28 Şubat 2011 Pazartesi

Ayaz için hareketli haftasonu

Haftasonu yine kocamın bir sürü işi vardı. Hem cumartesi hem de pazar gündüzleri bizimle olamayacaktı. Ben de cumartesi günü, onun daha önce satın aldığı yunus gösterisine Ayaz ve Emir'i götürmeye karar verdim. İstanbul'un en soğuk ve yağışlı yerlerinden birinde oturduğumuz için, hava muhalefeti buna izin vermedi. Daha doğrusu ben o havada araba kullanmaya cesaret edemedim. Akşam üstü Ayaz'ın babasının işi erken bitince o kısa mesafeyi göze alıp çıktık ve direksiyonu babaya teslim ederek abimlere gittik. Oğlanların kavuşması çok güzeldi. Gece de orada kalmaya karar verdik, böylece ertesi gün de çocukları gösteriye götürürüz dedik.
  • Ayaz gösteriden bişey anladı mı bilememiştim. Ağzı açık seyretti, çıtı çıkmadı şaşırttı beni. Ancak akşam babasıyla buluştuğunda "vzzzçç.. fuşşş" gibi sesler eşliğinde eliyle koluyla yunusları anlatmaya başlayınca daha da şaşırdım.

  • Emir ilgiyle izledi ve her alkışa eşlik etti. Çok keyif aldı belli ki. Yine de bir daha gelelim mi diye sorduğumuzda "Hayır!" dedi. Bir kez yetmiş çocuğa.

  • Hava inanılmaz soğuktu. Çocukları bir giydir bir soy canımız çıktı. Giderken bizimki uyudu, Emir de uslu uslu durdu. Dönüşte bir Ayaz ağladı bir Emir. Tam Ayaz sustu, Emir de uyudu derken Ayaz, Emir'in saçlarını çekmeye başladı. Neyseki korktuğum olmadı. Ayaz flüt çaldı Emir de muhabbet etti derken eve vardık.

  • Emir benim şöförlüğümden memnun kaldı, hep onları gezmeye götürebilirmişim.

  • Saç çekme olayı iki günde sürdü maalesef. Ayaz aklına estikçe Emir'in saçlarını çekti. Oyuncak paylaşmada biraz problem yaşandı, çünkü Ayaz her önüne geleni alıyor, Emir'in elindeyse bile. Emir de bazen paylaşmak istemiyor tabii ki. Yine de oldukça iyi anlaştılar, hatta Emir Ayaz'a iyi sabretti. Hatta hepimiz sabrının sınırlarına geldi zor tutuyor kendini diyorduk ama biz giderken Emir'den yine gelmemiz ve yarın Ayaz'la görüşme teklifleri aldık.

  • Ayrıca Ayaz her uyandığında eğer Emir uyuyorsa gıcık oldu ve en kısa sürede yanına sızarak kendisini uyandırdı.

  • Ayaz tüm enerjisini boşalttı gerçekten. O kadar yorulmuş ki gece üstünü bile açmadı. Hatta yattığı gibi kalktı dersem daha doğru olur. Sadece süt içmeye uyandı, aynı pozisyonda sütünü içip yine aynı pozisyonda geri uyudu.

  • Ayaz tabii Oğuz Abisine de yapıştı birara. Onun peşinde de hayran hayran dolaştı. Oğuz da iki afacanı iyi idare etti doğrusu.

  • Bizimki yengesinin mutfak sandalyelerine sanatsal bir çalışma yaptı kırmızı kalemle. Çıkaramadık maalesef. Zaten evde de duvarları boyamaya başlamıştı. Burada hata bende, iki sn. kadar kalemle kendisini yalnız bıraktım tabii..

Özet olarak hareketli bir haftasonuydu. İki çocukla pazar akşamı enerjimizi tüketmiştik, neyse ki onlar da tükenmişti. Çocuklar için çok keyifli oluyor. Bizim için de. Normalde yapışık olan Ayaz bizi unutuyor bile. Sadece birşey isteyeceğinde ya da arada nerde bu kadın acaba modunda yoklamaya yanıma geldi. Uykusu geldiği zamanlarsa yine yapıştık, kaynaştık. Pazar sabahın köründe Ayaz'la uyanmak abimlerin ne kadar hoşuna gitti bilmiyorum ama ben bir saat de salonda oyaladım valla kendisini, en sonunda mutfağa geçmek zorunda kaldım. İki çocukla hayat gerçekten de daha kolay sanırım bazı yönlerden, özellikle de belli bir yaştan sonra. Mesela bir sene sonra daha da rahat edeceğimiz o kadar belli ki. Tabii zor kısımları iki ayrı anne olarak karşıladığımız için bu konuda yorum yapamayacağım.

Böyle olunca haftaiçin oğlum daha aktif olsun istiyorum. Keşke yakın otursak diye üzülüyorum hep. Yani ben yanında olamasam da gündüzleri, Ayaz bir anneannesi bir babaannesi, bir Emir, bir Ada derken ohhh ne güzel vakit geçirir. Demirkan'ı unutmayalaım tabii ki o olmasa ne yapardık?

Not: Yunus gösterisi, hayvanat bahçesi konularında aklım çok karışık. Yine de gittik işte. Hayvanat bahçesine de gitmiştik. Kalbimin bir köşesi hep sızlıyor buralarda.

25 Şubat 2011 Cuma

haftanın menüsü (28/02/2011)

Cumartesiyi yine pas geçtim. Geçen hafta yeşil mercimek yapmadığım için bu haftaya aktardım o günün menüsünü. Limon ve Domates Eşliğinde Bulgurlu Tavuk da Portakal Ağacı'dan..

Bu (28/02/2011) haftanın menüsü;

Pazartesi: yayla çorbası, karnıbahar(kıymalı, patatesli), börek
Salı: etli kuskus pilavı, salata
Çarşamba: kalanlar
Perşembe: yeşil mercimek, pilav, komposto
Cuma: tarhana çorbası, limon ve domates eşliğinde bulgurlu tavuk, cacık
Cumartesi: -
Pazar: kalanlar

Ekler: zeytinyağlı pırasa, sana böreği, kakaolu cevizli kek

Haftanın Menüsü

Ayaz'dan son haberler..

Geçen hafta beni hergün bacaklarıma sarılıp ağlayarak işe gönderen ve çalışan anne sendromuna yakalanmama neden olan oğlum bu hafta normal seyrine döndü çok şükür. Pazartesi sabahı tam ben çizmelerimi giyerken yüzünde ağlamaya başlamak üzere olan o ifadeyle geldi ki(buna bile razıydım, geçen hafta ben daha giyinmeye başlar başlamaz o da mızmıza ve gittikçe ağlamaya başlıyordu) onu yakaladım, sarıldım, kulağına "ben şimdi işe gidip çalışayım, gelirken de mama getireyim oğluma" dedim. Duraladı, beklemediği bir hareketti, tam ne yapacağına karar veremedi ama "amma" diye tekrarladı. Ben de, o ağlamaya karar vermeden hemen önce çıktım. Sonraki günler kulağına birşey söyleyeceğim dediğimde Ayaz hemen "amma" dedi. Böylece haftanın sonuna geldik.

Bunda birkaç şeyin daha etkisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, akşamdan giyeceklerimi filan hazırlıyorum, dolayısıyla giyinme-çıkma faslını çok uzatmıyorum. İkincisi, sabah daha da erken kalkıyoruz. Önce yatak keyfi yapıyoruz oğlumla, sonra biraz ortalıkta dolanıyoruz, kahvaltısını ben ettiriyorum. Daha çok vakit geçirmiş oluyoruz sabah birlikte, belki biraz daha doymuş oluyor annesine. Ben ona hiç doyamıyorum ya neyse. Üçüncüsü, kahvaltı bitiminde, Teyzesi gelmiş oluyor, hemen hemen aynı sıralarda babası uyanıyor, dikkati dağılıyor. O sırada bana yapışık moddan çıkıveriyor, ben de hemen toparlanıp hazır oluyorum. İki dakikada çıkacak duruma geliyorum.

Dün mesela bir değişiklik yaptık, malum demir deposu durumu için kan vermeye götürdük öğlen, dönüşte de babaannesine bıraktık. Hafta içi de renklensin istiyorum oğlumun. Sağolsun Mehtap Teyzesi ve Demirkan'la görüşüyorlar da sık sık biraz içim rahatlıyor.

Ayaz'a önce hastaneye sonra da babaannesine gideceğimizi söyledim. Bizim evin aşağısında bir göbek var, göbekten düz devam edip sola dönünce kayınvaldemler, direk göbeği dönüp sola dönünce de ana caddeye çıkılıyor. Babaannesine doğru sapmadığımızı gören Ayaz'da ısrarla "abaaba?abaaba?" diye sordu, parmağıyla onların evinin yönünü göstererek. Neden oraya gitmiyor muşuz gibi yani. Bayıldım, inanamadım.

Bu hafta bir sabah uyandığında önce ısrarla "anneanne" dedi, ben anlamadım, sonra da "abaaba(babaanne)" dedi yine ısrarla. Sonradan düşündüm ki sanırım, bugün gelecek var mı, anneanne ya da babaanne gelecek mi diye sormak istedi oğlum. Çünkü gelecekleri zaman hep söylüyorum ona bugün gelecekler diye.

Yarın oğlumla beni yine gezmeli, eğlenmeli, hareketli birgün bekliyor. Cumartesi eğlenceli, Pazar günü dinlenmeli bir haftasonu diliyorum kendime..

23 Şubat 2011 Çarşamba

ana dilim, baba dilim, benim dilim..

Dil gelişimi konusunda yapıp yapabildiğim Ayaz'la devamlı konuşmak, Berrin Teyzesini de devamlı konuşması için yönlendirmek.

Her yaptığımı anlatıyorum. Ben o an birşey yapıyorsam, örneğin patates soyuyorsam, o da etrafta dolanıyorsa bile "Şimdi patates soyuyorum, kabukları da kalınmış, sonra kızartıcam, kabuklarını çöpe atıcam.. Vıdı vıdı" şeklinde devamlı konuşuyorum. Hatta ambalaj gibi birşeyse ona veriyorum o çöpe atılyor. Her yaptığımı açıklıyorum, yanından ayrılacaksam mesela iki dakikalığına ben şimdi bunu bunu yapıp hemen gelicem, sen de gel istersen, istersen odanda dur diye konuşuyorum. Bol bol soru soruyorum ki cevap versin. Yine sık sık kitap, dergi okuyoruz, resimlere bakıyoruz.

Televizyon zaten izletmiyoruz, bazen müzik kanalı açılıyor çok kısa süre bir de akşamları haberler ki o da babası evdeyse.

Baya bir kelime de söylüyor ama ben bül bül kesilsin istiyorum. Bu hafta sonu Yasemin'in 23 aylık Mert'ini gördüğümde işte budur dedim ve çok özendim. Mert herşeyi konuşuyor(Maşallah) hem de gayet akıcı ve güzel bir dille.

Ayaz da şöyle birşey var; bazı kelimeler heryere uyabiliyor mesela kitap getiriyor aç diyor, notebook aç diyor, sayfaları çevirelim mi diyorum aç diyor. Güzel ama artık çevir de desin mesela, demeye çalışsın istiyorum. Dün topları çevirme oynuyorduk birlikte "Çevireyim mi?" diyorum başını sallayıp "Hı hı" diyor. "Çevir" de oğlum, diyebilirsin dedim. O andan itibaren genellikle tutmayan ilginç sesler çıkarmaya başladı sorularıma cevap olarak. Mesela "çevir" diyemiyor da "aca" diyor, "dön" diyemiyor da "ada" diyor, atıyorum tamamen çünkü hatırlayamıyorum, hatırlayabileceğim net şeyler değil.

Üstine gitmiyorum, teşvik etmeye çalışıyorum daha çok. Yani geç konuşsa da ne olacak, eninde sonunda konuşacak bilincim yerinde. Yine de biran önce bülbül olsun istiyorum n'apabilirim. Anneliğimin de bu kadar talep hakkı olsun.

Bunun gibi kilolu bir bebek olmasını istemiştim hamileyken, tombiş doğsun istemiştim, o dileğim kabul oldu bu da olsun, bu da olsun.. Tabii ki herşeyin hayırlısı olsun en başta..

22 Şubat 2011 Salı

yetişemiyorum..

Herkeste durum aynı mı bilmiyorum ama ben yetişemiyorum. Yeni yıl kararlarımda daha organize, daha pozitif olmak vardı. Olmasına oldum. Kendime bir ajanda aldım ilk olarak. Yazıyorum, yazınca uygulamak daha kolay oluyor. Ay onu unuttum, ay havuç da alınacaktı gibi vakit kayıplarından kurtuluyorum. Evin ihtiyaçlarını yazıyorum. Akşam yapılacakları yazıyorum. İş için mutlaka unutmamam gerekenleri yazıyorum. Çok güzel.

Eskiden %40 verimliysem şimdi %70 verimliyim. Yine de bana yetmiyor. %100 hatta % 170 olsun istiyorum. Uyumayayım çalışayım istiyorum. Oğluma yetemiyorum, kocama yetemiyorum, işe yetemiyorum, eve yetemiyorum, kendime yetemiyorum. Hep aklımda bu düşünceler var.

Evet bir koltukta on karpuz taşıyorum ben de her anne gibi. Yetmiyor, daha kendim tatmin olmuyorsam çevremdekiler nasıl olabilir diye düşünmekten alamıyorum kendimi.
Mesela işte daha verimli olayım istiyorum. Kocama daha çok romantik dakikalar hediye edeyim istiyorum. Oğlumu daha çok yaşıtlarıyla, çocuklarla biraraya getirmek istiyorum, kendimi daha çok süslemek püslemek istiyorum, bloga daha çok yazmak istiyorum, daha çok blog okumak istiyorum, kitap okuyabilmek istiyorum, daha güzel daha çeşitli yemekler yapabilmek, hamarat bir aşçı olabilmek istiyorum. Bunlar işte isteyip de yapamadıklarım.

Neden yükleniyorum kendime bu kadar biliyor musunuz? Çünkü uyuyorum. Oğlanı uyuturken uyuya kalıyorum. Hadi kalmadım diyelim, yarım saat bir saat sonra mutlaka bir uyanıyor, o zaman tekrar uyuturken uyuyakalıyorum. Çok kızıyorum bu nedenle kendime. Uyku durumunu hem oğlum hem de kendim için bir türlü düzeltemediğim için çok kızıyorum.

Hiçbir zaman gece insanı olamadım ben. Hep sabah insanıydım. Sabah gözlerimi "çiling" diye açar, hiç uyku mahmurluğu yaşamazdım. Öğrenciyken sabah erken kalkar ders çalışırdım. Ben okula geç gittiğim halde mutlaka sabahın köründe uyanır annemle kahvaltı ederdim o işe gitmeden. Duşumu sabah alırdım. Yapılacak bir işim varsa sabah hallederdim. Şimdi bile uykusuzken bile sabah kalktığımda genelde sorun olmuyor benim için. Hatta Ayaz'dan önce uyanıyorum genelde. Oğlanın uyuyacağını bilsem yine birçok işimi halledebilirim ama ben yanından kalkınca en fazla on dakika sonra uyanıyor o da. Benim gibi sabahçı galiba.

Uyku? Bilemiyorum. Hiçbir zaman uykuya düşkün olmadım ama her gece uyuyakalıyorum neredeyse. Böyle olunca da yapılacak işler keyif vermiyor, görev oluyor. Bir sürü görevle yaşamak da insanı geriyor.

21 Şubat 2011 Pazartesi

kızlarrr..

Haftasonundan çok keyif aldım, yazının sonunda yazarım dedim atladım. İyi de oldu çünkü onlara da bir başlık yakışırdı.

Benim lisedeki en yakın arkadaşlarım sekiz tane. Ettik mi size dokuz. O zaman müdür yardımcımızın bile bize dokuz kız dediğini söylesem inanır mısınız?

İşte biz bu dokuz kız, hepimiz bambaşka hayatlarda, işlerde, hatta bazılarımız farklı ülkelerde, hatta birçok konuda ayrı hobilerde, düşüncelerdeyiz ama özde hala biriz. Yanlarında olabildiğince rahat hissedebildiğim, en ufak bir yargılama olmayacağına emin olarak herşeyimi paylaşabildiğim, yargılayan olursa da bundan hiç gocunmayacağım, gerekirse aman sen de diyebileceğim arkadaşlarım var. Hem de sekiz tane.

İşte geçen haftasonu Cuma gecesi, iki sene sıramı da paylaştığım Çidomla ve nişanlısıyla yemek yedik kocamla biz. Cumartesi de bir önceki yazıda okuduğunuz gibi kızlar buluşması vardı. Onlarla birlikte olma düşüncesi bile bana üç seanslık psikoterapi gibi geliyor daha ne diyeyim.

Bunu yazıyla anlatmak çok zor ama tanışın istedim..

hafta sonu..

Cumartesiyi dışarda, Pazarıysa evde oğlumla başbaşa geçirdik. Bu haftasonundan çok keyif aldım. Neden olduğunu da yazının sonunda yazacağım.

Cumartesi;
  • Herzamanki gibi karşıya geçtik, en az beş kapı yapmamız gerektiği için oğlumla, kotamızı doldurmaya çalıştık. Şöyle oluyor, ben evlenene kadar hep Anadolu yakasında yaşadığım için, neredeyse bütün sülalem, arkadaşlarım orada olduğu için, her gidişte kapı kapı geziyoruz, en azından kuaföre filan gitmem gerekiyor yani, bunların bazılarına Ayaz gelmiyor anneannesiyle takılıyor. Bu sefer de annem, teyzem, ve öğleden sonra canım arkadaşım Yasemin'e gittik. Ayaz teyzeme gelmedi uyuyordu. Baktık ki yetmedi, dönüşte babaanneye de uğrayıp, babasını alıp öyle geldik.
  • Yaseminde "9 Kız" buluşması vardı, evli ve çocuklu olanlar katıldı, diğerleri katılamadı. Yoğunlar tabii canım, iki düğün hazırlığımız var ne de olsa. Çocukların yaş sıralaması 7,6,4,23 ay ve 17 ay şeklindeydi. Bunların hepsi böcek bir tek 7 yaşındaki Gökçeciğim çiçek. Acil yeni çiçekler gerek bizim gruba. Bekarlardan Bilge geldi bu arada hakkını yemeyelim ama biz onu göremedik geciktiğimiz için.
  • Çocuklar inanılmaz şekilde uyumlu oynadı, oyalandı. Ne yaptılar bilmiyorum ama kendi kendilerine takıldılar. Ayaz arada bir anne diyerek yokladı, buradayım deyince rahatlayıp devam etti. Bir saat kadar bize dokunmadılar. Sonra yemek yediğimizi keşfeden oğlum gelip mama alıp gitti, mama alıp gitti. Mamaları gören diğerleri de gelip aldılar arada. O kadar. Böyle böyle iki saati geçmişti ki, Ayaz gelip bana yapışmaya başladı. Biz de kalktık. Anladım ki şimdilik limit 2 saat. Bu bile inanılmazdı. Oğlumun tüm abilerine ve özellikle Gökçe Ablasına bu iki saati bana hediye ettikleri için teşekkür ederim. Süper performansından ötürü oğluma ayrıca teşekkür ederim.
  • Ayaz, anneannesi bizimle gelmediği için biraz hayal kırıklığına uğradı, onu sayıklayıp durdu.
  • Bir de dönüşte araba kullanırken, sağ elim arkada onun elini tutmak zorunda kaldım, daha önce birkez daha böyle yapmıştı. Otomatik vites sağolsun.
Pazar;
  • Evdeydik bütün gün. Babasının işi vardı, kahvaltı edip çıktı.
  • Bol bol skype ile anneannesine bağlandık, oynadık, bulaşık makinesini birlikte boşalttık. Bir gün kalp krizi geçirebilirim makineyi boşaltırken.
  • Akşam babası geldi yemek yedik ve gitti. Ayaz baba peşindeydi, kitap alıp oku oku diye dolanıyordu, gidince pek bir üzüldü.
  • Ben maçın skorunu ararken TRT Çocuk'a denk geldik, pek ilgisini çekti. Bende izlemesine ilk kez izin verdim ve yemeğini yedirdim. Tükürdüğümü yaladım ama çok yorgundum. Ayaz da Amerikayı keşfetmiş gibi mutluydu, dayanamadım. 15 dakika canım, gerisini getirmezsek bişeycik olmaz di mi?
  • Gece uykusu yine kötüydü. Zaten babası gelince, bizimki de baba diye sayıklayınca kalkmasına izin verdim. Bir saat kadar oynadılar, tekrar iyice uykusu gelmişti ki götürdüm, salladım bu kez. Bi türlü uyuyamadı, sonra oğlan ayaklarımda sızmışız ikimiz de. Gece üçte uyandık, ne süt var ne su, kalkıp onunla birlikte yapmak zorunda kaldım. Yine uykusu açıldı. Zor bir geceydi.

18 Şubat 2011 Cuma

neler yapar bu kadar bir çocuk bütün gün?

Ayaz 17 aylık oldu neler yapıyoruz, ne oyunlar oynuyoruz yazmak istedim. Bu konuda eksiklerim var. Biraz daha renklendirmem gerektiğini düşünüyorum oyunlarını. Yazının en altına da daha neler yapmam gerektiğini yazacağım. Hatta mevcut yaptıklarımızda da ne gibi düzeltmeler yapmayı düşündüğümü yazayım da tam olsun. Bizde son durum şöyle;

Saklambaç: Genelde biz saklanıyoruz, evin herhangi bir yerine, o da buluyor ve hemen anında tekrar saklanmamızı istiyor. Biraz beklersek yeniden saklanmak için çıngar çıkıyor. Çok güzel arıyor, detaylı, ancak bazen es geçtiği oluyo o zaman "Ayaz" diye ses veriyoruz, sese yönelip buluyor. Esas kelime ise şu "Ayaz beni bulamaz, bulsa bile tu-ta-maz". Nadiren de o gidip perdelerin arkasına saklanıyor, bize sesleniyor onu bulalım diye.

Kitap, dergi vb. okumak: Özellikle sevdiği bir hayvan, nesne varsa o sayfayı açıyor ya da açmamızı istiyor. Ayrıca Meraklı Minik alıyoruz, beraber inceliyoruz. Hikaye okuma aşamasına tam geçemedik henüz, gece uyumadan önce sabredebiliyor sadece. Bunun için, kitapları ve dergileri ayrı ayrı düzenlemeliyim, onun erişebileceği bir yere koymalıyım (şuanda da çoğu onun erişebileceğiyerde ama karışık, yine de belli birini sitediğimizde bulabiliyor) diye düşünüyorum. Aslında yatmadan kitap okuma kısmını babaya havale etmek istiyorum. Adil değil mi?

Kaptan kaba makarna, mercimek vb. aktarmak: Makarnalarla başlamıştık çok daha küçükken, eliyle aktarıyordu o zaman, şimdi daha çok mercimek aktarıyor, yalnız bu oyunun sonu genellikle elimde süpürgeyle bitiyor.

Kaptan su içmek, yemek yemek: Her yemek öğününde onu kendi yemesi için teşvik etme sabrını gösteremiyorum, vaktim de olmayabiliyor. O üç beş lokma yiyene kadar biz yemeği bitirtiyoruz. Babası da destek olursa kendi kendine yeme kısmı daha uzun sürüyor. Henüz çok da becerikli değil. Ben de şöyle bir çözüm buldum. Vaktim olduğu, ya da mutfakta başka bir işim olduğu zamanlar, önüne bir tas su, bir de kaşık veriyorum. Kaşığa kepçe de diyebiliriz, mamaların içinden çıkan kaşıklardan. O da bayıla bayıla kendi kendine içmeye çalışıyor. Islanmasın diye kollu önlüğünü giydirip, üzerine de havlu seriyorum. Hem hastalanmasın hem de o bütün üstünü nasıl değiştireyim ben ikide bir di mi? Bazen de kaba yiyebileceği şeyler koyuyorum, mesela dün muz ezip koydum. Normalde elinde yer ama amaç kaşıkla yemeyi öğrenmesi.

Baharatlık ve Kürdan: Büyük delikleri olan bir baharatlığa, deliklerden kürdanları atıyor, boşaltıyoruz tekrar atıyor. Bir ileri seviyesi olarak hangi deliğe atması gerektiğini söyleyerek oynayabiliriz.

Ev işlerine yardım, ev işi yapar gibi yapma: Çamaşır asarken alt raflara o da birşeyler asıyor, bulaşık makinesinden çatalları bana veriyor. Tamam yavaşlıyorum ama bunları yapmasa ben de hiç yapamayacağım, o yüzden yardım sayılabilir. Elektrik süpürgesine ba-yı-lı-yor. Benimle birlikte süpürüyor. Eline geçirdiği bezlerle kah dolapları kah yerleri siliyor. Yemek yapar onun da birşeyleri kendince kesmesine -buradaki gibi- imkan vermeye çalışıyorum.

Ev aletlerinden oyuncaklar: Yeni bozulan ve yapılamayan mikseri ütü olarak kullanma, faraş ve el süpürgesiyle süpürme, tabii ki mutfak kaplarıyla oynama gibi pek çok şey.

Kutular: Değişik kutulara değişik materyaller koyarak keşfetmesini sağlıyoruz. Bazen de zaten içinde izim eşyalar olan kutuları keşfetmesini sağlıyoruz. Bunun her odadan bir eşya koyarak yerlerine götürmesini sağlayacak versiyonunu da denemek istiyorum.

Oyuncaklar: Oğlumun en sevdiği oyuncak kolbastı çalan ve oynayan bir eşşek. İki tanesini önce kötürüm bıraktı sonra da öldürdü. Şimdi üçüncüsüyle oynuyor. Bunun bir de bebek versiyonu var. Hiçbir eğiticiliği yok ama bayılıyor. Sarılıyor, öpüyor. Diğer bir favori oyuncağı, Fisher Price Türkçe Konuşan Eğitici Sandalye. Buna hem oturuyor, hem kitabıyla müzikleriyle ilgileniyor, şimdi bir de tırmanma fonksiyonunu(!) kullanmaya da başladı. Şimdilik öyle pek legolarla oynayım, ahşap bloklardan kule yapayım hevesi yok, ancak biz oynatırsak, biz yapıyoruz o bozuyor. İlgisi de çok kısa sürüyor. Bir de oyuncakları dönüşümlü olarak çıkarıyorum, böylece hepsinden birden hevesi geçmiyor.

Arabalar: Yeni yeni arabalarla oynamaya, onları sürmeye başladı, bunun üstüne biraz eğileceğim ki daha sonra kendi kendine de sürsün(çıkarcı anne).

Kalemler, boyama: Kalemle tanışması epey önce oldu ama çok ilgilenmiyordu. Şimdi boyama kitabını alıp olur olmaz çiziyor. Pek bir eğleniyor.

Oyun Hamuru: Oyun hamurlarıyla birlikte oynuyoruz, daha pek aktif değil ama eğleniyor gibi. Yalnız hala sonu tadına bakarak oluyor. Daha zamanı gelmediğini düşündüğümden şimdilik kaldırdım.

Diğer interaktif oyunlar: Biribirini kovalama, yataklarda zıplama, yer yatağına atlayıp ayakları havaya dikme, köpek ailesi olarak dört ayak üstünde dolaşıp havalama gibi gelişen spontane oyunlarımız var. Bir de buzdolabının üstündeki magnetleri bulaşık makinasına ordan tekrar buzdolabına taşıma gibi bir oyalama taktiğim var. Oyun sayılabilir mi bilmiyorum, buradaki anahtar "Sakın taşıma, ay ben sana oraya koyma demedim mi, bunlar burada dursun diyorum bak" şeklinde ters psikoloji yapmak.

Bunların dışında ipe boncuk dizmek, pet şişelerle bowling oynamak, tepsiyle birşeyler taşımak, yapıştırmalarla haşır neşir olmak, yeni kitaplar almak, kartlara kendi yapıştırdığım hayvan resimleri, tanıdığı objelerin resimlerini yapıştırıp bunlarla oynamak gibi planlarım var.

17 Şubat 2011 Perşembe

patates oturtma..

Bu benim koyduğum isim, çünkü kıymasını patlıcan oturtmada yaptığım gibi hazırlıyorum. Kıymalı patates hatta fırında kıymalı patates daha doğru olabilir.

Malzemeler

4-5 patates
kızartmalık yağ
250-300 gr. kıyma
bir çay bardağı haşlanmış nohut
1 kuru soğan
maydanoz
3-4 sivri biber
tuz, kara biber, istenirse pul biber
1 yemek kaşığı domates, az biber salçası (acı olup olmayacağına siz karar verin)

Yapılışı

Patatesleri halka halka doğrayıp, az kızartın. Yağını iyice süzdürerek fırın kabına alın.
Kıymayı soğan ve biberle kavurun, tuzunu, baharatlarını, ince kıyılmış maydanozları ekleyip çok az su ekleyerek(yarım çay bardağı kadar) fırın kabındaki patateslerin üzerini kaplayacak şekilde ekleyin. Yaklaşık 15 dakika pişirin. Yemeğiniz hazır.

Afiyet olsun..

haftanın menüsü (21.02.2011)

Bu hafta cumartesiyi pas geçiyorum. Herhalde haftasonu birgün dışarıda yeriz, ya da ısmarlarız, ya da haftanın başka bir günü dışarda oluruz da program kayar..

Bu (1/02/2011) haftanın menüsü;

Pazartesi: mercimek çorbası, etli bamya, pilav
Salı: patates oturtma, kuskus
Çarşamba: kalanlar
Perşembe: ekşili köfte, katıklı ekmek(*)
Cuma: yeşil mercimek, pilav, komposto
Cumartesi: -
Pazar: kalanlar

Ekler: zeytinyağlı kereviz, kısır, prenses (**)

* Katıklı ekmek yine Antakya'ya has bir lezzet. Çökelek, ıspanak vb. gibi iç hazırlanarak fırına veriliyor. Fırından mis gibi lavaştan daha yumuşak bir ekmek üzerinde geri geliyor. Biz de oradayken yaptırıp, getirip buzlukta depoluyoruz.
** İrmik tatlısı da denir. Ben prenses derim, severim, bayılırım.

Haftanın Menüsü

çalışan anneden sıkıntılar..

Oğlum, bu hafta her sabah ben giderken ağlıyorsun. Hatta benim hazırlanmaya başladığımı farkettiğin anda mızıldanmaya başlıyorsun. Giderek şiddeti arttırıp ağlayarak paçalarıma sarılıyorsun. Dibimden bir saniye bile ayrılmıyorsun. Çok üzülüyorum, içim parçalanıyor ama biliyorum ki herşeyi anlıyor, sadece içgüdülerine yenik düşüyorsun. Hangi anne bebeğinin gözündeki yaşlara kayıtsız kalabilir ki! Yine de her seferinde soğukkanlılığımı korumaya çalışıyorum. Seni öpüp koklayıp, konuşup öyle çıkıyorum. Yalnız bu sabah öyle olamadı. İçime oturdu. Tam ben sinirime yenilmek üzereydim ki baban kendi sinirine yenildi, biz vedalaşamadan çıkmış oldum. Onu da o kadar iyi anlıyorum ki. Bu durum hepimizi geriyor. Umarım bu dönem de en kısa zamanda biter.

Aklımda endişeler var. Gece uyumamanın, sabah bu gözyaşlarını dökmenin ve on gündür sürekli benimle aynı odada olmak istemenin, yanımdan bir dakika bile ayrı kalmak istememenin suçunu yine kendimde arıyorum. Okuyorum, araştırıyorum. Ben oğluma güven veremedim sonucuna varıp yine ve yine kendimi suçluyorum.

Bu on günün tek istisnası iki gündür göremediğin babana kavuşmanın heyecanıyla dün akşam ben nerdeymişim takmadan uzun süre babanla oynamandı. Bu yüzden bu sabahtan da oldukça ümitliydim. Ümitleri suya düşmüş bir anneyim şimdi.

Seni çok seviyorum, bunlar da geçecek biliyorum.. Geçsin biran önce..

16 Şubat 2011 Çarşamba

endişeliyim..

Sessiz kaldım çünkü endişeliyim.. Kaç gündür sadece bunu yazasım var başka da birşey içimden gelmiyor.. Olanlar ailemi de yakından ilgilendiriyor, zor günler yaşıyoruz, ama esas ülke olarak zor günler.. Başlığı ve ilk cümleyi Yonca Tokbaş'tan aldım/ esinlendim.. Hissettiklerimi o yazmış.. Endişeliyim..

14 Şubat 2011 Pazartesi

10 Şubat 2011 Perşembe

çocukluğum..

soldan sağa, Pfaff-Zubizarreta-Shilton
Özgüranne, yazmış. İster sobe olarak alın, ister yorumlara yazın demiş. Ben de burada yazmak istedim. Ne güzel bir düşünce. Hep hatalara, yanlışlara konsantre oluyoruz ki tekrarlamayalım. Aslında güzelliklere konsantre olmak çok daha yapıcı ve yol gösterici olabilir.
Bu yazıyı yazmak için gözümü kapadığımda ilk önce unutamadığım birkaç kötü hatıra geldi gözümün önüne. Şaşırdım, normalde pozitif bir insanım, kendimden beklemezdim. Bu blog dünyasının insana ne kadar iyi gelebildiğini bir kez daha öğrendim. İşte benden seçmeler;

1. Annemin pazar günleri, onca yorgunluğun üzerine, en son beni yıkadıktan sonra saçlarımı kurutmaya üşendiğimde beni dizine yatırıp "ipek saçlı kızım" diyerek saçlarımı kurutması, taraması. O eksi fön makinesinin görüntüsü bile o kadar net aklımdaki.
2. Abimin, Onur'u, beni ve Gökte'yi, Pfaff-Zubizarreta-Shilton(o zamanın ünlü kalecileri) ilan ederek, kendisi de Marco van Basten olarak, kah orada, kah burada bize şut çekmesi. Toni Schumacher olamazdık bu arada çünkü o en iyiydi. En iyi de her zaman abimdi. Aslında abimle oynadığımız bütün oyunlar, o ne derse padişah fermanı gibi ama gönülden bir sevinçle kabullenmemiz.
3. Kuzenlerim sünnet olduğunda, bütün gün tuvalete bile gitmeden başlarında beklemiştim, zaten tuvalete gitsem kendimin bile unuttuğu süpriz doğumgünü partimin hazırlıklarını görebilirdim.
4. Dört olacak ama bunu da yazmam gerek, yine abimle gittiğimiz ilk maç, ilk antreman.. Abimin beni götürmesi zaten gururdu, büyümek demekti.

7 Şubat 2011 Pazartesi

son mohikan..

saç modeli itibariyle tabii..

3 Şubat 2011 Perşembe

antibiyotikle tanışma..

Evet maalesef korkulan oldu, Ayaz iyileşemedi, tekrar kontrolde antibiyotiğe başladı. Seconder bakteriyel bişey olduğunu söyledi doktor. Bunun anlamı; virütik olan hastalıkla vücut bakterilere de dirençsiz hale gelip, bakteriyel hastalık kapması da muhtemelmiş. Bizimki artık bu bakteriyelden yani, bu nedenle de antibiyotik başladık. Zaten ilk gittiğimizde de uzarsa bakteriyel de olduğunu düşünürüz demişti. Ayrıca öksürük şurubu ve burun damlası da değişti. Yalnız bu kez ilaçlar hemen etkisini gösterdi. Burun akıntısı ve öksürük neredeyse bitti.

Bu arada evimizin babası, tam iyileşmeden ilaçları kesince daha beter hasta oldu bu sefer ateşlisinden hem de.

Ben ne oldum? Düşmedim tabii ki.. Düşemedim.. Fırsat kalmadı bana.. Hep hastayım, hep bir burun akıntısı, öksürük ama ayaktayım. İlaç filan da almıyorum.. Bakalım..

uşaciğum..


Ayaz gece saçlarımla oynamasın diye saçımı örtüyorum. Geçen hafta bir sabah dedim ki gel sana da takalım annecim.. İşte ortaya bunlar çıktı..