bağımlılığa dönüşme ihtimali oluyordu. O gün bugün emziksiz artık benim oğlum. Sorun yaşadık diyemem. Uykuyu tutturmakta zorlandığı dün gece mesela emzik versem rahatlayabileceği anlar oldu ama pes etmedim. Yine de emzikosunu istemedi ya da hiç sormadı oğlum.


Ayaz'ımın bu güzel ve annesini yormayan geçişlerinin hastasıyım. Tuvalet konusu da böyle olur umarım.


Bu veda da tarihe not düşsün dedim.

11 Nisan 2011 Pazartesi

haftasonu..

Perşembe akşamından itibaren Ayaz'ın anneannesine yerleşmiştik zaten;




  • Ayaz cuma gündüz cicianneannesi(teyzem) ve anneannesi ile cuma gecesini Sasha ve Loxey ile yani Ferda'nın köpekleri ile geçirdi. Köpeklerden hem korktu hem onlardan ayrılmak istemedi. Sasha havladığı için yanaşamasa da Loxey'i cesaret edip en sonunda sevmeyi başardı.

  • Cumartesi, kendim gezdim, tozdum alışveriş yaptım. Dönünce de oğlumu Migrosa götürdüm, dışarı çıkmış olsun diye. Büyük markete alışık olmadığı için merak ettim, çok tatlıydı, söz dinledi, annesini mutlu etti.

  • Pazar günüyse dedeme gittik oradan da eve.. Yolda uyudu, evde de uyanmadı, epeyce geç altıya doğru uyandı. Evde olduğunu görünce de hemen babasını sordu.

  • Dün babası gelince sevinmiş ama çok belli etmemiş, ben gittiğimde ama sevinci hala gözlerinden okunuyordu.

  • Bu arada müthiş zorluklarla pasapaport için resim cekildik hem ben hem oğlum. Ayaz'ın pozunu yakalamak çok zor oldu gerçekten de. Devamlı ağladı, flashlardan korktu..

  • Çok huysuz ve mızmız oldu bu aralar. Herşeye ağlıyor, ağlayarak istiyor. Tabii haftasonunu kalabalıkta geçirmemizin de etkisi çok. İstekleri bir şekilde oldu çünkü.

  • Koltukların, sehpaları üzerine çıkıp şarkı söyleyip dans etti bol bol. Yeteneği olmasa da özel zevki müzik ve dans. O kadar belli ki..

  • En sevdiği şeyse elektrik süpürgesi. Her gitiği evde arıyor, buluyor, açtırıyor. Elektrik süpürgesi bulmasa normal süpürge buluyor.

  • Zaten işi gücü, sil, süpür, temizle..

7 Nisan 2011 Perşembe

Antakya..

Daha önce söz verdiğim resimlerden bir demet..
Video Ekle

6 Nisan 2011 Çarşamba

bir ilk..

Bugün oğlumun babasını benim sevgili kocamı iş nedeniyle Adana'ya oradan da ziyaret için Antakya'ya geçmek üzere yolcu ettik. Bir ilk çünkü beş gün oğlum babasını ben de kocamı göremeyeceğim. Oğluş ne yapacak, esas babası döndüğünde ne tepki verecek çok merak ediyorum. Şimdi "baba nerede?" diye sorduğumda eliyle uçak yaparak "vuuu" diyor. Ben de kocamdan ilk kez bu kadar ayrı kalacağım. Hem de Ayaz'la birlikte. Hayırlısıyla gidip gelir, bize Antakya'dan güzel mamalar getirir inşallah bitanem. Bunu da tarihe not düşmek istedim.

4 Nisan 2011 Pazartesi

haftasonu..

Bu haftasonunu da biyoloji ve matematik çalışarak geçirdim. Evet yine ilk gözağrım Oğuz'un sınavları var ve biz de Cumartesi öğlenden sonra onlara geçtik, gece de orada kalıp Pazar akşama doğru ancak evimize döndük. Umarım bu yaptıklarımızın karşılığını alırız. O karnede güzel norlar görürüz inşallah.. Ayaz tabii kalabalıktaydı, keyfi yerindeydi. Emri Hakkı'nın Ayaz'ı kabullenmesi için bir gece geçmesi gerekti. Çocuklar tabii ancak görüşüyor ve alışıyor birbirlerine. Birkaç ufak tefek durumun dışında pek olay çıkmadı ama ikisini yalnız bırakamıyoruz. Özellikle annemi ve Oğuz'u paylaşamıyor Emir. Yine de birbirlerini çağırıp duruyorlar, ayrılamıyorlar. Pazar günüyse pek bir sevgi kelebeği modundaydılar. Sarılıp durdular. Biz giderken bu kez Emir de gelmek istedi. Baya ilerleme var diyebilirim. Yalnız Ayaz sürekli beni arıyor. 5-10 dakika oyuna daldıktan sonra hemen başlıyor anne anne diye aramaya ve aşkolsun beni görmeden durdurabilene. İlla ki görecek, rahatlayacak. Aslında laf aramızda ben de onu arıyorum. Dip dibe olalım istiyorum, doyamıyorum yavruya. E o da doyamıyor demekki annesine.. Akşam eve döndük, babası maç izlemek için yine çıktı. Ben de yemekten sonra bir cesaret Ayaz'ı tek başıma yıkadım. Oldukça başarılıydı. Aslında daha önce de denemiştim ama çok zor olmuştu, şimdi hem Ayaz büyüdüğü ve dengeyi sağlayabildiği hem de kaymaz zıvırlardan koyduğumuz için küvete sanırım çok daha kolay oldu. Cumartesi de yıkamıştık ama abimlere giderken arabada kustuğu için eve gelince yıkamak istedim tekrar. İlk kez başımıza geldi bu kusma olayı, devamı gelmez umarım. Anne-oğul ne güzel geziyoruz, eğer arabayı ben kullanıyor olsam ne yapardım bilmem. Gerçi böyle de ne yaptım, yanında olmam için ağlamasına engel olmuştur ki o bile yeter. Yapacak birşey olmazdı tabii ki.. Herkese iyi haftalar..

1 Nisan 2011 Cuma

deli miyim ben neyim?


Hepimiz, yani küçük bebek(ler), cocuk(lar) sahibi olan hepimiz arada yalnız kalma, eskiye dönme, daha doğrusu mola verme ihtiyacı hissediyoruz değil mi? Bu konuda biraz şanslıyım, kayınvaldem yakın oturuyor, uzak olsa da ihtiyacımız olduğunda annem geliyor ya da karşıdaysa işimiz biz ona bırakabiliyoruz. Tüm bunlar bir şekilde olmadı diyelim en kötü ihtimalle Berrin'e bırakabiliyoruz ya da o bizde kalabiliyor biraz daha uzunca.

İşte bu noktada ben kendimi kötü hissediyorum bazen. Yani Ayaz uyumuşsa çıkmak zor gelmiyor da o uyumadan zaten bütün hafta bizi beklemişken cuma akşamı onu babaannesine bırakıp çıkmak zor geliyor. Daha doğrusu bir öyle bir böyle hissediyorum. Mesela arada bir tamam da üst üste iki hafta denk gelirse içim içimi yiyor. Babalar daha rahat, onun hiç bunları dert etmediğini görebiliyorum. Ben pek çocuksuz program yapmak istemesem de o her gelen teklife evet diyor gibi geliyor. Nasılsa rahat, nasılsa bırakabiliyoruz, tabii ki emin ellerde. Bilemiyorum belki de o da öyle yapmıyordur, kendi süzgecinden geçiriyordur, mutlaka ama benim süzgecim daha sık elekli.


Bazen blogları okurken, başka şehirlerde ya da başka ülkelerde yaşayan, bu nedenle de bebeğini daha çok hayatının içine katmış bloggerlara özeniyorum. Biliyorum ki çok zor. Biliyorum ki bana rahat batıyor. Ama kalbim yine de söz dinlemiyor. düşündükçe bunu da yine çalışan anne sendromuna bağlıyorum. Yeterince vakit geçiremiyorum oğlumla. O zaman geriye kalan tüm ama tüm zamanları onunla geçirmek istiyorum. Tabii ki arada bir sinemaya gitmek çok keyifli oluyor ama bazen bunun dozunu ayarlayamamışız gibi geliyor.


Şöyle bir delilik de var bende.. Genelde haftasonları geziyoruz ya biz oğlumla babamız olmasa da. Çünkü zaten bütün hafta içi eve kapanıyor, zaten sosyalleşemiyor, e herşey haftasonuna kalıyor. İşte o zaman da başbaşa kalamıyoruz diye hayıflanıyorum. Bir türlü hiçbir şeye yetemiyorum, yetişemiyorum gibi geliyor.

Çoğu kişinin avantaj diyeceği avantajlarımın farkındayım ama bunu bile sorgulamadan edemiyorum. Söyleyin şimdi deli miyim ben neyim?

Not: Resimler geçen haftasonundan..

31 Mart 2011 Perşembe

uzunnn bir ara..

Bir türlü toparlayıp yazamadım. Günler hızlı geçiyor, yasaklar insanı deli ediyor. Bu ülke gittikçe daha az yaşanılası, daha gri, daha mutsuz bir sona doğru ilerliyor. Memleket meselelerinden soyutluyorum bazen kendimi, o zaman vicdanım sızlıyor. Biz birşeyler yapmazsak kim yapsın diyorum. Sonra soyutlamıyorum, yine vicdanım sızlıyor, elimizden birşey gelmiyor diyorum. Hemen Ayaz'a geçiveriyorum.

  • Bu geçen zamanda oğlum bir buçuk(rakamla 1,5) yaşında oldu.

  • Her zamanki gibi tadından yenmez oldu.

  • Kelimeleri artıyor, fakındalığı artıyor, afacanlığı artıyor.

  • Anlatacak o kadar çok şey oldu ki anlatamıyorum..

  • Geçen haftasonunu, Cumartesi sabahı kuzeni Emir'le, öğlen ve öğleden sonra iki yaşına giren arkadaşı Mert'le(nice senelere Yasemincim) ve Taylan Abisiyle, Pazar günü de diğer kuzeni Ada Defne'yle geçirdik. Ayaz'ın sosyalleşme haftasonuydu. Oğlum herkesle anlaşıyor, çok uykusu gelmediği takdirde hiç sorun olmuyor. Hatta parka indiğimizde, parka gelen diğer iki çocuğun ellerini tutup sarılmak istedi. Pek arkadaş canlısı.

  • Sonra pazartesi geldiğinde eve tıkılıp kalıyor diye üzülüyorum, neyse ki Mehtap Teyzesi ve Demirkan var. İçim çok rahatlıyor. Havalar da güzelleşmeye başladı, dün hep beraber parka gittiler mesela. Böylesi Berrin Teyzesi için de iyi oluyor çünkü o da ne yapacağını nasıl oyalayacağını şaşırıyor bütün gün.

  • Alttaki iki köpek dişini de çıkartıp, diş olayına uzun bir ara verdik umarım.

  • Büyük gelişme, gece uykusuna artık babası da yatırabiliyor. Bir gün spontane olarak gelişti herşey. Tabii Ayaz itiraz etti, ağladı, beni istedi, o beni çağırdıkça gittim öptüm sonra yine çıktım odadan. İkinci gün bu ağlama birkaç dakika sürdü sadece, sonra babasına arkasını döndü duvara bakmaya başladı, küstü resmen, babası gönlünü alıverdi tabii hemencecik. Şimdiyse haftada iki hatta bazen üç gece babası yatırıyor. İlk yatmaya giderken beni istese de yatınca birşey kalmıyor başlıyorlar güle oynaya kitap okumaya. Aman tanrım ne büyük lüksmüş meğer. Televizyon seyrediyorum, dizi izleyebiliyorum, işlerimi bitirdiğimde saat hala insaflı bir saat oluyor..

  • Hemen bir parantez açmak istedim, bu uyutma konusunda suçu hep eşime attım ama empati yapa yapa yola geldim sanırım. Ne zaman yeltense ben ya bir bahaneyle ya da açıkça engelliyordum son zamanlarda, çünkü ağlamasın, üzülmesin istiyordum. Hadi itiraf edeyim başarılı olacağına da inanmıyordum. Büyük salaklık etmişim. Normalde empati yeteneği çok gelişmiş olan ben Ayaz konusunda düğümleniyorum.

  • İki haftadır öldürmeyen ama süründüren, tam iyileştim derken beni bitiren saçma grip mi keçi mi bilemediğim bir derdim var. Çok sinir ve geçmiyor. Artık ilaç filan da almıyorum sadece vitamin kullanıyorum. Ayaz uyuduğunda ben de bitiyorum. Dün mesela hiç yapmadığım birşeyi yapıp, mutfağı öyle pis bırakıp yattım. Başka seçeneğim yoktu. Sonra sabahın yedisinde ocak ovala, yerleri sil bilmemne hem de bunları tepende bi veletle yap.. Olmayınca olmuyormuş anladım.

Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler, eski enerjime kavuşmak ve yeniden başlamak için ilk olsun bakalım, hadi bakalım..

7 Mart 2011 Pazartesi

hafta sonu..

Bu hafta sonunu dün akşam kayınvaldemlere gitmemizi saymazsanız, tamamen evde geçirdim. Ayaz benden bir fazla sokak gezmesi yaptı, babasıyla markete gitti. Yolda köpeklerle konuştu. Bense büyük yiğenim Oğuz'la kimya ve biyoloji çalışma aktivitesi(!) yaptım. Cumartesi sabahtan annem Oğuz'u da alıp geldi ve pazar öğleden sonraya kadar kampa girdik.

Ayaz zaten bayıldığı anneannesiyle takıldı. Uykusu geldiğinde beni aradı. Ben de ders aralarını onun uyanık olduğu saatlerde vererek, oğlumla takıldım. Abisi ve anneannesi geldiği için çok mutluydu oğlum. Gerçekten kalabalık seven çok sosyal bir çocuk. Şimdiye kadar neredeyse hiç yabancılama yapmadı. Maşallah demeden geçemeyeceğim, çünkü böyle her övdüğümde tükürdüğümü yalıyorum.

Pazar günü öğle uykusuna yatarken beni aramadı bile oğlum. Anneannesi güzelce uyuttu. Bu durumda geceleri babasının uyutması denemesini de yapabiliriz diye düşündürdü. Onlar çıkar çıkmaz da uyandı, sordu gittiler dedim. Sonra da babasını sordu, gelecek dedim. Birlikte yalnızlığımızın tadını çıkardık.

Babası gelince de yemek yedik ve babaannesine, dedesine gittik. Zaten söylediğim için sorup duruyordu, oraya gider gitmez de amcasını sordu, elleriyle yok yaptı. Yedi içti oynadı geldik.

Cuma gecesi de oradaydık. Kalkmamıza yakın, babaannesinin "Ayaz sen bizde kal bu gece, anneyle baba gitsin, biz seni sabah götürürüz, beraber uyuyalım" demesiyle Ayaz'ın ağlamaya başlaması ve bir daha ayrılmamak üzere boynuma yapışması bir oldu. Montumu bile zor giyebildim. Herşeyi anlıyor ve çok güzel kendi isteklerine göre kullanıyorlar bu şekerler.

Not: Fotolarda poz vermeyi öğrenen horoz oğlumu görüyorsunuz.

Çok tatsız..

Blogların kapanması evet çok tatsız. Tam hızımı almışken, bu olay meydana geldi. Ben de blogu http://bitanishes.wordpress.com/ taşıdım ama içimden gelmiyor ne yalan söyleyeyim.
Bugün yazabiliyorum tamam ama yarın ne olacak bilmiyorum.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Ayaz için hareketli haftasonu

Haftasonu yine kocamın bir sürü işi vardı. Hem cumartesi hem de pazar gündüzleri bizimle olamayacaktı. Ben de cumartesi günü, onun daha önce satın aldığı yunus gösterisine Ayaz ve Emir'i götürmeye karar verdim. İstanbul'un en soğuk ve yağışlı yerlerinden birinde oturduğumuz için, hava muhalefeti buna izin vermedi. Daha doğrusu ben o havada araba kullanmaya cesaret edemedim. Akşam üstü Ayaz'ın babasının işi erken bitince o kısa mesafeyi göze alıp çıktık ve direksiyonu babaya teslim ederek abimlere gittik. Oğlanların kavuşması çok güzeldi. Gece de orada kalmaya karar verdik, böylece ertesi gün de çocukları gösteriye götürürüz dedik.
  • Ayaz gösteriden bişey anladı mı bilememiştim. Ağzı açık seyretti, çıtı çıkmadı şaşırttı beni. Ancak akşam babasıyla buluştuğunda "vzzzçç.. fuşşş" gibi sesler eşliğinde eliyle koluyla yunusları anlatmaya başlayınca daha da şaşırdım.

  • Emir ilgiyle izledi ve her alkışa eşlik etti. Çok keyif aldı belli ki. Yine de bir daha gelelim mi diye sorduğumuzda "Hayır!" dedi. Bir kez yetmiş çocuğa.

  • Hava inanılmaz soğuktu. Çocukları bir giydir bir soy canımız çıktı. Giderken bizimki uyudu, Emir de uslu uslu durdu. Dönüşte bir Ayaz ağladı bir Emir. Tam Ayaz sustu, Emir de uyudu derken Ayaz, Emir'in saçlarını çekmeye başladı. Neyseki korktuğum olmadı. Ayaz flüt çaldı Emir de muhabbet etti derken eve vardık.

  • Emir benim şöförlüğümden memnun kaldı, hep onları gezmeye götürebilirmişim.

  • Saç çekme olayı iki günde sürdü maalesef. Ayaz aklına estikçe Emir'in saçlarını çekti. Oyuncak paylaşmada biraz problem yaşandı, çünkü Ayaz her önüne geleni alıyor, Emir'in elindeyse bile. Emir de bazen paylaşmak istemiyor tabii ki. Yine de oldukça iyi anlaştılar, hatta Emir Ayaz'a iyi sabretti. Hatta hepimiz sabrının sınırlarına geldi zor tutuyor kendini diyorduk ama biz giderken Emir'den yine gelmemiz ve yarın Ayaz'la görüşme teklifleri aldık.

  • Ayrıca Ayaz her uyandığında eğer Emir uyuyorsa gıcık oldu ve en kısa sürede yanına sızarak kendisini uyandırdı.

  • Ayaz tüm enerjisini boşalttı gerçekten. O kadar yorulmuş ki gece üstünü bile açmadı. Hatta yattığı gibi kalktı dersem daha doğru olur. Sadece süt içmeye uyandı, aynı pozisyonda sütünü içip yine aynı pozisyonda geri uyudu.

  • Ayaz tabii Oğuz Abisine de yapıştı birara. Onun peşinde de hayran hayran dolaştı. Oğuz da iki afacanı iyi idare etti doğrusu.

  • Bizimki yengesinin mutfak sandalyelerine sanatsal bir çalışma yaptı kırmızı kalemle. Çıkaramadık maalesef. Zaten evde de duvarları boyamaya başlamıştı. Burada hata bende, iki sn. kadar kalemle kendisini yalnız bıraktım tabii..

Özet olarak hareketli bir haftasonuydu. İki çocukla pazar akşamı enerjimizi tüketmiştik, neyse ki onlar da tükenmişti. Çocuklar için çok keyifli oluyor. Bizim için de. Normalde yapışık olan Ayaz bizi unutuyor bile. Sadece birşey isteyeceğinde ya da arada nerde bu kadın acaba modunda yoklamaya yanıma geldi. Uykusu geldiği zamanlarsa yine yapıştık, kaynaştık. Pazar sabahın köründe Ayaz'la uyanmak abimlerin ne kadar hoşuna gitti bilmiyorum ama ben bir saat de salonda oyaladım valla kendisini, en sonunda mutfağa geçmek zorunda kaldım. İki çocukla hayat gerçekten de daha kolay sanırım bazı yönlerden, özellikle de belli bir yaştan sonra. Mesela bir sene sonra daha da rahat edeceğimiz o kadar belli ki. Tabii zor kısımları iki ayrı anne olarak karşıladığımız için bu konuda yorum yapamayacağım.

Böyle olunca haftaiçin oğlum daha aktif olsun istiyorum. Keşke yakın otursak diye üzülüyorum hep. Yani ben yanında olamasam da gündüzleri, Ayaz bir anneannesi bir babaannesi, bir Emir, bir Ada derken ohhh ne güzel vakit geçirir. Demirkan'ı unutmayalaım tabii ki o olmasa ne yapardık?

Not: Yunus gösterisi, hayvanat bahçesi konularında aklım çok karışık. Yine de gittik işte. Hayvanat bahçesine de gitmiştik. Kalbimin bir köşesi hep sızlıyor buralarda.

25 Şubat 2011 Cuma

haftanın menüsü (28/02/2011)

Cumartesiyi yine pas geçtim. Geçen hafta yeşil mercimek yapmadığım için bu haftaya aktardım o günün menüsünü. Limon ve Domates Eşliğinde Bulgurlu Tavuk da Portakal Ağacı'dan..

Bu (28/02/2011) haftanın menüsü;

Pazartesi: yayla çorbası, karnıbahar(kıymalı, patatesli), börek
Salı: etli kuskus pilavı, salata
Çarşamba: kalanlar
Perşembe: yeşil mercimek, pilav, komposto
Cuma: tarhana çorbası, limon ve domates eşliğinde bulgurlu tavuk, cacık
Cumartesi: -
Pazar: kalanlar

Ekler: zeytinyağlı pırasa, sana böreği, kakaolu cevizli kek

Haftanın Menüsü

Ayaz'dan son haberler..

Geçen hafta beni hergün bacaklarıma sarılıp ağlayarak işe gönderen ve çalışan anne sendromuna yakalanmama neden olan oğlum bu hafta normal seyrine döndü çok şükür. Pazartesi sabahı tam ben çizmelerimi giyerken yüzünde ağlamaya başlamak üzere olan o ifadeyle geldi ki(buna bile razıydım, geçen hafta ben daha giyinmeye başlar başlamaz o da mızmıza ve gittikçe ağlamaya başlıyordu) onu yakaladım, sarıldım, kulağına "ben şimdi işe gidip çalışayım, gelirken de mama getireyim oğluma" dedim. Duraladı, beklemediği bir hareketti, tam ne yapacağına karar veremedi ama "amma" diye tekrarladı. Ben de, o ağlamaya karar vermeden hemen önce çıktım. Sonraki günler kulağına birşey söyleyeceğim dediğimde Ayaz hemen "amma" dedi. Böylece haftanın sonuna geldik.

Bunda birkaç şeyin daha etkisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, akşamdan giyeceklerimi filan hazırlıyorum, dolayısıyla giyinme-çıkma faslını çok uzatmıyorum. İkincisi, sabah daha da erken kalkıyoruz. Önce yatak keyfi yapıyoruz oğlumla, sonra biraz ortalıkta dolanıyoruz, kahvaltısını ben ettiriyorum. Daha çok vakit geçirmiş oluyoruz sabah birlikte, belki biraz daha doymuş oluyor annesine. Ben ona hiç doyamıyorum ya neyse. Üçüncüsü, kahvaltı bitiminde, Teyzesi gelmiş oluyor, hemen hemen aynı sıralarda babası uyanıyor, dikkati dağılıyor. O sırada bana yapışık moddan çıkıveriyor, ben de hemen toparlanıp hazır oluyorum. İki dakikada çıkacak duruma geliyorum.

Dün mesela bir değişiklik yaptık, malum demir deposu durumu için kan vermeye götürdük öğlen, dönüşte de babaannesine bıraktık. Hafta içi de renklensin istiyorum oğlumun. Sağolsun Mehtap Teyzesi ve Demirkan'la görüşüyorlar da sık sık biraz içim rahatlıyor.

Ayaz'a önce hastaneye sonra da babaannesine gideceğimizi söyledim. Bizim evin aşağısında bir göbek var, göbekten düz devam edip sola dönünce kayınvaldemler, direk göbeği dönüp sola dönünce de ana caddeye çıkılıyor. Babaannesine doğru sapmadığımızı gören Ayaz'da ısrarla "abaaba?abaaba?" diye sordu, parmağıyla onların evinin yönünü göstererek. Neden oraya gitmiyor muşuz gibi yani. Bayıldım, inanamadım.

Bu hafta bir sabah uyandığında önce ısrarla "anneanne" dedi, ben anlamadım, sonra da "abaaba(babaanne)" dedi yine ısrarla. Sonradan düşündüm ki sanırım, bugün gelecek var mı, anneanne ya da babaanne gelecek mi diye sormak istedi oğlum. Çünkü gelecekleri zaman hep söylüyorum ona bugün gelecekler diye.

Yarın oğlumla beni yine gezmeli, eğlenmeli, hareketli birgün bekliyor. Cumartesi eğlenceli, Pazar günü dinlenmeli bir haftasonu diliyorum kendime..

23 Şubat 2011 Çarşamba

ana dilim, baba dilim, benim dilim..

Dil gelişimi konusunda yapıp yapabildiğim Ayaz'la devamlı konuşmak, Berrin Teyzesini de devamlı konuşması için yönlendirmek.

Her yaptığımı anlatıyorum. Ben o an birşey yapıyorsam, örneğin patates soyuyorsam, o da etrafta dolanıyorsa bile "Şimdi patates soyuyorum, kabukları da kalınmış, sonra kızartıcam, kabuklarını çöpe atıcam.. Vıdı vıdı" şeklinde devamlı konuşuyorum. Hatta ambalaj gibi birşeyse ona veriyorum o çöpe atılyor. Her yaptığımı açıklıyorum, yanından ayrılacaksam mesela iki dakikalığına ben şimdi bunu bunu yapıp hemen gelicem, sen de gel istersen, istersen odanda dur diye konuşuyorum. Bol bol soru soruyorum ki cevap versin. Yine sık sık kitap, dergi okuyoruz, resimlere bakıyoruz.

Televizyon zaten izletmiyoruz, bazen müzik kanalı açılıyor çok kısa süre bir de akşamları haberler ki o da babası evdeyse.

Baya bir kelime de söylüyor ama ben bül bül kesilsin istiyorum. Bu hafta sonu Yasemin'in 23 aylık Mert'ini gördüğümde işte budur dedim ve çok özendim. Mert herşeyi konuşuyor(Maşallah) hem de gayet akıcı ve güzel bir dille.

Ayaz da şöyle birşey var; bazı kelimeler heryere uyabiliyor mesela kitap getiriyor aç diyor, notebook aç diyor, sayfaları çevirelim mi diyorum aç diyor. Güzel ama artık çevir de desin mesela, demeye çalışsın istiyorum. Dün topları çevirme oynuyorduk birlikte "Çevireyim mi?" diyorum başını sallayıp "Hı hı" diyor. "Çevir" de oğlum, diyebilirsin dedim. O andan itibaren genellikle tutmayan ilginç sesler çıkarmaya başladı sorularıma cevap olarak. Mesela "çevir" diyemiyor da "aca" diyor, "dön" diyemiyor da "ada" diyor, atıyorum tamamen çünkü hatırlayamıyorum, hatırlayabileceğim net şeyler değil.

Üstine gitmiyorum, teşvik etmeye çalışıyorum daha çok. Yani geç konuşsa da ne olacak, eninde sonunda konuşacak bilincim yerinde. Yine de biran önce bülbül olsun istiyorum n'apabilirim. Anneliğimin de bu kadar talep hakkı olsun.

Bunun gibi kilolu bir bebek olmasını istemiştim hamileyken, tombiş doğsun istemiştim, o dileğim kabul oldu bu da olsun, bu da olsun.. Tabii ki herşeyin hayırlısı olsun en başta..