30 Mart 2010 Salı

Medya Çağında Çocuk Yetiştirmek

Bugün bir konuk yazarı var blogumuzun. Canım arkadaşım Pınar(Ayaz'ın Doruk Abisinin annesi oluyor aynı zamanda) "Medya Çağında Çocuk Yetiştirmek" seminerinden notlarını yazıp göndermişti. Ben de onun da izniyle burada yayınlamak istedim.

Herkese iyi haftalar,
Pazar günü Medya Çağında Çocuk Yetiştirmek konulu seminere katıldım.
Bizim sınıftan kimseyi göremediğim için öğrendiğim bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim.
Aslında dolu dolu 2 saat anlattı konuşmacılar ve oldukça önemli ve faydalı bilgiler verdiler, ancak ben hatırladığım kadarıyla önemli maddeleri aşağıda özetlemeye çalışacağım.

Marmara Ünv.İletişim Fakültesi-Prof.Dr.Nurçay Türkoğlu

Özellike medya okuryazarlığı kavramı üzerinde durdu. Amerika’da bu konu okullarda ders olarak okutulmaya başlamış. Bizde de sanırım İletişim fakulterilerinde okutuluyormuş.
İşin özeti eğer çocuklarımızı medyadan özellikle televizyondan %100 uzaklaştıramıyorsak onlara medya okuryazarlığını, yani TV’nin nasıl izlenmesi gerektiğini öğretmemiz ve tabi kendimiz de öğrenmemiz gerekiyormuş. Yani seyrettiklerimizde gerçek-kurguyu, doğru-yanlışı, etik olanı ve olmayanı ayırdedebilme farkındalığını kazanmak ve kazandırmak
Nurçay Hn aynı zamanda bazı istatistiklere dikkat çekti. Türkiye’de eğitim gören insanlar arasındaki kitap okuma oranı %08’miş. Yani okuryazarlar arasında değil, sizin bizim gibi eğitimli insanların okuma oranı bu. Ayrıca Türkiye’de ortamala TV seyretme süresi günde 5 saat iken kitap okuma süresi yılda 6 saatmiş ! (çok dramatik veriler, yalnız okumaktan kasıt sadece kitap okumak mı, bu araştırmaya gazete, vs okuma dahil mi bilemiyorum. Dahilse durum daha da trajik demektir)

Gazeteciler Derneği Başkan Yardımcısı-Turgay Olcayto

Medyanın dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de iktidarın, diğer siyasi güçlerin, güçlü şirketlerin elinde büyük bir güç olması, tarafsızlığının kalmaması, TRT’nin bile tarafsızlığına olan güvenilirliğin kalmaması gibi konulara değindi.

Yazar, Yıldız Teknik Ünv. Öğretim Görevlisi -Feyza Hepçilingiler

Çok keyifli bir konuşma yaptı. Türkçe’nin bozulması üzerinde durdu. Türkçemizin içerisinde bulunduğu çok tehlikeli durumlardan, medyanın bunu nasıl tetiklediğinden çok esprili bir dille bahsetti.
Türkçe’ye yerleşen yabancı sözcüklerden, yanlış deyimlerden, kalıplardan, kısaltmaların yanlış okunmasından, vs bahsetti. ADSL’in neden A-DE-SE-LE diye okunmadığından, eğer yabancı kelimlerin kısaltması için ise o halde BMC’nin niye BE-ME-CE diye okunduğundan dem vurdu ve konuşmasını bence de BE ME CE, bence de A DE LE SE diye çok espirli bir şekilde bitirdi.
Türkçenin bu hale gelmesi ile ileride çocukların kelime dağarcıklarının çok çok daralacağını söyleyip, bunun da kendini ifade etme, iletişim gibi çok önemli durumları yok edeceğini ve şiddet eğilimini artıracağını ifade etti. Feyza Hn’ın OFF adlı ünlü bir kitabı varmış. Ben kitabın adını duymuş gibiyim ama yazarını tanımıyordum. Bu kitabı da hemen edinmeyi planlıyorum.

Bir de yapılan bir araştırmada beynin uyurken bile TV seyrederken olduğundan daha hareketli olduğu saptanmış, yani TV karşısında %100 pasif durumdayız.
Oysa kitap okuma sırasında anlamsız karakterlerden (harfler) anlamlı konular yaratmak, harflerden sözcüklere ve cümlelere ulaşmak, cümleleri önündeki ve arkasındaki cümlelerle ilişkilendirmek gibi farkında olmadan yapılan pek çok aktivite gerçekleştiriyoruz ve bu da beynimizi çok yoğun çalıştırmamızı ve geliştirmemizi sağlıyor.
Okumanın özellilkle çocuklardaki hayal gücüne katkısını ise söylemeye bile gerek yok.

Ayrıca Feyza Hn internet üzerinde de durdu ve buradaki yazışmaların da Türkçe’yi nasıl katlettiğine değindi. (Mrb, slm, vs)

Uzman Pedagog – Feriha Dildar

Aslında bizim için en önemli kısmı da burasıydı herhalde. Benim Feriha Hn’ın anlatıklarından anladığım çocuklarımıza kesinlikle TV seyrettirmemenin en doğrusu olduğu, ama bunu %100 engelleyemeyeceğimize göre bazı şeylere dikkat etmeliymişiz.
En başta çocukları TV karşısında yalnız bırakmamalı, onların yanında olup, onları konuşturmalı ve pasif izleyici olmasınlar diye onları düşündürmeliymişiz. Sence şimdi Caillou ne yapacak, Ben Ten ne hissediyor olabilir, vs gibi sorularla onlara yorum yaptırmalıymışız.
İzlediği program bittiğinde çocuklara net olarak bu programdaki tasvip etmediğimiz durumları söylemeliymişsiz. Örneğin ‘bu hiç gerçekçi değil’, ‘aslında gerçek hayatta Ben Ten diye bir kahraman olamaz’, ‘bu anlatılanlar sadece hayal ürünü’, veya bazı dizilerle ilgili olarak ‘bu durum tamamen ahlak dışı, bizim ailemizde ve etrafımızda böyle insanlar olamaz’, ‘bu çocuğun yaptığı yasalara aykırı, kesinlikle yasak’
gibi net ifadelerle konuyu kapatmalıymışız.

Özellikle dikkat ettiğimiz şiddet içeren çizgi filmlerin dışında Tom ve Jerry gibi masum görünen ama en tehlikelisi olan ‘Sempatikleştirilmiş Şiddet’ konusuna da dikkat etmeliymişiz. Orada kedinin bir silindirin altından geçmesi, fareyinin kafasına balyozla vurması ve sonrasında hiçbirşey olmamış gibi hayatlarına devam etmeleri çocukları bunun normal olduğuna ikna edip, gerçek hayattaki empati, acıma, vs gibi duygularını olumsuz etkiliyormuş.

Ve en önemlisi de Reklamlarmış. Burada falanca deterjanı kullanan annenin çocuğunun sağlığına en çok dikkat eden, filanca margarini kullananın çocuğuğunun beslenmesine en çok özen gösteren, eve eli kolu dolu gelen babanın en iyi baba olarak gösterildiği, dolayısıyla bunu yapmayanların da kötü anne, baba olarak çocuklara işlendiği belirtildi.

Cinsellikle ilgili olarak da çocukların dış etkilerden (tv, internet, vs) yanlış bilgiler öğrenmeden önce mutlaka çocuklarla bu konuları konuşmamız gerektiğini, cinselliğin ayıp ya da yasak değil ama özel olduğunu vurgulamamız ve daima sevgi ve mahremiyet duygularıyla birlikte olması gerektiği bilgisini vermemiz gerektiğini söylediler.

Bu konuda Feriha Hn’ın tavsiye ettiği birkaç kitap var, ama isimleri evde kaldı. Onları da ayrıca bildireceğim.

Sevgiler

Pınar AYKOL (DORUK)

25 Mart 2010 Perşembe

Diş çıkardıkkkkkk!

Dün anneannesi bizdeydi. Öğlen ben de eve geldim, çorbasını yedirdim emzirdim. 1-2 saat sonra telefon geldi. Oğluşumun diş haberi ilk gören şanslı kişi anneannesi tarafından geldi. Şimdi hediyesini bekliyoruzzz..

15 Mart 2010 Pazartesi

Ek Gıda II (Olası sorunlar)

Ben muhallebiyi formül süt ve pirinç unuyla yapıyorum. Ayaz muhallebiye başladığı ikinci gün şimdiye kadar hiç yaşamadığı bir sorunla karşılaştı. Kabız.. Üç gün kaka yapamadı. Bu süre bazı bebişler için normal olabilir tabii ama bizim oğluş hergün, bazen günde iki, nadiren gün aşırı kakaladığı için üç gün uzun bir süre oldu. Doktor da telefonda artık fitil verebileceğimizi söyledi. Ancak ben azmettim bugün bu iş olacak diye :) Gittim önce aptamil yerine conformil(lifli, kaka sorunu olan bebişler için mama) aldım. Akaşama muhallebiyi bununla yapayım diye düşündüm. Bu arada hergün rezene çayını da veriyordum, muhallebiye başlayınca böyle bir sorun olabileceğini tahmin ettiğim için. Sabah bol bol bisiklet hareketi ve kabız masajı yaptırmıştım. Öğlen emzirmek için gittiğimdeyse, emerken kasılmaya başladı bebişim. Oturttum onu ve beklenen sesi duydum, biraz sonra da korkunç manzarayı gördüm :P

Velhasıl, kabız tabii beklenen bir sorun, özellikle pirinç unu muhallebi verirseniz bizim gibi. Belki jimnastik ve masajı biraz arttırmak gerekebilir ilk günden. Tavsiye ederim.

Ek Gıda I (Biz nasıl başladık)

Ek gıda başlı başına bir derya.. Çok okudum, çok araştırdım ama hala ve hala hazır değilim, hiç birşey bilmiyormuşum gibi geliyor. Böyle zamanlarda keşke bu kadar araştırmasam, ilgilenmesem de doktorumuzun yönlerdirmesine göre gitsem diyorum. Çünkü sonunda öyle yapıyorum. Tabii doktorun yönlendirmesiyle kendi düşüncem paralel gitmese de böyle olur mu bilemem.

Ayaz 5,5 aylıkken, 5 Mart'ta ek gıdaya hafif bir giriş yaptık. Genelde rahatsızlık verirse bunun gece olmaması için sabah ya da öğlen öğününde, ne çok açken ne de tabii ki tokken başlanması öneriliyor. Biz akşam öğünüyle başladık. Çünkü paşam son bir haftadır, eve gittiğimde 16:30 gibi emiyor, 18:00 e doğru yine emip uyuyor, 18:30'da uyandığında yine emiyordu. Sonra da 20:00 gibi emip uyuyordu. Bu saatleri bir türlü açamadım, düzenleyemedim. Tamam düzenli ama saatte bir şeklinde! Geçen ay kontrolümüzde bunu sormuştum ve doktorumuz da huysuzluk yaparsa muhallebiye başlayabileceğimizi söylemişti. Bizimki de duymuş gibi iki hafta sonra 18:30'da huysuzluk yapmaya başladı.

Geçiş planını şöyle yaptım. 16:30 ve 17 30 emzirme. 18:00 kısa uyku, uaynınca sakinleştirip 19:00 da da muhallebi veriyoruz. Zamanlama çok güzel bence çünkü ne çok aç ne de tok olmakla birlikte, uykusunu almış ve keyfi yerinde oluyor, babası da ben de evde oluyoruz, yemeğini de annesi yediriyor böylece. İlk günler 3-4, 4-5, 8-10 kaşık şeklinde gittik, ilk hafta sonunda yarım kaseye ulaştık. Bu yarım kaseyi bazı gün bitirebiliyor, bazı gün bitiremiyor. Ama kaşığı değdirince ağzını açışı benim de ağzımın kulaklarıma varmasına neden oluyor.

Ek gıda konusunda bir dizi yazacağım elimden geldiği kadar.. Bekleyin..

Haftasonu..


Çok çok yoğun bir haftasonu geçirdik.. Cumartesi yakın arkadaşımızın düğünü vardı ve bizim arabamız da gelin arabası görevini üstleniyordu. Ben de güneşli havayı görünce sıcak sanıp, Ayaz'ımın da birkaç gündür dışarı çıkmadığını düşünerek süsleme ve gelin alma olaylarına oğlumu da alıp gitmeye karar verdim. Böylece Hisarüstü'ne doğru yola çıktık. Süsleme için daha bir saat vardı. Ancak güneşin de açmasıyla herkes arabasını yıkattığından zar zor dil dökerek arabayı yıkatabilecek bir yer bulduk. Ayaz'ın masum bakışlarının da etkisi olmuş olabilir. Yıkamayı halleden abilere teşekkürü borç bilirim. Böyle zamanlarda ülkemin insanlarıyla gurur duyuyorum. Anlayışlı ve pratik oluyorlar birden bire(Biz de tabii tipik yurdum insanı olarak işimizi son dakikaya bıraktık:)). Orada otoparkta gezdirdim oğluşumu. Güneş geldikçe gözlerini kapadı, tam uyudu derken gölgede gözler çiling diye açıldı, böyle böyle dolaştık. Sonra arabamızı alıp güney kampüse gittik(o kadar da vaktimiz kaldı yani). Güney kampüs süper, havalar bir güzelleşse Ayaz'ı sık sık götürürüz diye düşünüyorum. Arnavut kaldırımı yollarda sallandıkça meleğim uyudu, zaten tam da uyku saatiydi. Sonra damat beyle buluştuk, araba süslenirken paşa oğlum içerde mışıl mışıl uyudu. Gelini alacağımız yere gittiğimizde tam da uyanma saatinde uyandı. Bundan sonra benim için de koşuşturma başladı diyebilirim. Başka bir arkadaşımız hazırlanmam için Ayaz'ı ve beni eve bıraktı. Düğüne hazırlanmak için Ayaz'la başbaşa tam bir saatim vardı. Yetiştim!! Kendimi de takdir etmeyi borç bilirim. Ayaz'ı babaannesine bıraktık. Gittik. Paşam ilk kez uykuya yatmamakta inat etmiş, çok ağlamış. Gece biz aldığımızda da uyandı yine ilk kez. Hiç birşey yapmadan kucağımda bana baktı eve gidene kadar. Sonra uykuya geçmekte zorlandı yine. Birşey yapmıyor ama uyumuyor da. Önce ben salladım, sonra babası sallarken uyudu. Akabinde biz de uyuduk tabii..
Pazar günü öğlene kadar nöbetleşe uyuyarak ve Ayaz'a bakarak geçtikten sonrası nefisti. Evimizde balımız, kaymağımız oğluşumuzla oynadık, güldük, yattık, kalktık. Akşam normal vaktinden yarım saat kadar erken uyudu, o vakte kadar bile zor tuttum. Uykusuz bir geceyi daha kaldıramayacağımız için paşa benle, babası da ayrı uyuduk. Ayaz'ım benle uyuma emelini gerçekleştirerek süper bir uyku çekti. İki kez emmeye kalktı sadece. Sabah da normalde izin vermem ama bu kez kıyamadığım için 07:45 e kadar uyudu. Normalde zaten 6-7 arası mutlaka uyanır. Uyanmadığı nadir zamanlarda da ben öpüp koklayıp uyandırıyorum düzeni bozulmasın diye. Sabah bıraktığımda pasta kıvamındaydı, öğlen de gidemedim. Gitmedim desek daha doğru, Mothercare ayın 15'i indirimini kaçırmamak için İstinye Park'a gittim. Haberiniz olsun, giysilerde indirim yok bu ay, banyo ürünleri, önlükler, nevresimler vb. ürünlerde indirim var. 70*140 ebatlarında iki çarşafla bir polar battaniye aldım. Çok şekerler. Çokkkkk özledimmmm...

11 Mart 2010 Perşembe

Şarkıcı, sinirli, mutlu..

Oğlum beşinci ay doktor kontrolüne giderken, arabada 45 saniyede duygu karmaşası yaşadı, önce şarkıcı sonra bilinmeyen bir nedenle sinirli en son da bıyık altından gülen minik velet..

10 Mart 2010 Çarşamba

Beşinci Ay

Altıncı aya girdik gireceğiz, bu mucize aydan bahsetmeden geçmek istemedim.
Ayaz artık tam bir birey oldu, istediğini ifade ediyor, istediği yapılırsa ondan mutlusu yok, yapılmazsa kızıyor, bağırıyor. Kendi taleplerini bize tebliğ ediyor beyefendi. Biz de deneme yanılma yöntemiyle bulmaya çalışıyoruz ne istediğini.

O kadar tatlı oldu ki bebeğim, çok güzel iletişim kurabiliyoruz karşılıklı. Mesela bir oyunumuz var, ben başka bir yere bakıyorum, o çığlık atınca gülerek vs. "tıt" diyorum, uzun çığlık atarsa da "tıtıtıtıttt" diyorum, bayılıyor. Kahkahalar atıyor. Bunun gibi hayvan taklitleri yaptığımda da kahkahalarla gülüyor. Babası ya da ben dizlerimize alıp ata biner gibi "dıgıdık dıgıdık" yapınca bayılıyor. Bunlar gibi bir çok oyunumuz var karşılıklı oynadığımız.

Son günlerde daha önce aldığımız park yatağa (yatak salonda duruyor) bırakıyorum, devrilmediği sürece kendi kendine oynuyor bir süre, ama arada başını kaldırıp oralarda mıyız diye de kontrol ediyor.

Çok fazla kendi kendine vakit geçirmiyor. Oyun parkında olduğu gibi oyun halısında ya da başka herhangi bir yerde eğlendiği birşeyle meşgulse bile yanında birisi olsun istiyor. Bu da bir dönem diyorum ama kendine güvenmenin temeli olduğuna inandığım için biraz biraz yalnız da oyalanabilmesini teşvik ediyorum. Ortamdan ayrılıp sıkılma sesleri çıkardığımda ona seslenerek birazdan geleceğimi söylüyorum, sıkılma sesleri bitmezse yanına gidip birazdan geleceğimi söylüyorum ve bir öpücük konduruyorum. Sıkılma sesleri bitmemecesine bağırmaya dönmeden de yanına gidip onu bıraktığım yerden alıyorum. Tabii bu yalnız bırakmalar bir günde iki kez 15'er dakika filan sürebiliyor en fazla.

1-2 dakika bıraktıklarımı saymıyorum, keyfi yerindeyse o kadar duruyor canım annesinin paşa-prensi.

Bunlar dışında eğer bir işim varsa işimi yapacağım yere onu da alıyorum. Konuşa konuşa işimi hallediyorum. Ancak bir süre sonra onunla beraber başka bir iş yürütmemden hoşnut olmadığını belirtiyor :))

Gecen cuma (05/03/2010) katı gıdaya yumuşak bir giriş yaptık. Akşam saat 19:00'da muhallebi vermeye başladık. Öncelikle birkaç kaşık verdik, şimdi yarım kase yiyor minnoşum. Ağzı burnu heryeri mama oluyor. Eller batıyor, kaşığı elimden almaya çalışıyor. Ben de arada sırada tutmasına ve benimle beraber ağzına götürmesine izin veriyorum. Bittiğindeyse kaşığı ona bırakıyorum yalanıyor.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar, başka da gelirse tekrar yazarım.. Söz biter yazı kalır değil mi ya..

Anne diyen o dilini yerim ben..

Ayazım oğlum, çokkkk uzun zamandır "anne" ye benzer sesler çıkarıyordu zaten, geçen pazar(tarihi de not düşeyim 07/07/2010) cicianneannesi, anneannesi de varken öyle bir anne dedi ki herkes hayretler içinde kaldı. O günden beri de sıkışınca canı sıkılınca anneeeee diye feryadı basıyor. Beni de mest ediyor tabii.. Dün öğlen emzirmek için eve gittiğimde, odasında Berrin Teyzesiyle oyun oynuyordu. Beni görür görmez "anneee" deyiverdi, bayıldım, bittim, yedim kendisini..