30 Kasım 2010 Salı

Ayaz Firarda.. Sinemalarda..

Efendim dün ilan ettiğim üzere, gece ferberi uygulamak için oğlumla odasına çekildik. Burda normal uyku rutininden farklı olarak, normalde diğer odada ayağımda sallıyordum, normalde sadece ninni söylüyordum. Onu sakinleştirmek için yatağına oturttum, bir kitap okuduk. Sonra bir masal anlattım. Bu arada devamlı ninni de söyleyeceğimi, ninni bitince de onu öpüp çıkacağımı ve kendi kendine uyuyacağını söylüyordum. Masal esnasında stabil bir şekilde yatırmayı başaramadım. Devamlı ayağa kalktı. Yastığını aldı yatakta dolaştı. Oyun yaptı bu işi ve çok mutluydu. Ancak yatmak bilmedi. Niniye geçince de ben her yatırdığımda saçlarımı uzatmamı istedi. Saçları versem sakinleşiyor, yoksa ayağa kalkmak istiyor. Ancak bu saç olayı olmamalı bu yüzden vermedim. Yalnız emziğini verdim. Ninni de bitince tekrar yatar pozisyona getirdim, öpüp, iyi geceler dileyip çıktım. Babasının yanına gittim.

Bekleyiş başladı ama eminim ki yatmayacak, kalkacak filan. Üç dakika sonra da yanına gideceğim. Bu arada önce mızlanma sonra da ağlamaya dönüşen "anne.. anneeee" sesleri başladı, daha bir-iki dakika olmuştu ki (babası koltukta oturuyor ben de ayakta koridoru görebilecek şekilde duruyorum) babası geliyor heralde dedi ben de yok canım derken yükselen sesler üzerine koridora baktım ki kafa önde koşarak geliyor. "anneeee.. anneeee" diye koşarak gelen bir çip. Hemen koştum aldım kendisini. Sarıldım, öptüm, sustu. Yataktan atlamış, kaçmış, firar etmiş resmen! Tabii benim başımdan kaynar sular indi. Onu kucağıma almadan önceki birkaç saniyede acaba kafası, gözü mü yarıldı, kolu mu kırıldı diye düşünceler bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı geçti. Önce şok korku ve üzüntüyle canımın içini kucakladım, hemen sakinleşti zaten. Heryerini kontrol ettim. Asayiş berkemal. Zaten Ayaz'da gayet mutlu mesut. Engelleri aşıp annesine kavuşmanın gururunu yaşıyor.

Aklımız başımıza gelince gittik Ayaz'ı yatağına koyduk, göster bize nasıl indiğini dedik. Birkaç figür yaptı ama bir yandan da gülüyor, dalgasını geçiyor bizle.
sonunda diğer odaya ayakta ve kucakta sallanmak üzere terfi ettik. Uyumadı. Sonra babası gelip biraz aldı. Ben de zaten süt saati de geldiği için süt yapayım dedim. İçerden yine "anne.. anne.." diye bağırıyor. Babası da şu sözlerle karşılık verdi. "Ne anneymiş be, kavuşmak için yataklardan atladın". Orda artık biraz gevşedim, tabii gece de yatağına güvenemeyeceğimiz için yine yanımda yattı. Bizim odaya gittiğimizde sütünü içip çabucacık uyudu.

Bu macera da böyle gerçekleşti. Sona erdi diyemeyeceğim çünkü pes etmedim. Ancak oğluma önce odasında/yatağında uyumayı, kitap, masal ninni rutininden sonra uyumayı, sonra yatarak uyumayı öğretmem, en son da kendi kendine uyumayı öğretmem gerekiyor sanırım. İlk öce tabii yatağı alçaltılacak. Çünkü bir daha güvenip de bırakamam. Ayrıca biliyorum ki bri kez o yataktan inmeyi başaran Ayaz'ı hiç bir güç durduramaz.

Not: Yataktan nasıl inebildiği tam bir muamma. Hala çözebilmiş değiliz çünkü düşmemiş. Düşse ağlardı, hemen sakinleşmezdi, kalkıp gelemezdi, canı yandığındaki ağlamayı çok iyi bilirim. Başında çok hafif bir kızarıklık var ama acımıyor. Başka da bir belirti yok. Bu akşam takrarlayıp gözetlemeyi düşünüyoruz.

Diğer Not: Yatak da şurdaki kocaman yatak..

29 Kasım 2010 Pazartesi

Ferber..

Aslında aklıma yatan ama bir türlü cesaret edemediğim, Ferber Metodu'na bu akşam itibariyle başlıyoruz. Bunu sürekli bahaneler bulup erteliyordum ama bu kez sevgili kocamın da desteğiyle karar verdim. Artık treni kaçırdığımı düşünürken, daha önce bu yöntemi uyguladığını bildiğim blogcu anne'nin yazısını bir daha okudum. Ordan yola çıkarak da hayal alanım blogundaki yazıları okudum ve çok geç olmadığını görmüş oldum.

Bu hafta evden çıkmamaya karar verdik (çok sevdiğim yengemin doğum gününü de kutlayamayacağız bu nedenle ancak daha fazla erteleyemem). Bakalım bu gece bizi neler bekliyor?

25 Kasım 2010 Perşembe

diş..diş..diş..


Diş konusunu, tabii şimdiye kadar geldiğimiz haliyle toparlayıp yazmak istedim.

Ayaz, hareketli ama aslında tam da biraz erkenci bir kitap bebek olarak ilk dişini yaklaşık altı aylıkken çıkardı. Tabii sıralamada biraz şaşırmalar oldu. İlk önce alt santral kesici iki dişini, sonra alt lateral kesicileri, sonra üst santral kesicileri, en son üst laterallerden birini seri şekilde çıkardıktan sonra(yaklaşık 3 atlık bir süreçte) diğer üst lateral için dört ay kadar bekledi. Diş görünüyordu ancak ucu bir türlü çıkmıyordu.


Bayram tatilinden önce, oldukça uykusuz geçen bir geceden sonra bir de baktık ki diğer üst lateralin ucu da görünmüş. Zaten epeydir bekliyorduk kendisini. Bundan sonra diğerleri ne durumda diye kontrol ettiğimde taarruza geçmiş kabarmış bir sürü diş buldum. Aman dedim tam da tatile filan gidiyoruz. Şimdi bunlar bir de azı dişi, ateş filan eyvah eyvah. Normalde bu gibi durumlarda pek panik yapmam ama, evde olmama fikri beni ürküttü.

Nitekim gittik tatile, Ayaz'ım da daha önce yazdığım gibi dört günde üç azı dişi çıkardı. Birinci azılar. Diğeri de kabarmış şişmiş. Ayrıca üstte iki köpek dişi de çok şişmiş.

Ne oldu peki, uykusuz her gece oldu. Ne ateş, ne de büyük birşey yok şükürler olsun. İlk dört dişte görmediğimiz şunlar oldu ama; ishal olmasada sık kaka yapma durumu(günde 2'den günde 5-6'ya çıktı kaka sayısı), pişik(epeydir pişik kremi vs. kullanmıyordum, geri döndük bunlara), geceleri uyumama-uyuyamama sıkıntısı, yine geceleri oğluşumun inlemesi, acı/ağrı çektiği belli olan çığlıkları, ağlamaları. Üç azı çıktı ama hala da tam olarak çıktıklarını söyleyemem, bazısı tam görünüyor, bazısı ele geliyor. Sanırım bunların ağrıları ve belki de diğer kabaranların ağrılarıyla hala bir gün uyuyor, birgün uyumuyor, birgün keyifli, birgün keyifsiz. Kaka sayısı hala çok, pişik hala olabiliyor.

Kendisine yardımcı olabilmek açısından, dentinox yerine jel olarak calgel e geçtik. Tadı daha iyi olduğu için en azından sürdürüyor. Genelde günde 2-3 kezden çok sürmedim. Gündüzleri hiç sürmedim çünkü gerek kalmadı. Bol bol kemirebileceği yiyecekler verdim. Elma, havuç gibi şeyleri soğuk verdim. Tüm anne şevkatimle üzerimde uyumasına izin verdim. Sadece iki kez gece ağrı kesici verdim çünkü durumu çok acıklıydı. Anne olmak o kadar enteresan ki bu durumda bile kendimi sorguladım. Acaba kendi gücüm yetmediği için mi ağrı kesici veriyorum diye. İlaç taraftarı da olmadığım için(aşırı karşıtı da değilim gerçi) istemeye istemeye verdim. Sonra düşündüm de ne saçma. Bebiş orda ağrıdan inliyor, uyuyamıyor, perişan durumda. Ben bu yaşımda aynı durumda olsam ve ilaç içmesem kendime gülerdim. Oğlana da verdim işte. Olay bundan ibaret, bu kadar sorgulamaya gerek var mı.

Neticede Ayaz ve ben özellikle gece uyku saati yaklaşınca koala moduna geçiyorduk. Hala da durum çok değişmiş değil. Bir öyle bir böyle..

Dişlere selam ederim..

23 Kasım 2010 Salı

dişler, ah o dişler..

Bayram tatili öncesinden başlayarak oğluşum, 4 günde 3 azı dişi çıkararak rekora koştu. Hatta daha da genişletirsek, öncesinde de bir kesici diş çıkartmıştı ki 7 günde 4 diş çıkmış oldu. Öyle komikti ki nerdeyse hergün jel sürmek için ağzını açtığında yeni bir diş keşfettim.

Tabii bu yoğun tempoda, diş çıkarışı da ilk kez epey sorunlu oldu. Tabii Ayaz'ın performansına göre, yoksa diğer duyduklarıma göre oldukça sorunsuz da geçti diyebilirim. Geceleri hiç uyumadı, uyanık olduğu tüm zamanları da nereyi ısırsam diye aranmakla geçirdi. Uyumaya çalıştıkça inledi, mızmızlandı. İshal diyemem ama bol bol kaka yaptı. Benimde içim parçalandı. Arada bir güzel uyuduğunda ençok onun için ama tabii ki kendim için de çok sevindim. Bu sürenin tatile denk gelmesine de ayrıca sevindim. O kadar uykusuzlukla hergün işe gelmek ölümcül olurdu diye düşündüm. Ancak süreç hala bitmiş değil. Hala sütünü bitirdiğinde biberonları delicesine dişliyor, gece bol bol uyanıyor ve uyumak bilmiyor. Ben de o halde sabah işe geliyorum paşa paşa. Akşamları da Ayaz'ı yatırdıktan sonra gelen uyku dalgasını kovalayıp, geç yatıyorum, nasıl bir mantıksa. Bu da böyle bir süreç, geçecek. Ben anneliğin tüm zorluklarını bu şekilde karşıladım. Hiç bir zorlukta yılmadım ya da çok yakınmadım(uyku konusunda zaman zaman çileden çıkma durumlarına geldiğimi unutmadım tabii ki). Tabii ki böyle zorluklar var ama biliyordum değil mi? Yani bu zamanlar geçecek, yeni zorluklar gelecek. Yani bu dişler çıkacak mesela, sonra düşecek yenileri çıkacak. Bu çocuk elbet bi zaman bütün gece uyuyacak. Bu zamanların geçmesini beklerken, diğer tüm sevimli haller de geçecek, yerini yeni sevimli hallere bırakacak, veletler büyüyecek. Esas bunları kaçırmamak lazım. Acısıyla tatalısıyla doya doya yaşamak lazım. Mesela tüm o diş ağrısı varken ve bir türlü uyuyamazken benim üstümde yatınca, melek gibi uyuyan o pamuk haller unutulmamalı. Gece nasıl uyuyamadığımdansa ben meleğimin beni yatak olarak kulanınca huzur bulan o güzel yüzünü düşünmeyi tercih ediyorum.

Çok uzun oldu belki ama anlatabilmişimdir umarım..

Bayram & Ankara

Öncelikle herkesin geçmiş bayramını kutlamak isterim..

Bayramda güzel bir Ankara seyahati yaptık. Üçümüze ek olarak Ayaz'ın babaannesi ve dedesi de bize katıldı. Zaten orada da sevgili kocamın halası ve amcasında kaldık. Aynı apartmanda oturuyorlar, ve orada bir de torun büyütüyorlar. Pamir, Ayaz'dan altı ay büyük bir afacan. Çok hareketli maşallah. Sayesinde, gitmeden önce koltuğa tırmanma denemeleri yapan Ayaz'ım da döndüğümüzde düz duvara tırmanacak kıvama gelmişti.

Havanın güzelliği de bizim için süpriz oldu ve dere tepe gezdik. Cumartesi yola çıktık. Yolculuk oldukça başarılı geçti. Pazar günü hemen Anıtkabir'e ve ordan da mis gibi kokoreç ve özel sütünden dondurma yemek için Atatürk Orman Çiftliğine gittik. Gerçekten sütü de dondurması da harikaydı.


Pazartesi Beypazarı'na gittik ve İnözü Vadisi'nde yemek yedik. Her ikisi de mutlaka görülmesi gereken yerler. Beypazarı'nda eski yapıların korunmuş olması harika ancak keşke yeni yapılar da bu güzelliği bozmadan inşa edebilseler ve buralar gerçek bir şehircilik anlayışıyla gelişse de tarihi doku bozulmasa. Burada oğlum, dut şurubuna bayıldı ve amama amama diye dolaşıp durdu. Şunu da belirmeden geçmeyim, Beypazarına kadar gidip de İnözü Vadisi'ni görmeden dönmeyin. Çünkü hemen dibi ve muhteşem bir doğal güzellik. Tam bir kanyon. Beypazarı'ndan çıkar çıkmaz sola dönünce hemen orası oluyor, zaten tabelalar da gösteriyor.


Salı günü bayramın ilk günü olduğu ve kurban kesildiği için evde oturduk sonunda. Gerçi oturduk diyorsam, erkekler kurban işine gittiler, onlar dönüp bayramlaştıktan sonra kocamla ben 1-2 saat baş başa kısa bir kaçamak yaptık, birer kahve içtik.

Bayramın ikinci günü bu kez Ayaz'la birlikte Ömür Ablamı, sevgili Emre ve Efe'yi ziyarete gittik. Çok özlemiştim, çok iyi geldi.

Üçüncü gün Bayram ziyaretlerini bitiren bir çok Ankaralı ile aynı fikirde olmuşuz ki herkesin gittiği A.O.Ç Hayvanat Bahçesine gittik. Böyle bir kalabalık uzun süredir görmemiştim. Tüm yetkilileri kutlamak isterim. Hem bilet kuyruğu çok çabuk ilerliyordu hem de içerisi gerçekten temiz ve bakımlıydı. Giderken bu kadar büyük bir hayvanat bahçesi beklemiyordum doğrusu. Zürafa, zebra, aslan, kaplan gibi pek çok beklemediğim hayvan vardı. Bence genel olarak güzel ve bakımlıydı. Alan çok geniş ve ferahtı. Kalabalığa rağmen rahat rahat dolaştık. Ne olursa olsun doğal ortamlarından koparılan bu hayvanlar için üzülüyorum. İnsan gerçekten de en vahşi hayvan.

Ayaz bu geziden çok zevk aldı. En çok ilgilendiği hayvanlar, sırasıyla, köpekler, kediler ve balıklardı. Kçpeklerle birlikte uzun süre havladı, yanlarından ayrılmak istemedi. Keçiyi elleriyle besledi ancak bu sevdasından keçi elini yalayınca vazgeçti.


Bayramın son gününde de dönüş yoluna çıktık. Yollar yine kalabalıktı. Ayaz'ım süper performans göstererek genelde uyudu, uyumadığında da uslu uslu oturdu.

10 Kasım 2010 Çarşamba

sinirli oğlum..

Söz verdiğim üzere.. sinirli oğlum..

iyi uykular...

Uyku konusunda yazdım yakındım da peki bir girişimde bulundum mu? Hayır.. Öyle böyle idare ediyoruz. Biraz gece uykusuna yatış rutinini genelledim o günden bugüne o kadar.
Son günlerdeyse tüm sorunumuza ek olarak gece ya da sabaha karşı uyanıp bir saat kadar geri uyumamalar, daha sonra da bu uyumama seanslarına ağlayarak uyanmalar ve kolay sakinleşememeler eklenince artık bu işte bir iş var dedim ve dişlere yordum. Gerçekten de dişler çok kabarmış, şişmiş.
***
Büyükler dermiş ki, yiyen ve uyuyan bebek anlatılmaz.. Ancak içimdeki neşeyi paylaşmadan yapamıyorum.. Hala da inanamıyorum sanırım ki..
***
Dün öğleden sonra Ayaz Paşamın yanına giden babaannesi, çok hapşırdığını ve burnunun aktığını söyledi ve ilaç verelim mi dedi.. Ben de şifahen ilgili ilaçtan yarım ölçek verebileceklerini söyledim. Sonuçta akşam geldiğimde hapşırık da burun akıntısı da epeyce azalmıştı. Saat 21'e doğru uyuttum, ben de uyuyakaldım. 22.30 gibi huzursuz uyudu, sonraki 1,5-2 saat de 20 dakikada bir uyandı. Uyumadı yani. Ama rahatsızlığı var belli. Bu arada devamlı pışpışladım ama krize dönen uyanmalar da oldu. İlk krizde dişlerine jel sürdüm, ikincide mama verdim, üçüncüde -artık eşim de gelmişti- ilacını verdim. Gecenin gidişatı konusunda makus talihimi kabullenerek, bizim yatağı Ayazla benim yatacağım şekilde düzenledim. Sonra biraz salona geçtim, saat epey geç olduğu için de fazla oyalanmadan yattım.
***
Oldukça uzun girizgahtan sonra sadede geleyim. UYUDU.. Bütün gece uyudu. Tabii 2-3 kez mızmızlandı ama geri pışpışlayınca uyudu hemen. Sabah altı buçuk gibi uyanıp biraz bana sokulup şekerleme yaptı. Sonra ben kalktım, on dakika sonra o da uyandı, süper şirin ve dinlenmiş olarak. Ah yavrum, hep böyle uyusan ne şeker kalkarsın, tabii ben de :)
***
Sonuçta, hafif hastalık var, ilacın etkisi var, erken saatlerde bir türlü uyku tutturamamış olmanın verdiği yorguk var ama bu koşulların daha önce de sağlandığı oldu. Böyle bir uykuysa ilk kez görüldü.
***
Akşama da annem var, hazırlıklar var, önümüzdeki hafta bayram var. Bayramda gezme tozma var. Bugün yüzünden sırıtışı eksik olmayan bir ben var, dinlenmiş, dinamik, huzurlu. Darısı diğer gecelerimizin başına.

2 Kasım 2010 Salı

kendi kendimi mimliyorum..

1. Bir zamanlar “bebek günlükleri” vardı. Sizce bloglar onların yerini aldı mı?
Bebek günlüğü tutmuyorum çünkü blog yazıyorum. Yani bence aldı. Ancak yine de bir arkadaşımın bebeği için hazır formatta bir günlük tuttuğunu gördüğümde keşke ben de alsaymışım dedim. Belki ikincide yapabilirim, kalemle yazmaya bayılıyorum çünkü..

2. Blog yazarlığı ebeveynlik tarzınızı etkiliyor mu? Nasıl?
Yazarlık belki etkilemiyor, belki de az da olsa etkiliyordur. Ancak blog okurluğu kesinlikle çok etkiliyor. Daha hamile kalmadan önce anne-bebek bloglarını keşfettiğimde önümde koca bir derya açılmıştı.

3. Anne-baba-çocuk blogları blog dünyasını etkiliyor mu? Nasıl?
Anne-baba-çocuk blogları da diğer tüm blog grupları gibi bu dünyayı etkiliyor. Farklı kesimlerden farklı bakış açıları yakalanıyor böylece.

4. Çocuk büyütmekle ilgili olarak, bloglar olmasaydı kesinlikle farklı davranırdım dediğiniz bir şey var mı?
Düşündüm ama bulamadım. Ancak bloglar benim bir çok kişi ve kavramla tanışmama sebep oldu. Tracy Hogg, Montesori gibi faydalanmaktan vazgeçemeyeceğim kaynaklarla tanıştım. Bunlarla ilgili kendi uyguladıklarımdan vazgeçmek istemem.

5. Anne-Baba olmak meslek mi yoksa üstlendiğimiz toplumsal rollerden biri mi?
Kesinlikle meslek değil. Anne-baba olmak bir kere karar verdiğinizde bir daha asla vazgeçemeyeceğiniz bir yaşam biçimi. Artık benden/bizden çıkmış bir o var ki herşeyden değerli. Toplumsal rolden ziyade içgüdüsel olduğunu düşünüyorum. Tabii daha bu evrimi gerçekleştirememiş istisnalar kaideyi bozmaz.

6. Anne-baba-çocuk blogları, babaları nasıl etkiliyor?
Kesinlikle babaları belki de annelerden daha çok etkiliyor. Özellikle annelikle ilgili anlayamadıkları bazı durumların kendi dışlarında da böyle yürüdüğünü görmek onlar için kabullenmeyi arttırıyor bence. Annelik çok farklı biz hemen her aşamada bebeğimizle yaşama hazırlanıyoruz. Babalarsa esas bağı ancak bebeklerini kucaklarına aldıklarında hissediyorlar ve hayatları alt üst oluyor. Bunun sadece kendisi için olmadığını öğrenmek her insanı rahatlatır.

7. Bloglar yoluyla gerçekleşen bilgi ve deneyim aktarımı büyükanne-büyükbabaların bilgi ve deneyimini değersizleştiriyor mu?
Bence değersizleştirmediği gibi daha da değerli kılıyor olabilir. Hemen hepimiz bloglarımızda annemin sözüne döndüm cümlesini farklı versiyonlarla kullanmışızdır değil mi? Ancak değişen koşullar ve hayat onların bazı deneyimlerini miyadı dolmuş kılabilir.

8. Anne-baba-çocuk blogları sözkonusu olduğunda, blog yazmayı daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsunuz?
Sonsuza kadar :) Yazmayı ne kadar sürdürürüm bilemiyorum ama format ne kadar aynı kalır bilemiyorum. Yani 18 yaşındaki Ayaz'ın üniversite sınav stresini burada yazmamdan hoşlanacağını hiç sanmam..

9. Yazdığınız blog kapansa ya da kapatılsa bloglar yoluyla kurduğunuz sosyal ilişkiler devam eder mi?
Zaten henüz blogum vasıtasıyla kurudğum bir sosyal ilişki yok. Ama diğer platformlarda (başka bloglar, mail grupları) bu dünyayayla bağımı sürdürebileceğim için sorun olmaz sanırım.